Atam olmakla her zaman gurur duyduğum Fatih Sultan Mehmet İstanbul’a geldi ve beni yanına çağırarak şöyle dedi:

“Evladım gel şöyle şu Bizans’tan aldığım İslambol’u gezelim bakalım neler var neler yok.”
Atam Fatih’i çok sevmeme rağmen bu teklifi karşısında çok korktum ve endişeye kapıldım. Ama Fatih gibi bir atanın emrine uymazlıkta etmedim/edemezdim. Benim arabaya binerek Sefaköy’den yola çıkacaktık ki gözüne bir içki satılan yer ilişti:

Sordu:
“Evladım burası ne? İçki mi satılıyor? ”

 Soru karşısında utandım ve iliklerime kadar terledim. Kem küm ettim ama doğru dürüst bir cevap veremedim. Benim şaşkınlığını anlayan Atam Fatih, “Evladım, bu ne rezalet. Hani burası İslam diyarıydı. İslam diyarında Allah’ın lanetlediği bir içkiyi satmaya kim izin veriyor?”  dedi. 

Çaktırmadan yüzüne baktım, yüz hatlarından çok kızmış görünüyordu. 

Çaktırmadan arabayı çalıştırdım ve ana yola çıkmak için hareket ettik. Tam ana yola çıkacağımız sırada billboardlardaki banka reklamları gözüne ilişti.

“Yavrum bunlar ne? Banka ne demek? Faiz veriyormuş galiba. Bu densizler faizin dinimizde haram olduğunu bilmiyor mu? Faizin zerresiyle iştigal eden kişinin Allah(cc)’a ve Resulullah’a (sav) savaş açtığını bilmiyor mu bunu yapan gafiller?”

Boru gibi soru derler ya. Buyur cevap ver bakalım. Tabii ki adeta nutkum tutuldu, başımı önüme eğmek zorunda kaldım ve bir şey diyemedim.

D 100 yoluna çıktık ve Şirinevler’e doğru ilerlerken sağımızda 5 boynuzlu pardon 5 yıldızlı bir otelin reklamını gördü. Reklamda “Gazinomuz açıktır.” Yazıyordu ve reklamda bir Rulet masası vardı. 

Zeki biriyle seyahat etmek kolay değildir. Atam çok zeki biriydi. Reklamı görünce sordu:
“Evladım bu otel denilen yerlerde kumar mı oynatılıyor. Bu densizler kumarın, içkinin ve fal oklarının (şans oyunları) Şeytanın pisliklerinden olduğunu bilmiyor mu? Bu ne gaflet?”

Öyle utandım öyle utandım ki neredeyse direksiyonun altındaki boşlukta kaybolacak hale geldim. 

Atam iyi ki “Milli piyango” adıyla milli(!!!) bir kumar işinin bizzat devlet tarafından organize edildiğini bilmiyordu. Hele bir de bu “Milli Piyangonun” başında ömrün İslami bir davaya adamış ve bu hususta ciddi bedeller ödemiş Timurtaş Hocanın oğlunun olduğunu bilseydi ne derdi?

Başka şeyleri görmesin diye arabanın gazına yüklendim. Tam Aksaray’a geldiğimizde yarı çıplak hatunlar gözüne ilişti. 

“Evladım bunlar kim? Neden çıplak gezerler de İslam’ın tesettür emrine uymazlar? Yoksa bunlar Avrupa’dan ülkemize gelen turistler mi?”

“Yok Atam, bunlar bizim yerli turistler. Hepsi de Müslüman ama İslam’ın tesettür emrini çiğniyorlar.” Diyemedim. Yine sustum ve arabanın gazına biraz daha fazla basmaya başladım.

Beyazıt’tan geçerek hızla Ayasofya’ya doğru ilerledik. Arabayı park ettim. Tam Ayasofya’nın dış kapısından içeri girecektik ki gözüne “Ayasofya Müzesi” tabelası ve “Giriş 72 TL” yazısı ilişti. 

“Evladım bu ne? Ben burayı fethin sembolü olarak Cami yapmadım mı? Millete vakfetmedim mi? Hangi densiz burayı müze yaptı? Bunlar benim Ayasofya vakfiyesini okumadı mı hiç? Bu ücret 72 TL ne demek? Benim milletim Ayasofya’yı akçe ile mi ziyaret ediyor? Kim bu haracı alıyor?”

Ne diyeceğimi bilemedim, çünkü değil küçük dilimi büyük dilimi bile yutmuştum. Öyle ya, sanki yutmasaydım ne diyebilirdim ki? Binlerce şehit vererek fethettiğimiz Bizans’ı İslambol’a çeviren, Ayasofya’yı fethin sembolü olarak kilise olmaktan çıkarıp camii yapan ve bunu ümmete vakıf olarak kıyamete kadar camii olarak kalması için emanet eden ve emanetine ihanet edenleri, “Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti üzerlerine olsun. Ebediyen Cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebediyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse, vebali ve günahı bunu değiştirenlerin üzerine olsun. Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir.” Diyerek Allah(cc)’ın lanetine salan birine ne diyebilirdim ki?

Hiç sesimi çıkarmadım. Utandım, sıkıldım, adeta kahrımdan mahvoldum. O anda orada olmamayı ne kadar isterdim bir bilseniz.

Neyse içeri girdik. Hayret. İçeriden Kur’an sesleri geliyordu. Hem de Fetih suresi okunuyordu. 

Kur’an sesini duyan atam şaşırdı ve sordu:

“Evladım hani burası müzeydi, bu Kur’an sesi ne? Kim okuyor ve kim okutuyor bunu?”

“Ey büyük Atam, burası müze ama bizi idare edenler 19 yıldır iktidarda olmalarına rağmen iktidara gelmeden önce verdikleri ‘Ayasofya’yı açacağız’ sözlerini yerine getiremedikleri için milletin gazını alma eylemi olarak bugün fethin yıldönümünde Ayasofya’da Fetih suresini okutuyorlar.” Diyemedim. 

Niye diyemedin diye kızmayın. Beni mazur görün. Siz de olsaydınız bir şey diyemezdiniz. Çünkü karşımızda çağ açıp çağ kapatan zeki bir Fatih vardı. 

Ruhum çok daralmıştı. Tarihte en çok sevdiğim atalarımdan biri olan Fatih ile İstanbul’u gezmek gibi bir nimete bile sevinemedim. Ateşim yükseldi. Ter içinde kaldım. 

Çaktırmadan Atam Fatih’in yüzüne baktım. Çok büyük bir hayal kırıklığı yaşamış biri gibi duruyordu. Belli ki içinde fırtınalar kopuyordu. Öyle ya Sen fethin müjdesine mazhar olmak için geceni gündüzüne tak, ordu hazırla, Bizans’ın elinden Konstantiniye’yi al, orayı İslambol yap. Fethin sembolü olarak Ayasofya’yı kilise olmaktan çıkarıp Fetih Camii yap. Ayasofya’yı ümmete vakfet. Vakfe ihanet etmesinler diye çok ağır ifadeler içeren bir Ayasofya vakfiyesi hazırla. Ama senin torunların olan kişiler lafta seni ataları olarak kabul edip hava atmalarına rağmen senin emanetine ihanet etsinler! Bu kolay hazmedilecek bir durum değildir. 

Atam Fatih’in bu durumuna çok çok üzüldüm. İçimden, “Ya Atam, burada Fetih okutturanların ‘Ayasofya’yı cami yapalım, ibadete açalım’ diyen millete ‘Sultanahmet’i doldurdunuz mu ki Ayasofya’yı ibadete açalım istiyorsunuz. Önce Sultanahmet’i bir doldurun. Hem bakın Çamlıca diye bir camii yaptık. Gidin orda ibadet edin.” Dediğini duysa ne der diye geçirdim. 

Durum artık tahammül edilemeyecek bir hale gelmişti. Yıllarca hapis yattım, kurşun yedim, bomba yedim, çok sıkıntılı bir hayatım oldu ama bu durum kadar zor bir an yaşamadım. Ruhum paramparça olmuştu. O an ölmüş olmayı diliyordum ki, davudi bir edayla okunan ezan sesiyle uyandım. 

Oh beee rüyaymış meğerse. Ter içinde kalmıştım. Rüya adeta canlı gibiydi. Kâbusu bütün yönleriyle yaşadım. Bu yaşananların rüya olduğuna şükrettim ve Rabbime bir daha Atam Fatih’le bile olsa İstanbul’u bu haliyle gezmek ve görmek nasip etmesin diye dua ettim. 

Öyle ya, bir daha böyle bir şey olsa Atam Fatih’e ne derim? Muhalefette iken Ayasofya’yı seçim malzemesi yapıp açacaklarına söz veren ama 19 yıldır iktidarda olmasına rağmen Ayasofya’yı hala müze olarak bırakıp, bir de fethin gününde Fetih suresi okutanların ne diyeceğini bilmem ama benim Fatih sultan Mehmet han atama diyeceğim şudur: 

“Vallahi Atam, maalesef senin yolundan ve izinden gidemedim. Bize bıraktığın emanete evime, işyerime, makamıma, mevkiime sahip çıktığım kadar sahip çıkmadım/çıkamadık. Vakfiyeni koruyamadım. Sana layık bir torun olamadığım için beni affet.”

**

FATİH SULTAN MEHMED HÂN’IN AYASOFYA VAKFİYESİ

“Allah’(cc)ın yarattıklarından Allah’(cc)a ve O’nun rüyetine iman eden, ahirete ve onun heybetine inanan hiçbir kimse için, sultan olsun melik olsun, vezir olsun bey olsun, şevket ve kudret sahibi biri olsun hâkim, zalim veya diktatör olsun, özellikle zalim ve diktatör idareciler tarafından tayin olunan, fasit bir tahakküm ve bâtıl bir nezaret ile vakıflara nâzır ve mütevelli olanlar olsun ve kısaca insanlardan hiçbir kimse için, bu vakıfları eksiltmek, bozmak, değiştirmek, tağyir ve tebdil eylemek, vakfı ihmal edip kendi haline bırakmak ve işlevlerini ortadan kaldırmak asla helâl değildir!”

“Kim ki, bozuk teviller, hurafe ve dedikodudan öteye geçmeyen bâtıl gerekçelerle, bu vakfın şartlarından birini değiştirirse veya kanun ve kurallarından birini tağyir ederse; vakfın tebdili ve iptali için gayret gösterirse; vakfın ortadan kalkmasına veya maksadından ve gayesinden başka bir gayeye çevrilmesine kast ederse, vakfın temel hayır müesseselerinden birinin yerine başka bir kurum ikame eylemek (temel müesseselerden birinden taviz vermek) ve vakfın bölümlerinden birine itiraz etmek dilerse veya bu manada yapılacak değişiklik veya itirazlara yardımcı olur yahut yol gösterirse veya şer’i şerife aykırı olarak vakıfta tasarruf etmeye azmeylerse, mesela şeriata ve vakfiyeye aykırı ferman, berat, tomar veya talik yazarsa veyahut tevliyet hakkı resmi yahut takrir hakkı resmi ve benzeri bir şey talep ederse, kısaca batıl tasarruflardan birini işler yahut bu tür tasarrufları tamamen geçersiz olan yazılı kayıtlara ve defterlere kaydeder ve bu tür haksız işlemlerini yalanlar yumağı olan hesaplarına ilhak ederse, açıkça büyük bir haramı işlemiş olur, günahı gerektiren bir fiili irtikâp eylemiş olur.”

 “Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti üzerlerine olsun. Ebediyen Cehennemde kalsınlar, onların azapları asla hafifletilmesin ve onlara ebediyen merhamet olunmasın. Kim bunları duyup gördükten sonra değiştirirse, vebali ve günahı bunu değiştirenlerin üzerine olsun. Hiç şüphe yok ki, Allah her şeyi işitir ve her şeyi bilir.” (1 Haziran 1453)