Biliyorum bu yazıya kızanlarınız olacak. Dilediğiniz kadar kızın. Mühim olan, yazdıklarımın gerçek olup olmadığıdır.

Vaktiyle “Ya Nihal Atsız’dan vazgeçin ya Andımızdan” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Devlet Bahçeli’nin Şükrü Alnıaçık isimli danışmanı köpürmüş; “Ya Apo’dan vazgeçin ya İslâm’dan” başlıklı bir yazıyla cevap vermişti. Beni de “alagarson türbanlı” i’lân etmişti.

Oysa yazdıklarım açık ve netti. Andımızın yazarı Reşid Gâlib, 1. Târih Kongresi’nde büyük târihçi Zeki Velîdî’yi tahfif edince Atsız ve arkadaşları, “Zeki Velîdî’nin talebesi olmakla gurur duyarız.” diye karşılık vermişlerdi. Reşid Gâlib de Atsız’ı fakülteden attırmıştı.

Bunları bildiğim için Reşid Gâlib’in bir sabah uydurduğu, devâmını 12 Martçıların yazdığı Andımız kaldırıldığında, çok memnun olmuştum. Hele de Atsız adına.

Sayın danışman, cehlini kabul etmek yerine, beni PKK’lı yapmayı tercih etmişti. (“Alagarson” kısmına girmeyeyim, bir erkek için çok ama çok tâlihsiz bir saldırı biçimiydi. Basit ve ilkel.)

Köprünün altından çok sular geçti. MHP, Cumhur ittifakı ortağı oldu. Yâni Andımızı kaldıran AK Parti’nin ortağı. Yâni Türk düşmanı kabul ettikleri partinin ortağı. AK Parti ise hem Atatürkçü oldu, hem de “ama” diyeni taş atıp âmâ ediyor. Kaldık mı gene Vasili gibi ortada?

Atsız’ın fakülteden atılma sebebinin, sâdece Zeki Velîdî olmadığını düşünüyorum. Çünkü Atsız, bu hâdiseden bir yıl evvel, 1932’de “Niçin Çanakkale’ye gitmiyoruz?” sorusunu çok yüksek sesle sordu. Çanakkale cephesinde resmi tören yapmayan, Gülcemal vapuruyla şöyle bir Boğaz’dan gelip geçen devletlüleri eleştirdi. Şüphesiz ki iktidar, bu çıkıştan memnun olmadı.

Atsız, fakülteden atıldıktan sonra Ağustos 1933’de 8 arkadaşıyla Çanakkale’yi bir hafta dolaştı. Gördüklerini yazdı. Yazdıklarını okumanızı tavsiye ederim. Anzak âbidesini ilk defa görünce “Bunun burada ne işi var?” diye isyân edişini, şehidlerimizin ıssız mezarlarında kahroluşunu, Lozancılara ağzına geleni sayışını lüütfen okuyun ve Atsız’ı Kemalist gibi gösterenlere anlatın.

Çanakkale yazısında çok mühim bir konu var: Atsız’ın İslâmî görüşleri. Maalesef tekrar edemeyeceğim derecede bir düşmanlık. İslâmcılar, Atsız’ın Çanakkale yürüyüşüne bu yüzden itibar etmezler. Bana göre ise İslâmî konulardaki yanlışı, Çanakkale çıkışını gölgelemez. Târih nâmusuna halel getirmez.

Sâdece bu değil, bir de Dalkavuklar Gecesi/Z Vitmini romanı var ki her yiğidin harcı değil.

Her zaman söylerim, anlı şanlı İslâmcı yazar ve şâirler ortada yokken Atsız, elleriyle Fâtih’in tübesini temizliyor, “Gök Sultan Abdülhamid Han”ı yazıyor, “Vahdedddin Han, vatan hâini değildir.” diyordu.

Şu an ismini hatırlayamadığım, Atsız’ı anlatan bir kitap görmüştüm. 1944’den evvelki Atsız, kitapta yoktu. Niye? Doğum târihi, 1944 mü?

Buraya bir parantez açayım. Yahya Kemal uzmanı bir siyasetçiye röportaja gittiğimde 1922 yılına kadar ki bütün sorularıma çok güzel cevaplar aldım. Bu târihten sonraki sorularıma “Ben oralara girmek istemiyorum.” diye cevap vermedi. Niye? Büyük şâir, 1922’de öldü mü? Ölmedi elbet ama iktidarla arası iyi değildi. Kemalizmle AK Parti arasında sıkışan bu politikacı, o kadar politize olmuş ki Yahya Kemal’in hâtırasına saygısızlık yaptığının farkında deği. “Taraf tut, saldır veya yalakalık yap” demiyorum ki... Gerçekleri konuşalım diyorum.

Dönelim konumuza...

Atsız’ın uyanışı, 1932’de başladı. Onu, 1944’de, hüdâinâbit ortaya çıkmış gibi göstermek ayıptır.

Her 3 Mayıs’ta Atsız’ı, kendisinin itibar etmediği bir metinle özdeşleştirmek ayıptır.

Komünizmi istediği için ömrü mahkeme ve zindanlarda geçen Nâzım Hikmet’i zorla Atatürkçü yapan Kemalist solcuların durumuna düşmektir.

Bir Allah’ın kulu, Atsız’ın Andımızı övdüğünü göstersin ben de bu yazı için özür dileyeceğim.

Atsız, “Türküm” diyebildiği için değil; Türk olduğu için, Türk milletinin evlâdı olduğu için mutludur zâten.

VASİLİ MESELESİ

Vasili, ölmeden evvel Müslüman olmuş. Hanımı, ellerini dizlerine vurarak ağlamaya başlamış:

“Vasili! Vasili! Hz. İsa’yı küstürdün; Hz. Muhammed seni tanımaz. Şimdi orada ne yapacaksın?

Vasili’den kastım budur, aziz okuyucu.

Doğruya “doğru”, eğriye “eğri” dersen Vasili gibi ortada kalırsın. İtaat edip rahat edeceksin. Maalesef Türkiye’de, iktidar da muhâlefet de böyle.