Dini metinlerle sohbetlerde, camilerde yapılan vaazlarda, Hazreti Muhammed’e “Cennetime gir” denildiğinde "Ümmetim olmadan giremem" dediğine dair anlatımlara sıkça rastlanır ve şöyle denir:

“Allah Resûlü, ümmetinden bir kısmının cehenneme gireceğini duyduğu an mahşer meydanında secdeye kapanıp ‘Ümmetî, Ümmetî! (Ümmetim, Ümmetim)’ diye yakarışa geçecek, o esnada cenneti, hurilerin perdedarlığını ve kim bilir daha nice güzellikleri unutacak ve gözyaşlarını dökerek ağlayacak, ‘Artık başını kaldır da şefaat et, şefaatin kabul edilecek’ deninceye kadar başını yerden kaldırmayacak ve hep "Ümmetî! Ümmetî!" diye inleyecektir.”

Bu bilgiye de Buhari, Müslim ve Tirmizi gibi muteber sayılan Hadis Âlimlerinin eserleri kaynak olarak gösterilir. Öyle ki bu, ilahi tarzında söylenen müziklerde bile işlenmiştir:

“Açıldı cennet kapısı

Yâ Muhammed gel gir diye

Ben cennete girmem Allah

Ümmetlerim girmeyince…”

Böyle bir ifade tarzının doğru olup olmadığı, Hz. Muhammed’in adeta Allah’la pazarlık yapar durumda gösterilerek şirke yol açılıp açılmadığı ayrı bir konu. Burada öncelikle “Ümmet” meselesini ve son zamanlarda pompalanmaya çalışılan “Hilafet/Halifelik” konusunu ele alacağız. Çünkü en azından ben o kanaatteyim ki günümüzde Peygamber Efendimizin “Ümmetî! Ümmetî!" diye ağlayarak Cennet’e kabul edilmeleri için dua etmesine layık ümmet yok. Ya da o “Ümmet” hangi ümmettir ve nerededir?

Öncelikle “Ümmet” nedir, ne demektir ona bakalım:

“Umm”, Arapçada “Anne” demektir. Ümmet kelimesi de bu kökten geldiği için kelime anlamı “Bir anneden doğanlar” olarak ifade edilebilir. Ancak aynı inanca sahip olan topluluklar da “Ümmet” olarak adlandırılmışlardır. Demek oluyor ki yerleşen anlamıyla “Ümmet” olmanın yegane şartı inanç birliğidir. İnanç birliği içinde olanlar ise kederde, tasada ve sevinçte ortak olmalı, acıları paylaşarak azaltmalı, sevinçleri paylaşarak çoğaltmalıdırlar. Peygamberimizin, Cennet’e girmeleri için “Ümmetî! Ümmetî!" diye gözyaşı döktüğü Ümmet de böyle bir Ümmet olabilir. Oysa şimdi o yakarışa layık ümmetin yerinde yeller esmekte, kendisini “Ümmet” sayanlar fırkalara ayrılıp birbirlerinin ayaklarını kaydırmakta ve din kardeşliğini bir tarafa bırakıp “küfür ehli” olarak nitelendirilenlerle işbirliği yapmakta bir sakınca görmemektedirler.

Arap devletleri ile İsrail’in durumu ortadadır. Filistin’in İsrail tarafından parça parça yenilip yutulması karşısında “Arap Dünyası” diye adlandırılan devletler sessizdirler, seyircidirler ve Kuran-ı Kerim’de ifade bulan söyleyişle “Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler!” Bu da yetmiyormuş gibi bazı konularda İsrail’le işbirliği bile yapabilmektedirler.

Irak, Suriye, Mısır, Libya, Tunus’la ilgili yapılan operasyonlarda Arap devletleri hiçbir zaman ortak tavır sergilememişlerdir. Afrika’da açlığa mahkum halde duran Müslümanlar petrol zengini İslam ülkelerinden destek alamamaktadırlar. Yunanistan’la Türkiye arasındaki anlaşmazlıklarda sözde Müslüman olan Arap devletlerinin hemen tamamı Yunanistan’la işbirliği yapmakta bir sakınca görmemişlerdir. Vahşi Çin Devleti 71 yıldan beri işgal altında tuttuğu Doğu Türkistan’da yaşayan 40 milyon civarındaki Müslüman Türk kardeşimizi işkenceler altında inim inim inletirken başta Türkiye olmak üzere hiçbir İslam Ülkesi’nden tepki gelmemiş, ümmet şuuru ile hareket edilmemiştir. Kaldı ki, Türkiye’den başka kendisine himmet eden bir yardımcısı olmayan Filistin’in lideri bile Çin’e destek olan beyanatlar verebilmiştir.

En son, başta Dağlık Karabağ Özerk Bölgesi olmak üzere Azerbaycan’a ait bazı yerleşim yerlerini 30 yıldan beri işgal altında bulunduran Ermenistan’ın yeniden saldırıya geçmesi karşısında da Türkiye ve Pakistan dışında kalan İslam ülkelerinin çoğu sessiz kaıp suya sabuna dokunmayan cinsten beyanatlar vermeyi tercih ederlerken bazıları da Ermenistan’a destek olan açıklamalar yapmaktan çekinmemişlerdir.

Bunlardan en acı olanı da İran’ın tutumudur. Din birliği ise din birliği, mezhep birliği ise mezhep birliği, nüfusunun yarısı Türk asıllı olduğu için de soy birliği ise soy birliği… Dolayısıyla İran’la Azerbaycan arasında birlikte hareket edilmesi için ne lazımsa var ama İran Ermenistan’ın yanında! Dolayısıyla dünya dengelerini gözeterek güce, paraya tapınma inanç birliğinden önde gelmektedir. Keza hem Türk hem Müslüman olan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri de bu konuda ne şiş yansın ne kebap anlayışı içindedirler ve “Acaba Rusya ne der” korkusundan bir türlü kurtulamamışlardır.

Bu şartlar altında şimdi gelin de “Ümmet”ten, Ümmetin birliğinden, Ümmetin liderliğinden ve Ümmetin saygı göstereceği Halifelik’ten bahsedin bakalım; olacak iş mi?

Halifelik konusunun kapanın elinde kalan siyasi bir güç ve otorite olmanın ötesinde dinde hiç ama hiç yeri olmadığını, “Bütün Yönleriyle Halifelik: Halifelik Rüyası Görenler Uyanın Artık, Sabah Oldu” başlıklı yazımda belgelendirerek ele almıştım. Merak edenler internetten arayıp bularak ya da piyasaya çıkmak üzere olan “Mahzunluk Bitecek mi” isimli kitabımdan okuyabilirler.

Müslümanlar ne yazık ki İslamiyet’i anlayamamışlardır. Onun için, “İslam Devletleri” olarak adı geçen devletlerle hiçbir olay karşısında ortak hareket edemeyen Müslümanları Bakara Suresi’nin 143. Ayetinde geçen, “Böylece sizi, insanlara şahit olasınız ve Resul de size şahit olsun diye örnek bir ümmet yaptık” ifadesinin ışığında nasıl değerlendireceğiz? “Örnek bir ümmet” olunamadığına göre bu durumda Müslümanlar Allah’a isyan etmiş olmuyorlar mı?

İnanıyoruz ki Allah esirgeyendir, bağışlayandır, merhametinin sınırı yoktur ama isyankâr kulları da cezasız kalmayacaktır. Allah’a elçi olarak tayin edilen Peygamber de elbette merhametlidir ve kendisine Ümmet olabilenlerin Cennet’e girmelerini ister, onun için dua eder. Ancak “Ümmet” olduklarını sananlar buna lâyık değillerse ne olacaktır?

Olan herhalde şudur ki, Peygamberimizin, “Ümmetinin tamamının Cennet’e girmesi” için ağlayarak şefaat yetkisi verilmesini istediği konusunda anlatılan sahne olsa olsa Ümmetin içine düşeceği bu acınası durumun kendisine ilham edilmesiyle oluşan üzüntü halidir.

İslam ülkelerini yönetenlerin akıllarını başlarına almaları, Müslümanların dinimizi laf olsun diye değil de anlayarak, özümseyerek öğrenip uygulamaları şarttır. Değilse Hadis-i Şerifler açıktır ki, “Müslüman kardeşinin derdiyle dertlenmeyen bizden değildir” ve “İman etmedikçe Cennet’e giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olmazsınız!”