Mayıs ayında Azerbaycan’da 17 yaşını doldurmayanlar için yeni inşa edilən ceza evinde büyük bir olay yaşandı. Yeterli güvenlik önlemlerinin alınmadığını gören 10 mahkum en sorumsuz gardiyanın vardiyasında onu öldürüp kaçmayı planladı. Kendi aralarında görev dağılımı yaptıktan sonra, gardiyanı öldürmek amaçlı soğuk bir silah hazırladılar. Sanki cezaevinde değil, kamptaymışlar. Kurdukları plan son anda aşikar oldu. İlk olarak, Adalet Bakanlığı Ceza İnfaz Kurumu olayı örtbas etmeye çalıştı ve bir kaç kişi işten atıldı. Ancak bu kadar ciddi bir ihmali gizli tutmak mümkün olmadı.  Olaydan sonra Adalet Bakanlığı Ceza İnfaz Kurumu’nda denetimle başladı, bir çok kanunsuzluklar tespit edildi. Olayın yaşandığı cezaevi genç suçlular için yeni inşa edilerek, binaya modern güvenlik sistemi kurulmuştu. Bu olaydan çıkan sonuç şu ki, eğer modern güvenlik sistemleri kurulan yerde kaçış planı son anda gün yüzyne çıkıyorsa, sovyetler döneminden kalma eski binalarda yerleşen cezaevlerinde güvenlik seviyesi çok daha düşük durumdadır. Bu görüş Azerbaycan cezaevlerinin uyuşturucu kaçakçılığı ve tarikatçı-bölücü terör örgütünün “din”i yaymaları ile ilgili iddiaları doğrular niteliktedir. İlginç olan, bazen uyuşturucu kaçakçılığı yapanlar ve tarikatçı-bölücü terör örgütü üyelerinin işbirliği içerisinde olmalarıdır. Örneğin İran, Azerbaycan’daki uyuşturucu ağını genişletmek için, camilere ve cezaevlerine soktuğu sahte din tüccarlarını kullanmaktadır. Cezaevi hayatının ilk dönemlerinde depresyona giren ve tövbe kapısı arayan mahkumlar, kendilerini dindar gibi görünen uyuşturucu tacirlerinin kucağında buluyorlar. Bir kaç ay “dini” eğitimden sonra, yeni “yem” üyeliğe aday oluyor, ona grup içerisinde görevler verilir, iradesi test edilir, daha sonra daha derin bir dünyaya – uyuşturucu kaçakçılığı ağına alınıyor. Cezaevlerinde uyuşturucu kaçakçılığından kazanılan paralar, dinci-bölücü terör örgütünün korunmasına ve genişletilmesine harcanıyor. Azerbaycan medyasında bununla ilgili bir çok haber mevcuttur.

Ancak Azerbaycan cezaevlerinde sadece İran yönümlü sözde şii-bölücü terör örgütü değil, selefi-vahhabi örgütü de yaygındır. Tıpkı İran ağı gibi, Suudi Arabistan tarafından desteklenen bu hat da ana lokasyon olarak cezaevlerini seçiyor. Çünkü orada insanların güçlü Allah’a sığınma duygusu ve bolca zamanları oluyor. Üstelik dışarıdan farklı olarak, cezaevinde anlaşma yapılması gereken memur sayısı da azdır. Bir kaç görevli ve cezaevi müdürü ile anlaşarak rahatlıkla “dini çalışma” ortamı oluşturmak mümkündür. Suriye ve Irak’ta IŞİD ve diğer dini gruplara katılan Azerbaycan vatandaşları çoğunlukla bu iş için seçilmektedir. Bazıları cezaevlerinde çalışmalarına devam etmek için biliçli şekilde teslim oluyorlar.

Bu konunun Türkiye’yi ilgilendiren tarafları da var, tabii. Bir çok Azerbaycan vatandaşı Türkiye’yi geçiş ülkesi olarak kullanarak tarikatçı-bölücü terör örgütlerine katılıyorlar. Birkaç yıl öncesine kadar Güney ve Güneydoğu bölgelerinin terör örgütleri için açık mekan olması, örgütlere Azerbaycan’dan da üye çekmeyi mümkün kılmıştır. Bu kişilerden bazıları hiçbir zaman ayak basmadıkları yerlere gömüldü, bazıları hala bir bilinmezin içerisinde, bazıları sahte pasaportlarla Avrupa’ya geçmeyi ve örgütten kurtulmayı başardı. Fakat, bir kısmı özel görevle Azerbaycan cezaevlerine yerleştirildi.

Türkiye-Azerbaycan birliğinin hızla derinleşmesi bu kişilerin terörist birlik modellerine karşı yıkıcı faaliyetlerde bulunma ihtimalini arttırmaktadır. Bu anlamda Azerbaycan cezaevlerinde kendilerini okyanusta balık gibi hissetmeleri çok acı sonuçlar doğurabilir.

Azerbaycan hapishanelerinin Türkiye ile bir başka bağlantısı da eski Sovyetler Birliği'nde kara para aklama yetkisine sahip yeraltı dünyası kralları aracılığıyladır. SB'nin çöküşünden sonra bu ağ gücünü daha büyük coğrafyalara yaymaya başladı. Bir ucu Avrupa, bir ucu Birleşik Arap Emirlikleri olan geniş bir alan, yeraltı dünyası için açıktı.

Buraya yerleşen SB yeraltı dünyası Türkiye yeraltı dünyası ile ilişkiler kurdu. Zamanla kara paralar yasal işlere aktarıldı. Fakat yeraltı dünyasının kendi kuralları var ve orada kuralların çiğnemenin cezası ölümdür. Azerbaycan kökenli Rövşen Lenkeranski ve gerçek ismi Nadir Selifov olan Gürcistan doğumlu Lotu Guli’nin Türkiye’de öldürülmesini pek çok kişi muhtemelen hatırlıyordur.

Rusya'nın asıl amacının farklı bir adla da olsa Sovyetler Birliği'ni yeniden kurmak olduğu kuşkusuzdur. Zamanla ekonomik birlikler üzerinden girişimler oldu ama Rusya'nın hayalleri gerçekleşmedi. Batı ile petrol ve doğal gaz projelerinin derinleşmesi, Batı'yı eski SB alanından kopan devletlerin bağımsızlığını desteklemeye yöneltti. Türkiye'nin son yıllarda artan gücü bu süreci canlandırdı. Türk Devletleri Birliği'nin kurulması, askeri, ekonomik ve kültürel alanlarda ilişkilerin derinleşmesi Rusya'nın baskısını bazı zamanlarda azaltmıştır. En önemlisi ise milli düşüncelerde rus, Rusya ağırlığı hızla azaldı. Elbette Rusya bu durumu görüyor ve Ocak ayında Kazakistan’da yaşanan olaylar gösteriyor ki, özel servisleri aracılığıyla süreci ters çevirmek için bir an olsun çalışmayı bırakmıyor.  Kazakistan’da Rusya'nın çıkarlarının arkasındaki güç - cezaevlerinin yıllardır yetiştirdiği suç örgütleridir. Cumhurbaşkanı Tokayev'in konuşmalarında, ülkede toplumsal huzursuzluğu siyasi huzursuzluğa dönüştüren radikal tarikatçı grupların olduğu açıkça ifade edildi. Kremlin'in planına göre, dini radikal grupların üyelerine esas destek mahkumlardan geldi. Hatırlarsanız, görünmez bir el 20.000'den fazla tutsağı meydanlara çıkardı, silahlandırdı ve kanlı çatışmaların önünü açtı.

Kazakistan'dan sonra Türk Devletleri Birliği'nde sıranın Azerbaycan'a geleceği ve Kremlin'in Astana'da olduğu gibi Bakü'de de suç gruplarının istikrarı bozacağı ve iktidarı boyun eğdirmek için en sert adımları atacağı konusunda günlerdir hem Azerbaycan hem de uluslararası basında konuşuluyor.

Azerbaycan Kazakistan'dan ders alabilecek ve tarikatçı-bölücü terör örgütünün yuvası haline gelen cezaevlerinde şimdiki düzensizlik devam ederken bu, mümkün mü? Söylemek,

Alp Yiğit

Editör: TE Bilişim