Bu yazıyı bir önceki makalenin devamı olarak okumak konunun bütünlüğü açısından önemlidir. “Karabağ sorunu Türkiye’nin onur meselesi değil mi?” başlıklı mezkur yazıma arşivden veya (https://www.habererk.com/karabag-sorunu-turkiyenin-onur-meselesi-degil-mi-makale,7432.html) linkinden ulaşa bilirsiniz.

Evet, Azerbaycan’da neler oluyor? Ermenistan Azerbaycan’a karşı başlattığı savaşı artık Karabağ’ın dışına taşıdı ve Azerbaycan'ın Tovuz bölgesine, 13 Temmuz gecesi saldırı düzenledi. Ordumuzun verdiği karşılıkla düşmen püskürtülse de maalesef yaşanan şiddetli çatışmalarda General Polad Haşimov ile birlikte bazı üst düzey subay ve askerlerimiz şehid oldular.

Şimdi dünyanın Covid belası ile uğraştığı bir zamanda Ermenistan’ın yeniden azgınlaşmasını ve savaşın boyutunu Karabağ’ın dışına taşımasını sadece iç sebeplerle açıklamak mümkün değildir. Belli ki birileri yeniden bölgeyi karıştırıp, Türkiye’ye ve Türk dünyasına gözdağı vermekle ben hala ayaktayım mesajını vermek istiyor. Varlık sebebi Türkiye ve Türk dünyasının önüne manialar çıkarmak olan Ermenistan ise bu anlamda fıtratının gereğini yapmaktadır. Yani Ermenistan sahiplerinin istekleri doğrultusunda davranmakta veya onların talepleri yönünde kışkırtılmaktadır.

Aslında olay Türkiye’nin Orta Doğuda verdiği mücadele ile birlikte ele alınırsa olup bitenler -resmin bütünlüğü içerisinde- daha kolay anlaşılır. İşte bu büyük resmin sonuçlarından yola çıkarak Türkiye bir an önce yol haritasını daha da belirginleştirmeli ve zaman kayıp etmeden gerekenleri yapmalıdır. Bu anlamda Türkiye acil olarak milli ideolojisinin ve milli politikasının sınırlarını genişletmelidir, Osmanlı’dan tevarüs etmiş olan ve Arap dünyasını baz alan ümmet merkezli siyasi mefkûrenin rotasını değiştirerek onu Türk dünyasına doğru yönlendirmeli ve TURAN odaklı milli mefkureni yol haritası olarak belirlemelidir. Zira bu yol Türkiye’nin istikbali açısından da zorunla hale dönüşmektedir.

Şimdi birileri Turan ve Türk dünyası fikrini dünya gerçeklerine ve global siyasete aykırı görebilir. Lakin çok sinsi bir gerçeği unutmamak gerekiyor ki, globalleştiği iddia edilen dünyamızda toplumlar aşama-aşama kimliklerinden ve milli değerlerinden uzaklaştırılarak asimile edilmektedir. Bu asimile girişimi ise bütünleşme ambalajı ile milletleri ve devletleri yok etme çabasıdır. Aslında Arap dünyasının paramparça edilmesi ve Türkiye’nin bu süreçte Suriye, Libya, Irak ve Somali gibi diğer Arap ülkelerindeki askeri ve diplomatik faaliyetlerini bir de bu açıdan değerlendirmek gerekiyor. Zira Türkiye bölgede var gücü ile global çetelerin asimile ve yok etme faaliyetlerine karşı dirense de maalesef onun yeterli ölçüde başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir.

Çünkü yıllardır emperyalist güçler tarafından Orta Doğuda oluşturulan siyasal ve ideolojik sistemler, idari ve yönetim mekanizmaları daha baskın çıkmaktadır. Ayrıca bölge halklarının Türkiye ve Türk insanı ile tek yakınlık bağı olan ümmet bağı da sürekli olarak mezhep ve tarikat farklılıkları üzerinden zayıflatılmıştır. Ve ne acıdır ki, bu inançsal farklılıkların etkisi hem siyasi, hem ideoloji hem de toplumsal alanda derin sorunlara sebebiyet vermiş ve vermektedir.

Bu yüzden ateş çemberine dönüşmüş Ortadoğu’da Türkiye kuşatılmış durumdadır. Bu kuşatmayı bölge halkları ile bertaraf etmek ve bu çemberi kırmak çok zor gözükmektedir.

Maalesef Osmanlının son bir kaç asırdan beri süregelerek bölge ülkelerinde kemikleşmiş olan bazı yapıları değiştirmek hiçte kolay değildir. Zaten bunu Arap ülkeleri ile son yıllarda varılan ilişkilerden de kestirmek mümkün.

Lakin ne kadar acı ki, Türkiye’nin sorunları bunlar ile sınırlı değildir. Orta Doğu’da oynanan oyunların benzeri Kafkaslar ve Orta Asya hattında da oynanmaktadır. Türkiye etrafında oluşturulan bu kuşatma çemberinin Orta Asya ve Kafkaslar cephesi ise tampon devlet olan Ermenistan üzerinden kurgulanmaktadır.

Evet, bölge üzerinde kurgulanan stratejiler Türkiye’nin ve Türk dünyasının geleceğini tehdit amaçlı kurgulanmıştır. Oysa ki, Türk dünyasının birlik ve beraberliği hem Anadolu hem Kafkaslar hem de Orta Asya Türkleri için daha gerçekçi ve daha elzemdir. Zira Orta Doğu ülkeleri ile olan ümmet birliğinden farklı olarak Anadolu Türkeri’nin Azerbaycan Türkleri ile arasındaki mezhepsel farklılık ve bu farklılığın tarihsel faciası olan Çaldıran olayı bile bir millet ve iki devlet olan toplumlarımızın kardeşliğine zarar vermemiş ve vermemektedir. İşte bundan dolayıdır ki, aynı soya, dile ve inanca sahip koca bir coğrafyanın ortasına çıbanbaşı olarak tampon bir devlet olan Ermenistan inşa edilmiştir. Hem de uzak bir tarihte değil sadece 100 yıl önce.

Şimdi ağa balarının kışkırtmaları ile kuduzlaşan Ermenistan’ın Azerbaycan’a karşı tecavüzlerini bir de bu açıdan değerlendirmek gerekir. Aslında ise yukarıda söylediklerimizin ispatını Kars antlaşmasından ve Türkiye’nin Nahcivan üzerindeki garantörlüğü meselesinden de kolayca görmek mümkündür.

Bu yüzden Türkiye bir an önce Karabağ olayını esas getirerek bölgeye aktif şekilde müdahil olmalıdır. Bu müdahale ise “dünyanın politik gerçekliği”, “global siyasetin dengeleri” gibi hamasetvari söylemlerden uzak, yanı açık, aşikar ve tüm dünyaya nümayişkarane bir biçimde yapılmalıdır. Türkiye Ortadoğu’da verdiği mücadelenin aynısını ve hatta daha fazlasını Orta Asya ve Kafkaslar cephesinde vermelidir. Zira sayısı 3 milyonu bile bulamayan soysuz, haysiyetsiz ve bir tampon devlet olan Ermenistan’a haddini bildirmek Türkiye ve Azerbaycan için sadece onur meselesi değil hem de istikbalimizi tehdit eden hain planların bertaraf edilmesidir. Hem de bir an önce, geç kalmadan. Çünkü bu mesele bizim için tarihi bir sınavdır.