Bir türlü zincirlerimizden kurtulamıyoruz. Gerçeği aramak yerine partisel bağlarımızla düşünüyor, çoğu kez hakikati saplantılarımıza feda ediyoruz.

Oysa zihni bir özgürlük olmadan olayları objektif değerlendirmek  mümkün değildir. Bunun içindir ki tezatlardan, çelişkilerden bir türlü kurtulamıyoruz.

Örnek mi istersiniz, son bir kaç haftada meydana gelen olaylar karşısında gösterilen tepkilere bakma kafi.

Seçim süreci boyunca  Cumhur İttifakının tek malzemesi muhalefeti PKK/HDP ile işbirliği yapmakla suçlamaktı. Az kalsın bu suçlamaya hepimiz inanacaktık. İçimizde bu tek taraflı propagandaya kapılıp reyini değiştirenler de oldu. Ama bir sabah kalkıp baktık ki ağabey Öcalan'ın mektubu Anadolu ajansında okunuyor, kardeş Öcalan TRT Kürdide millete nasihat ediyor. Aylarca muhalefeti terör örgütü ile işbirliği yapmakla suçlayanların hiç biri çıkıp bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diyemedi. Çünkü tercihlerimiz olaylara bakış tarzımızı da belirliyor. Kendimiz için mübah gördüğümüzü başkaları için kolaylıkla haram görebiliyoruz.

Benzer bir durum İmamoğlu'nun Güneydoğu gezisinde de yaşandı. İmamoğlu HDP'li belediyelere Kayyum atanmasını eleştirdi, seçimle gelenin seçimle gitmesi gerektiğini söyledi. Bunu söyledi diye neredeyse hain ilan edildi. Oysa Ahmet TÜRK'ün hapisten çıkmasını isteyen MHP lideri sayın Devlet Bahçeli'ydi. O istedi Türk hapisten çıktı. O istemese hapisten çıkamayacak muhtemelen aday da olamayacaktı. Bahçeli'ye gösterilen hoş görü İmamoğlu'na gösterilmedi. Çünkü çifte standart siyasi bir gelenek halini aldı.

HDP'nin siyaset tarzına tepeden tırnağa karşıyım, ama HDP'nin denklem dışına itilmesini, yargı kararı olmadan insanların görevden alınmasını da doğru bulmuyorum. Hukuk keyfilikleri engellemek için vardır. Hukukun atlandığı yerde ne devlet kalır ne de yargının bir standardı. Herkes kafasına göre karar verir, öyle bir hale geliriz ki yargı adalete değil siyasete işler. Ortada devlet diye bir şey kalmaz.

Aynı çifte standartlılığı başka alanlarda da görmek mümkün, bizim kuşak tek parti hikayeleri ile büyüdü. Milli şef döneminin baskılarını, otoriter yönetim anlayışını herkes büyüklerinden şu veya bu kadar dinlemiştir. Dikta denilince akla hep Cumhuriyetin kurucularını getirecek bir propaganda ağı işlemiştir. Oysa benzer bir despotluğu Menderes'te yapmıştır. DP'nin son üç yılı tamamen otoriter bir anlayışın hakim olduğu bir dönemdir. En başta kurulan tahkikat komisyonu bunun örneklerinden biridir. İnönü'yü, Atatürk'ü eleştiririz ama Menderes'e toz kondurmayız. Keza aynı şeyi Abdülhamit dönemi için de söylemek gerekir. Her türlü muhalefet baskı altına alınmış, konuşan kendini sürgünde bulmuştur. Devleti vehimler, korkular yönetmiştir. İttihat terakki biraz da bu baskıların ürünüdür. legal siyaset yolu kapanınca yeraltı siyasete dönülmüştür. Atatürk döneminde de otoriter bir yönetim anlayışı hakimdir. Atatürk dönemi hep konuşulur ama Abdülhamit dönemi ustaca dikkatlerden kaçırılır. Bununla Abdülhamit veya Atatürk'ü kötülemiyorum. İkisi de kendi şartları içinde büyük liderlerdir. Ama birinde eleştirdiğimiz durumu öbüründe görmezden gelmek doğru değildir. Aynı şeyi özel hayatlar içinde söylemek mümkündür. Prensip olarak -özel hayatlar üzerinden- yapılan siyaseti ahlaksız bulurum,ama bu hep yapılmıştır. Meydanlarda Baykal kasetleri için söylenen özel değil genel...genel sözleri hala hatırlardadır. Kendine muhafazakar veya İslamcı diyenlerin hayatları Cumhuriyetin kurucularından daha temiz değildir. Nedense biri hep gözlere sokulmuş, öteki gündem dışı kalmıştır.

İdeolojik saplantıların  hakikat körlüğüne neden olduğu ortadadır. Böyle daha nice örnek vermek mümkündür. Bu yanlı ve marazi bakış tarzı sürdükçe havanda su dövmeye devam ederiz. İktidar PKK/HDP konusunda öyle hatalar, öyle yanlışlar yaptı ki muhalefete söyleyecek tek lafı olamaz. PKK/HDP hassasiyeti olan, Kürtlere özerklik verilsin, eyaletlere ayrılalım, ana dilde eğitim hakkı olsun diyen Adnan Tanrıverdi ve futbol kulüplerinin bile bayrağı var Kürtlerin de olsun diyen H.Kaplan gibi kişileri iktidarın  yanında kenarında dolaştırmaz. Gelin ülke bekasıyla ilgili bu meseleyi siyasi rekabetin bir aracı yapmayalım, iktidarı, muhalefeti ile bir milli politikamız olsun hepimiz onu gerçekleştirmeye çalışalım. Eskiler ne demiş,"dinime küfreden bari Müselman olsa!"