Sedat Peker olayıyla birlikte birileri tekrar klasik bir söylemi dillendirmeye başladı. “Türkiye bağırsaklarını boşaltıyor.”

Bu ifadeyi ben ilk kez, 1980’li yıllarda gazete veya dergilerden birisinde okumuştum. Sonrasında 1998 yılında Milli Güvenlik Akademisi öğrencisiyken tartışmalarına katılmıştım, bu sevimsiz ifadenin. Sevimsiz diyorum çünkü, şimdiye kadar bu ifadenin kullanıldığı istisnasız bütün dönemlerde milletimizin hayrına bir sonuç doğduğunu görmedim…

Paul Kennedy’nin “Büyük Güçlerin Yükseliş ve Çöküşleri” adlı 798 sayfalık, 1991 basımı kitabını (T. İş Bankası Yay.) okuduğumda ürpermiştim. Çünkü, imparatorluklarda veya devamı ülkelerde bağırsak boşaltma, kurucu(!) ana iskeletin kontrolü dışında olduğunda çok pahalı sonuçlar doğuruyor çıkarımında bulunmuştum.

Zira doğası gereği imparatorluklar çok ulusludur. Dağılırken de tortu bırakır ki tortu köksüzdür. Türkiye imparatorluklar devamı bir ülkedir. Ekmek teknesini pislemek, dün öptüğü ele tükürmek, altına sığındığı sancağı lekelemek, rahata erince başkaldırmak, ana omurga Türklüğü dışlamak tortunun özelliklerindendir. Tortu, genellikle üstte kalır, vatanın imkanlarıyla köşe başlarını tutar ve üniter devlet yapısına, birliğe alerjileriyle, gerektiğinde kriptolaşarak kalın ince demeden bağırsakları kirletir. Bağırsakları temizliyoruz diye kesilen her ahkam sonrası hep Türk Milleti kaybeder. Neden?

Birkaç örnek:

12 Eylül 1980 ihtilaline hazırlanan zemin sonrası bağırsakları boşaltıyoruz derken, çoğunlukla gariban Anadolu çocuklarından, mevzubahis vatansa gerisi teferruattır diyen, zeki, cesur ve özverili gençler taş medreselerde çürütülmüş, okulundan, işinden, aşından, eşinden, eşiğinden olmuş, bazıları da idam edilmişti. Alan açılmıştı…

Sonraki yıllarda at izi it izine, it izi kurt izine öylesine karıştırıldı ki barsak boşaltıyoruz derken, silik, sinsi, risk almayan bazıları şube müdürlüğü beklerken Genel Müdür, muhtarlık beklerken milletvekili, encümenlik beklerken bakan oldular. Alan açılmıştı…

Daha sonrası başka bir acıydı. Asker-polis-vatandaş katilleri, bağırsak boşaltıyoruz diyerek gizli tanık yapıldı, Genel Kurmay Başkanı aleyhine bir PKK’lı tescilli katil tanıklık yaptı, Ordumuzun başındaki kişi terör örgütü kurmak ve yönetmekle suçlandı, yargılandı, yıllarca hapiste yattı. Alan açılmıştı…

Ergenekon, Balyoz ve daha nice senaryolar devreye girdiğinde bağırsak boşaltıyoruz diye nice canlar yandı. Kendisini, eşini, oğlunu, kızını tanıdığım, vatanın değil toprağı uğruna, havadaki tozu için canını verecek bir paşamıza (Yörük) dijital iftira ve sahte müsveddelerle 2012 yılında darbeci yaftası yapıştırıldı. Aylarca BALYOZ kumpasında Silivri’de yatırıldı. Alan açılmıştı…

Milletimizin ferasetiyle engellenen 15 Temmuz 2016 hain darbe girişimi sonrasında da bağırsak boşaltma eylemi devam etti. 12 yaşından beri tanıdığım, müzakereler yaptığım, fikir teatilerinde bulunduğum, içini-dışını, hülasa cemaziyel evvelini bildiğim, vatanperverliğine, diyanetine ve cesaretine her iki cihanda şehadet edeceğim bir tuğgenerali (D.U.), hanımının ağabeyi mirastan düşen payı bir bankaya yatırmış diye FETÖCÜ çamuruyla cezalandırmaya kalktılar. Allah’tan gerçekler anlaşıldı ve Genelkurmay’daki görevine döndü lakin o çamurun nasıl bağır yaktığını bilen bilir. Alan açılmıştı…

Öncelikle belirtmek isterim ki, hiçbir makam kimsenin babasının malı değildir, göreve gelmek kadar, görevden alınmak da haktır. Ancak her şeyin bir yolu yordamı vardır diyerek bürokrasideki alan boşaltmalardan da basit bir örnek verelim…

İktidar değişmiş, özellikle ülkücü bürokrasi üzerine teftiş üstüne teftiş… Ceza verecek konu bulunamıyor ama mutlaka ceza gerekiyor, alan boşaltılacak ya. Bir şube müdürünün bir bayana tasallutta bulunduğu iddiası var. Tasallut iddiasının muhatabı Şube müdürü yandaş(!) olarak görüldüğünden bir şey denmiyor, onun amirine de bir şey sorulmuyor, hedefteki kişi olan Genel Müdür Yardımcısına sicil amiri silsilesine bakılmadan, “sen o kişiyi niye cezalandırmadın” diye ceza veriliyor. Bu hukuksuzluk yargıdan dönüyor ama! Alan açılmıştı…

Bir örnek de Diyanetten verelim. Akçakoca Müftüsü Cuma Namazı öncesi vaazında, “Selanik göçmenlerinin yüzde 90’ının Sabetayist olduğunu söylüyor ve Gezi olaylarında otellerinde insanları barındıran kimdi diye soruyor. Şu an birisi bir takımın başında. Bunlar gücü, kuvveti eline geçirdiği zaman size de aynısını yaparlar” diyerek Koç Holdingi hedefe koyuyor.

Türkiye dahil bütün ülkeler yabancı sermaye peşinde koşarken, en büyük öz sermayemizi karalıyor. Mısıroğlu gibilerden tarih öğrenenler, büyük günahlardan iftirayı peynir ekmek gibi tüketiyor. Gelin bu iftiralarla ilgili gerçekleri, araştırmacı tarihçi Murat Bardakçı’dan okuyalım.

“…Koç ailesinin sermayesi, Haim Nahum’un Osmanlı Bankasından çaldığı altınlarmış iddiası tamamen iftiradır. Vehbi Koç ile ortağı Bernar Nahum’un Hahambaşı Haim Nahum ile hiçbir alâkaları yoktur.

Hacı Bayram-ı Velî’nin “şeceresi” yani “soyağacı”, Büyükelçi ve Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri merhum Fuad Bayramoğlu tarafından 1983’te tamamlanmıştır. “Hacı Bayram-ı Velî, Yaşamı, Soyu, Vakfı” isimli kitap iki cilt halinde Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanmıştır. Burada Vehbi Koç’un 18’inci kuşaktan, Hacı Bayram-ı Velî’nin torunu olduğu görülür. Bağırsak boşaltılacak ve alan açılacak ha…

Bunlar sadece basit birkaç örnek, daha neler vardır? Asıl sorumlular, bağırsakları kirletenlerdir. Türkiye zor bir coğrafyada, namussuz, hırsız, hain, utanma duygusunu kaybetmiş kişilerle mücadele etmek devletin asli görevidir. Devlet, liyakatsiz kişileri etkin makamlardan soyutlamalı, kendi göbeğini kendisi kesmeli amma fakat başta yerli işbirlikçiler olmak üzere hiçbir iç/dış güce bağırsaklarını teslim etmemelidir. Başka Türkiye yok!..

Es-selam olsun, ves-selam olsun, has-kelam olsun “Bir gün Devlet kendini yönetecek namuslu, şerefli, haysiyetli ve Devlet idaresine layık insanların idaresine geçtiği zaman tüm hastalıklar kökünden temizlenmiş olacak” diyen ve vatan hainleri tarafından 27 Mayıs 1980’de şehit edilen, her daim dualarımızda olan Gün Sazak beyefendinin bu sözlerine inanan, yeşertmeye çalışan ve bu uğurda bedel ödeyenlere.