“Elleri bağlı mıyam

Dil bilmez dağlı mıyam

Hangi kitapta yazar”

Ben kara cahil miyem?

Yukarıdaki dörtlüğün ilk üç mısrası bir şarkıda geçiyordu. “Ben hasret harcı mıyam” diye geçen dördüncü mısrasını, -konumuza uygun düşsün diye- “Ben kara cahil miyem” olarak değiştirdim. Siyasiler gerçekten de “Herkesi kör, âlemi sersem” sanıyorlar. Dindar görünüp dini evirip çevirmeleri, vadettikleri umutları boşa çıkarmalarına rağmen laf ebeliği ile üste çıkmaları olacak iş değil ama oluyor işte… Hani ne deniyor; burası Türkiye!..

AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, katıldığı bir sahur programında yaptığı konuşmada aynen şu ifadeleri kullanmış: “… Gönlü kırgın olanlara diyeceğiz ki kırılma vakti şimdi değildir. Eksikleri, hataları söyleyenlere diyeceğiz ki biz de siyaseti biliyoruz, eksikleri hataları görüyoruz, önce 23 Haziran’ı geçelim, ondan sonra gerekirse siyasi bakımdan tövbe istiğfar ederek yanlışlarımızdan kurtulacağız ve yolumuza koşar adım devam edeceğiz…”

Yeri geldiğinde, "Bunlar İslamiyet’i bilmiyorlar" diyorum da bana sitem ediyorlar. İftarları siyasete alet ettikleri yetmezmiş gibi sahurda konuşan Numan Kurtulmuş da işte bu lafları etmiş. Dinimizde bile bile yanlış yapıp günah işledikten sonra "Tevbe eder kurtuluruz" diye bir uygulama yoktur. Hristiyanlık ve Budistlikte var ama İslamiyet’te kesinlikle yok. Hal böyle olunca şeytan insanın aklına neler neler getiriyor da, şükürler olsun ki yazı yazarken Allah bana yardım ediyor. Tam bu sırada, kıymetli dostum, değerli bir tarih araştırmacısı olan Bilal Sürgeç’in paylaşımına rastlayıp “Ancak bu kadar olur” demekten kendimi alamadım. İktidar mensupları Osmanlı’nın yükseliş dönemlerinden çok çöküş dönemindeki Abdülhamid Han’ı örnek alıyorlar ya, Bilal Bey’in verdiği misal tam da “Numan Kurtulmuş hıık demiş Abdül Hamid’in burnundan düşmüş” denilecek cinsten:

“Yıl 1881. Sultan Abdülhamid, Mithat Paşa ve ekibini tasfiye etmek istiyor. Bunun için Yıldız Mahkemesi’ni kurmuş. Mahkeme şunu isbat etme gayretindedir. ‘Sultan Abdülaziz intihar etmedi öldürüldü!’ Sultan Abdülaziz'in Başmabeyincisi Fehmi Bey, intiharın vuku bulduğu sıralarda saraydadır. Haliyle ilk şüpheli, odur. Sorgusunda işkence görmektedir: Onun sorgusuna bizzat Sultan Abdülhamid’in kendisi de katılmaktadır. Fehmi Bey yeminler ederek, ‘Sarayda benden başka erkek yoktu. Gündüzdü. Sarayda onlarca cariye ve Sultan Aziz'in annesi de vardı. Cellat diye hiç kimse içeri girmedi!’ Buna rağmen sorgucular, ‘Suçu işlediğini itiraf edersen az ceza ile kurtulacaksın, Mithat Paşa yaptı deyiver de kurtul!’ Buna rağmen Fehmi Bey direnir ve sorguyu takip eden Sultan Abdülhamid, başına bastonla vurur. Sultana, ‘Sultanım, neden günahıma giriyorsunuz’ diye sorunca şu cevabı alır: ‘Günah da olsa birkaç kişiye sadaka verirsem af olur!..”

Bilal Bey bunu, Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan ve Fehmi Bey’in hatıralarından oluşan İbretnüma isimli kitaptan aktarıyor. Görüldüğü ve anlaşılacağı üzere Numan Bey’in, yapılan hata ve günahlardan “Seçimlerden sonra tevbe edip kurtulma” anlayışı ile Sultan Abdülhamid’in birine suç isnat edip “Sadaka vererek kurtulmayı umması” birebir örtüşüyor. Yakın geçmişte yaşanan FETÖ kumpasları ve onlara seyirci kalındıktan sonra “Allah bizi affetsin” deyip işin içinden sıyrılmak da bu anlayışın eseri değil mi idi? Yalnız, az çok mürekkep yalamış olmama, Ayet ve Hadisleri araştırıp inceleme, okuduğumu anlama kabiliyetime rağmen bu anlayışın geçerli bir izine hiçbir kitapta rastlamadım. İşte onun için, “Hangi kitapta yazar, ben kara cahil miyim” diyorum ya!

Numan Kurtulmuş bu konuşmayı bir sahur programında yapmış. Bir de iftar programları var malum… Ramazan ayı boyunca ekmek elden su gölden her akşam bir iftar, her akşam lüks, israf, şatafat ve Ramazan ayının, tutulan oruçların ruhuna hiç ama hiç uymayan konuşmalar. Çünkü dinimizce israf, lüks ve şatafat, gıybet, dedikodu haramdır ve kardeşinin etini yemektir. Hele de bu iftar sofralarında yapılıyorsa katlamalı günahtır. Siyaseti iftar sofralarına garnitür yapmak abestir ve dinde yeri yoktur. Devlet/Millet malı ile ağalık yapılması ise külliyen yakışık almaz.

Derken, “Devletin millet malı ile yaptığı ağalıklarla” bağlantı kurulabilecek bir habere daha rastladım… Hani, Ak Parti dönemlerinin gözde ihale şampiyonlarından biri vardı ve “Milletin a… koyacağız” diye efelenen bir konuşması ortalığa saçılmıştı. Devletimiz her ne hikmetse zaman zaman bazılarının vergi borçlarını indiriyor ya da sıfırlıyor ya, işte Mehmet Cengiz isimli bu vatandaşın şirketine ait 422 milyon TL’lik vergi borcu da Uzlaşma Komisyonu üyeleri: Mehmet Kilci, Adnan Ertürk ve Ömer Ergenç’in imzaları ile sıfırlanmış, belgesi de yayınlanmıştı malum. Şimdi rastladığım haber ise oldukça dikkat çekici ve dahi oldukça manidar: “Cengiz Holding’in patronu Mehmet Cengiz’e eşinden zina ve şiddetli geçimsizlik suçlaması. Fatma Cengiz 400 milyon TL tazminat talep ediyor!..”

Tesadüfe bakın ki, sıfırlanan vergi borcu ile eşi tarafından kendisinden talep edilen tazminatın miktarı aynı. Yani anlayacağınız, o tazminat da kendi kesesinden değil; sizden bizden, topyekûn milletimizin cebinden çıkacak!

Velhasıl, siyasiler neler işler, başa gelir olmaz işler ve hiç de iyi değil bu gidişler!