Erol Olçok, 15 Temmuz hain darbe girişiminde oğluyla birlikte şehit edildiğinde anlaşılıyor ki iktidar partisi de arka plandaki beynini kaybetmiş. Muhtemelen çok kişi, acaba Erol Olçok yaşıyor olsaydı, iktidar partisi bu kadar hata yapar mıydı, sorusunu soruyordur.

3 Kasım 2002’den beri girdiği istisnasız bütün seçimlerde tabanının yüzünü güldüren iktidar partisinin bir mensubu Sayın Binali Yıldırıma hitaben yüksek sesle, “bizi ağlatmaya hakları yok, istifa etsinler” dedi. Muhtemeldir ki adam siyaseten ilk kez ağlıyordu. Bilmiyor ki o sonucun çokça müdavimi var Türkiye’de. Bizim gibi…

23 Haziran’da Sayın İmamoğlu 31 Mart’a göre oy farkını yaklaşık 60 katla 800 binin üzerine çıkardı. Bunun ekonomik, sosyolojik, siyasi, sosyal, kültürel birçok açıklaması olmalıdır. İktidar Partisi, 17 yıl sonra özellikle 4 büyük şehrin üçünde ve birçok diğerinde neden kaybetti? Bu soruya kendi cenahlarından basit ve fakat anlamlı açıklamalar getirildi.

Örneğin;

Mustafa Yeneroğlu (Milletvekili): “…Ahlaki üstünlüğümüzü kaybettiğimiz için İstanbul’u kaybettik...” Bu açıklama sadece siyaseten değil, bir milletin ve devletin geleceği açısından da mutlaka dikkate alınmalıdır.

Peki, bu süreçte başka ne oldu? Çok geçmişe gitmeye gerek yok. Son 2 ayda sosyal medyada yer alan fotomontajlar, asparagas haberler, etnik suçlamalar hatırlandı. İhlasın yitirildiği görüldü. Hangi ihlası mı? Hani mutasavvıf demiş ya, “ihlas öyle bir şeydir ki; melekler bilebilsin ki yazabilsin, şeytan bilebilsin ki bozamaz” işte bu gerçek ihlası.

Aydın Ünal (eski milletvekili, Sayın Cumhurbaşkanının eski metin yazarı): “…Boğaza nazır yalılarda pelikan baronları nasıl da kemirdik diye kadeh tokuşturdular…” diyerek iç ihaneti işaret etti.

Peki, bu süreçte başka ne oldu? Devletin kırmızı bültenle aradığı Osman Öcalan devletin kanalında konuşturulunca ve bunun görüntüleri sosyal medyada yer alınca birisi PKK/HDP kanadında diğeri de normal vatandaş kanadında iki şey oldu.

PKK/HDP seçmeni, Osman Öcalan’ın pürüzsüz, bebek(!) gibi bakımlı, gürbüz cildini, kılık kıyafetini, semiz(!) halini görünce dağlarda, mağaralarda yaşayan, kandırılarak ölüme sürüklenen, üstü-başı yırtık, açlığa ve susuzluğa mahkûm oğlunu, tacize ve tecavüze uğrayan kızını hatırladı ve sordu. Bunu milletin karşına kim çıkarabilir? Cevap belliydi. Bu kadar basit bir içselleştirmeyi Erol Olçok görürdü ve yetkilileri uyarırdı.

Kendi işinde gücünde normal vatandaşlar da ekranda bir burjuva gibi kasılan, bir playboy gibi rahat tavırlı Osman Öcalan’ı görünce onun da katıldığı katliamları, baskınları, yakıla-yıkılan köylerini, şehit edilen askeri-polisi-korucuyu, yağmalanan işyerlerini, bozulan hayat standardını kısaca PKK’yı katmerli olarak hatırladı.

Şamil Tayyar (eski milletvekili, yazar): “…Milletle inatlaşmanın sonucu geldi bu mağlubiyet…”

Peki, bu süreçte başka ne oldu? Abdullah Öcalan’ın mektubu okununca milli duyguları kabarık insanların ve özellikle de ülkücülerin sessiz tavrı dikkate alınmadı. Ülkücülerin milli vicdanla bu vatan için 2500'ün üzerinde şehit verdiğini, film veya rol değil gerçekten idam edildiğini, öldürüldüğünü hesap etmediler. Kavgada taşlanmayan, yağmurda ıslanmayan bazılarının ülkücülere vatanperverlik dersi vermeye kalktıkları görüldü.

Selçuk Özdağ (eski milletvekili): Ahmet Davutoğlu’nun bir sözünü dillendirdi. “…Ya yeni bir yol ya da izmihlal (kaybolup gitme!)…”

Peki, bu süreçte başka ne oldu? Biraz empati bile yapmadı iktidar mensupları ve tabanı. Kibrin haramlığını dillendirmelerine karşın kibre düştüler ama bunu kabul etmediler. Trollerin yaptıkları paylaşımların, yenilen kul hakkının yan etkilerini görmediler. Çok ayrımcılık yapıldı ancak kendisi ayrımcılığa uğramayanlar herkesin durumunu iyi sanarak, “ötekileştirmeyin beni” diyenlerin samimiyetine inanmadılar. Bozulan ekonomiyi görmek istemediler, Suriyeli ikileminin her geçen gün kangrene dönüştüğünü bilmezden geldiler.

Kemal Öztürk (AA Eski Genel Müdürü, yazar): “…Millet AK Partiden hesap sordu, sorumlulardan hesap sorulmalıdır...”

Peki, bu süreçte başka ne oldu? Mursi’nin ölümüyle hassaslaşan bazı kesimler seçimlere bir hafta kala, Suudilerin Körfez İşlerinden sorumlu bakanı Tamer El Sabhan’ın 14 Haziran 2019’da Suriye’de terör örgütü YPG/PKK işgalindeki bölgeyi ziyaretini ve desteğini hatırladı ve hassas moddan sıyrıldı.

Bülent Turan (Genel Başkan Yardımcısı): “…Muhasebe ve muhakeme zamanı…” diyerek bir nevi özeleştiri yaptı.

Peki, bu süreçte başka ne oldu? Hayata dokunmayı, yüreğe dokunmayı, göze dokunmayı unuttukları hatırlandı. Üniversite mezunu işsiz sayısı çığ gibi büyürken zaten ballı maaşları olan bazılarının çok daha ballı yeni maaşlarla yeni görevlere getirildiklerini hatırladı. Üretimden kaçış, yardımla yaşam bir yere kadardı ve dur dendi.

Es-selam olsun, ves-selam olsun, has-kelam olsun, Etimesgut Belediye Başkanı Enver Demirel’e. Neden mi? Hani vatandaşın birisi Binali beye, “bizi ağlatmaya hakları yok…” demişti ya. İşte o söze binaen, ortaokul yıllarımızdan beri bizim sevdiğimizi sevmeye başlayan, oy veren ancak hiçbir seçimde birinci olma sevincini yaşayamayan ve üzülen, 90'ına yaklaşan babamı, 80'ini geçen anamı seçmeni oldukları Ankara Etimesgut’ta 3 seçimde sevindirdiği için.

Diliyorum ki samimi yorumlarımız dikkate alınır ve olanlardan ders çıkarılır…