O bir genç kızdı evlendiğinde, yaşı henüz 15.

O bir anneydi ilk evladını kucağına aldığında, yaşı henüz 16.

O bir aylık hamile ve fakat dul bir kadındı eşini şehit verdiğinde, yaşı henüz 19.

O ikinci kez anne olmuştu, eşiyle bebeğinin kokusunu paylaşamadan, yaşı henüz 20.

O acılarla dolu bir yaşamın ardından hayata gözlerini yumdu, yaş olmuştu 58…

O bir anne, o bir baba vekili, o bir babaanne, o bir şehit eşi, velhasıl o bir kadın…

Acının ne olduğunu bilmeden acım var diyenler, bir daha düşünsün…

Kaybetmenin ne olduğunu bilmeden yıkıldığını sananlar, öteye bir baksın…

Bu bir senaryo, kurgu falan değil gerçek hayattan bir kesit…

Acının-yokluğun-özlemin-yetimliğin koynunda geçen ve şimdi de öksüzlüğün bağrına sığınacakların hayatına dair sadece bir dilim…

Adı Pervin. Gariban Anadolu’nun bağrında yetişen bir kız çocuğu. 1970’lerin Türkiye’sinde ailelerin uygun görmesiyle yağız bir delikanlı ile evlendi. İlhami ailesi ile yaşıyor, babası ve kardeşiyle birlikte kendi işyerlerinde rızıklarını arıyorlardı. Kardeşi Mustafa bir taraftan da Hukuk Fakültesinde okuyordu.

Mustafa, vatan sevdasıyla kavrulan, etrafında sayılan-sevilen bir gençti. Ay-yıldızlı bayrağa baktığında gözleri dolan, altındaki vatan toprağına baktığında kalp atışları artan bir Alperen’di. Ağabeyinin ilk evladı Malazgirt Zaferinin yıldönümünde, 26 Ağustos 1976’da dünyaya geldiğinde ismini amcası Mustafa koydu. Adı Alper olsun dedi.

Çekirdek ailelerine katılan gelin hanım Pervin ve torun Alper’le birlikte aynı çatı altında mutluydular. İkinci kez hamileydi, haber verdi hayat arkadaşı İlhami’ye ve birlikte yaşadılar gelecek evladın sevincini.

Ramazan ayının üçüncü günüydü.

O akşam bir akraba evine iftara davetliydiler ailece. Pervin hanımlar otobüsle iftar davetine giderken kocasının işyerini gördü pencereden. Işıklar yanıyordu. Hayırdır inşallah dedi, zira o saatte kapalı olmalıydı ki iftara yetişilebilsinler. Gittikleri akraba evinde büyük bir kalabalıkla karşılaştı ve gerçekle yüzleşince gözleri karardı, dünya başına yıkıldı. Erini kaybetmişti, aynı anda abim dedikçe ağzından can-abim çıkan kayın-kardeşini de kaybetmişti.

İlhami ve Mustafa iftara hazırlanıyorlarmış ki eli silahlı katiller girmiş dükkâna. Önce Mustafa’ya sonra da ağabeyi İlhami’ye sıkmışlar acımasızca. Mustafa oracıkta, İlhami ise kaldırıldığı hastanede içmişlerdi şehadet şerbetini. İftarlarını ne su ne de hurmayla açmışlardı, kör kurşundu o günkü azıkları…

Hayatlarında yeni bir sayfa açılmıştı, birisi kucağında diğeri karnında iki bebesiyle. Bir ömür ki yoklukla, yoksunlukla, kederle, özlemle geçecek. Kayınpederi adam gibi adamdı, sardı sarmaladı onları ama yetmezdi, yetemezdi, babanın yerini hiçbir şey dolduramazdı.

İkinci oğlu dünyaya geldi. Adını amcasının ismi yaşasın diye Mustafa koydular. Yenimahalle’deki evlerinde örgü makinesiyle iş üretmeye çalıştı Pervin Hanım. Kendi ayakları üzerinde durmak, çocuklarına helal lokma yedirmek, dosta düşmana muhtaç kalmadan evlatlarının mürüvvetini görmekti gailesi.

Sekiz yıl sonra kayınpeder de rahmete ulaşınca sorunlar daha da katmerlendi. Sonrası zordan da zordu. Artık hem anası hem de babasıydı büyüğü 11, küçüğü 8 yaşında olan iki yetimin. Pervin hanım, metanetli ve dirençli bir kadındı. Neler yaşandı, ne acılar çekildi, hangi yoksunluk yaktı yürekleri, hangi özlemle büyüdü evlatları, bir o bir de Allah bilirdi…

Pervin hanımın şehitlerimizi anlattığı bir videoda söyledikleri iç yakıcıydı. “Hep bir tarafları kırık yetiştiler ve öyle yaşadılar. İsteseler de direnemezlerdi hayata çocuk yaşlarında ve gençliklerinde, nitekim direnemediler. Belki sağlam bir arkamız olsaydı böyle olmazdı. Bizim sofralarımız hep göz yaşıyla kalktı.”

Yıllar hızla geçti ama nasıl? 2014’ün Kasım’ında gencecik evladı Mustafa hayata gözlerini yumdu. Garip bir cilve olsa gerek, Mustafa da vefat ettiğinde tıpkı babası gibi iki erkek evlat bıraktı ardında. Mustafa babasının ve amcasının yan yana kabirlerini her ziyaretlerinde babasından ziyade amcasının mezar taşına sarılarak “ben buraya gömüleceğim” derdi. Bu bir vasiyetti sanki tekrarlaya durduğu.

Mustafa vefat ettiğinde mezar yeri için arayışa bile girilmedi, çünkü amcasının koynu onu bekliyordu. Öyle de yapıldı, lakin yan yana yatan iki kardeşten Mustafa’nın yerine yanlışlıkla İlhami’nin kabri açılmıştı ve evlat Mustafa doğumundan 8 ay önce gömülen babasının koynuna emanet edilmişti.

Çilenin ve kederin dibi bu mu yoksa daha derini de var mıydı acep?

Bunca çilenin faturası kesilecekti elbet. Hastalıklar sonrası ameliyatına karar verilmişti. Riskli bir ameliyat demişti doktorlar ama olmak durumundaydı. Oldu da… Lakin risk denen meret yakasını bırakmadı. Hayata gözlerini yumdu hem de Mustafa’nın vefat yıldönümünde.

Evet işte böyle, ülkü şehitlerinin ve ardında bıraktıklarının hayat hikayesini okudunuz. Yaralı bir anne daha gözlerini kapadı hayata. Ardında da bir kanlı yürek kalmıştı torunlarla baş başa, sanki bir sarmaşıkmışçasına….

Es-selam olsun, ves-selam olsun, has-kelam olsun, acıyla büyüyenlerin acısını katık yapanlara…