Tarikatlar,cemaatler başlığı altında aslında dini hayat tartışılıyor. Öteden beri neyin dinle ilgili, neyin ilgisiz olduğu ciddi tartışmalara neden olmuştur. Akıl,tecrübe ve toplumsal gelişmelere bırakılmış konularınzorlama yorumlarla dinle irtibatlandırılması dine faydası olmadığı gibi topluma da faydası olmamıştır.

Sözgelimi,İslam bir yönetim biçim vazetmemiştir. İlk dört halifenin seçim biçimine bakıldığı zaman birbirinden farklı dört ayrı seçim biçimi olduğu görülür. Sahabe bu seçim şekillerinin hiç birini dinden çıkarmamış,tam aksine kendi akıl ve deneyimlerinden, İslam öncesi yaşanan tecrübelerden çıkarmıştır.Bu,şu demektir; Müslümanlar bu dört seçim biçiminden birini tercih edebilecekleri gibi kendi tecrübeleriyle başka seçim biçimlerinde de karar kılabilirler.Hiç biri din olmadığı gibi hiç biri dine mugayir de değildir.

Her şeyi Kuran'da aramak elbette bir Müslüman vasfıdır, ama her şeyin Kuran'da olmadığını bilmek de başka bir Müslüman tavrıdır. Kuran bir eksen sunar ve buna bağlı yaşamayı emreder. Bir başka ifadeyle insan davranışlarına yön veren aklı aşılar.İslam aşısı almış bir akıl hayata onun penceresinden bakar,onun merceğinden görmeye başlar. Aklın Müslümanlaşması ona uyarak hareket eden kişinin davranışlarını da Müslümanlaştırır, ona Rahmani bir perspektif kazandırır.

Ancak Kuran bir teferruat kitabi değildir.Nasıl bir insan sorusuna cevap arar ve iyi bir insan olmanın yol ve yöntemlerini gösterir. Bunu yaparken bu gayeyle ilgili mekanizmaların nasıl olması gerektiğinin de cevabını verir.Buna bağlı olarak özellikle inanç,ibadet ve ahlak esasları öne çıkar.Özü itibarıyla din budur.Süleyman Uludağ'a göre; bu temel üzerine oturan dinin hukuk,siyaset ve iktisatla da belli oranda ilişkisi vardır.Bu değerleri belli ölçüde etkiler,belirler ve aynı zamanda onlardan etkilenir.Fakat dinle bu değerler arasındaki ilişki sabit değil,değişkendir.Bu değişimin belli kuralları vardır.Dini hayatı hukuk,siyaset ve ekonomiden tamamıyla koparmak imkansız olmakla beraber bunları dinden belli ölçüde ayırmak zorunlu ve gereklidir.Bu ayırım özellikle şu bakımdan önem taşır;İtikat,ibadet ve ahlak alanında birinci derecede önemli ve etkili olan vahiy, nakil ve gelenektir.Bu alanlarda insan aklı fazla yetkili değildir.Onun için bu üç konuda muhafazakar ve gelenekçi olmak icap eder.Fakat hukuk,siyaset ve ekonomi alanında birinci derecede önemli olan akıl,gözlem ve deneylerdir.Belli bir milletin tarihine,geleneklerine ve halihazırdaki ihtiyaçlarına bakılarak,öbür milletlerin deneyimlerinden de yararlanarak o milletin siyasi,hukuki ve iktisadi hayatı düzenlenebilir.Böyle bir düzenleme İslam'a da aykırı olmaz.(S.Uludağ,İslam-Siyaset İlişkileri,Dergah Yayınları)

Kuran'da bir çok defa Yüce Yaratıcı akletmeyi emretmiştir.Müslüman olmayı,iman etmeyi akılla ilişkilendiren bir dinin akla hiç bir hayat alanı bırakmadığını söylemek mümkün değildir. Bugün, İslam dünyasının içinde bulunduğu sefaletin nedenlerinden biri budur;akla hiç bir serbestlik tanımamak,onu adeta gereksiz,lüzumsuz bir yetenek mevkiine koymak... Asırlardır İslam dünyasının hep aynı şeyleri tartışmasının arkasında Müslümanların bu akılla ilgili problemleri yatmaktadır. Vahyi doğru anlamayan,aklı problem haline getiren bir yaklaşım biçimi, dünyanın baş döndürücü değişimi karşısında farkında olmadan bu tutumu ile -İslam'ı- tartışılır hale getirmektedir.Uludağ'a göre; herşeyi fıkıh kurallarına göre ölçüp biçmenin, herşeyi bu bilgi çerçevesine almanın imkanı olmadığı gibi,bu yönde harcanan çabaların kimseye faydası da yoktur.Ekonominin kendi kuralları,hukukun kendi kanunları,siyasetin kendi ilkeleri vardır.Bu disiplinleri mutlak olarak dinin kaidelerine bağlamak bunların özgünlüğünü yok eder,serbest gelişmelerini engeller,toplumsal gerçeklerle uyumlu olmasına mani olur. Bu da toplumu çöküntüye götürür.

Doğru olan akıl-vahiy ilişkisini doğru anlamak, aklı zincire vurmak değil,onu İslami bir eksende serbest bırakmaktır. Din-akıl ilişkisinin doğru düzenlenmemesi,zamanla akıl dışılığı din haline getirmiş,geleneğe,eskimiş,çürümüş kurumlara yöneltilmesi gereken tepkilerin,dinin özüne yönelmesine sebep olmuştur. Günümüzdeki tartışma da aslında budur.