Başlıktaki ifadeye bakıp da meraklanıp “Eyvah” demiş olabilirsiniz. Onun için hemen açıklık getireyim ki olağanüstü bir şey yok ama şu soruyu sormakta haklısınız tabii: “İyi de kardeşim ne oldu da değişti hayatın?”

Yazılarımı takip edenler, “İyi Niyet Bildirisi/İyi Niyetlerinden Asla Şüphe Etmediklerime Sitemler” başlığını taşıyan bir önceki yazımı hatırlayacaklardır. Geri dönüşlerden anlaşıldığına göre yalnızca yazılarımı takip edenler ya da tanıdıklarım değil, bir vesile ile haberdar olarak yazımın ya da bildirimin kendilerini de muhatap aldığını fark eden, düşünen kişilerle gruplar paylaştıkça paylaşmışlar.

“Kızımızı ne doktorlar ne mühendisler istedi” misali yazımın mühendisler – mimarlar, doktorlar, eğitimciler ve bilip bilmediğim pek çok grup tarafından paylaştığını öğrenmek beni son derece memnun etti. Ayrıca tanımadığım kişilerden sosyal medya aracılığı ile mesaj gönderip yorumlar yapanlar, telefonumu bulup bizzat arayarak tebrik ve teşekkürlerini iletenler, uzun uzun konuşup dertleşenler oldu. Hatta ve hatta ortaya çıkan ya da çıkmaya hazırlanan yeni “oluşumlara” davet bile edildim. Hepsine ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Arkadaş çevreme söylediğim gibi ben tek başıma da olsam hak bildiğim yolda “Tam bağımsız ve gerçekten demokratik” olarak yazmaya, fikirlerimi söylemeye devam edeceğim. Dolayısıyla hayatımın değişmeyeceğinden emin olabilirsiniz.

“Hayatımın değişmesi” yalnızca dostlarımın çoğalıp yazılarımın daha çok kişiye ve kitlelere ulaşmış ya da ulaşacak olmasından ibaret. Yoksa ben yine aynıyım ve yine doğruya “doğru”, yanlışa “yanlış” diyerek yazılarımla hem nalına hem mıhına vurmaya devam edeceğim. Bende değişen şu olabilir ki bir ara karamsarlığa kapılmış, haksızlık ve hukuksuzluklara, vurdumduymazlıklara isyan ederek yazma konusunda tereddüde düşmüş, sonra da dostların teşviki ile devam etmeye karar vermiştim. Şimdi hem yakinen tanıdıklarımdan hem de yüzlerini görmediğim, isimlerini bilmediğim kişilerden destek almış, takdir edilmiş olmanın heyecanını yaşıyorum.

Aldığım mesajlardan üçünü sizlerle de paylaşmak istiyorum. Ankara’da inşaat işleri ile uğraşan mühendis arkadaşlardan biri sözünü ettiğim “İyi Niyet Bildirisi” üzerine şu mesajı gönderdi:

“Ağabey, harika bir yazı olmuş. Tebrik ederim. Allah senin gibi büyüklerimizi başımızdan eksik etmesin. Kalemine ve yüreğine sağlık.”

Yine Ankara’dan değerli bir iş adamı arkadaş yazılarımı ve önceki yazılarımdan oluşan “Vatan Mahzun Ben Mahzun” isimli kitabımı birlikte değerlendirerek şu ifadeleri kullanmış:

“Osman Ağabey; Yazıların durdukça lezzetlenen yemekler ya da yıllanmış şaraplar gibi. Bir yazını oluyorum; hoşuma gidiyor ve “Tam isabet” diyorum. Kitabını elime alıp aynı yazıyı bir yıl sonra okuduğumda o konu gündemden kalktığı için unutulmuş oluyor ama yeniden okunduğu zaman “Vay anasına! Evet, bunlar olmuştu” diyorum. Yani diyorum ki yazılarınla tarihe not düşüyorsun. Bunlar unutulmamalı; çok lazım olacak.”

Kitabımız ve yazılarımız yalnızca Ankara’da takip edilmiyor tabii. İstanbul ve Bursa’dan telefonlar, pek çok yerden mesajlar aldım. Demek ki insanımız dolu, dertli ve derdine yol gösterip ortak olacak bir ışık görmek, bir se duymak, bir yazı okumak istiyor. Son olarak Mersin’de ikamet eden ve yüz yüze tanışmadığımız bir okuyucumun mesajını da sizlerle paylaşmak istiyorum:

Osman Bey merhaba…

Vatan Mahzun Ben Mahzun isimli kitabınızı okuyan bir arkadaşım birkaç dosya kâğıdına notlar almış, kahvehanede sohbet ettiği arkadaşlarına üniversite öğrencisi gibi ders çalışmışçasına anlatıyordu. Hiç müdahil olmayıp keyifle dinledim. Ciddiyetle konuları anlatması hoşuma gitti. Sizden Allah razı olsun.”

Dostlar, arkadaşlar, iyi niyetlerinden asla şüphe etmediğim iyi ve güzel insanlar, sizlerden de Allah razı olsun. Yaklaşık iki yıldan beri hemen her hafta Haber Erk’te yazılarım yayınlanıyor. Serde gazetecilik olduğu için bazen resimli haberler de gönderiyorum. Mersin’de bulunan değerli okuyucumun sözünü ettiği kitap Eylül 2018’den Ekim 2019’a kadar yazdığım yazılardan oluşuyor ve 408 sayfa halinde Net Kitaplık Yayıncılık tarafından basıldı. Kitabın internet üzerinden satışı devam ediyor.

O kitap özellikle 2019’da yaşananları değerlendiren bir kaynak durumunda idi. 2020 değerlendirmelerimiz devam ediyor. Merak eden ve beni daha yakından tanımak isteyen yeni okuyucularımız sitedeki “Önceki yazıları” kutucuğunu tıklayarak o yazılara da ulaşabilirler.

Haksızlık ve adaletsizlikler karşısında susamıyorum. Lüks, israf ve şatafat hele de devlet kurumları tarafından yapılıyorsa isyan ediyorum. Salgın sebebi ile bir taraftan millete İBAN numarası verilip para toplanmaya çalışılırken öbür taraftan bazı sanatçılara konserler verdirilip para saçılmasına bir anlam veremiyorum. Türk Milleti’nin varlığına ve birliğine zarar verecek her hareket, her uygulama beni rahatsız ediyor. Devlet kurumlarının ehliyetsiz, liyakatsiz kişilerce işgal edilmesinden huzursuz oluyorum. Bunca diplomalı işsiz aç ve açıkta iken bazı seçilmiş ailelere mensup olanların istihdam edilmesinden son derece endişeliyim. Hele birkaç yerden ballı kaymaklı maaş alanlar, falan yerde başkan, danışman, müdür ya da eski milletvekili vb. olup falan banka ya da şirkete de Yönetim Kurulu Üyesi olarak atananlar asabımı bozuyor. Hele de bunlar konunun uzmanı ve işin ehli değillerse çılgına dönüyor; Atatürk mirasının hazineye devri konusundaki ısrarı düşününce de “Allah İş Bankası’nı korusun” demekten kendimi alamıyorum.

Yazıp yazmamakta çok tereddüt ettim, sırf bu yüzden yazımı tamamlamayı geciktirdim, defalarca vicdanımın sesini dinledim ve işte yazıyorum: Acaba diyorum önceki yöneticilerimiz dünya ve olimpiyat şampiyonlarımıza bir Yönetim Kurulu Üyeliği vermeyi niye düşünemediler ki? Hamza Yerlikaya alınmasın ama zamanlarının yöneticileri düşünselerdi bile mesela 1948 Londra Olimpiyatları’nda aynı anda üç ayrı minderde final müsabakalarına çıkıp peş peşe kazanarak şampiyon olan Gazanfer Bilge, Celal Atik ve Yaşar Doğu ile yine dünya ve olimpiyat şampiyonlarımızdan Hamit Kaplan, Ahmet Ayık, Tevfik Kış ve diğerleri böyle bir görevi/görevleri kabul ederler mi idi? (Kanaatimce kabul etmezlerdi ama mazur görün, ben bu satırları yazarken bile o zafer sahneleri gözlerimin önüne geldiği için duygulanıp ağladım.)

Bu tür atamalarda helal – haram, hak – hukuk – adalet – eşitlik kavramlarının yok edildiği aşikâr. AKP’ye oy veren ve meyilli olan pek çok kişinin de bu durumdan rahatsız olduğuna şahidim. Yapıp ettiklerimizden, yazıp çizdiklerimizden sorumlu olacağımıza göre bunları yazarak dile getirmezsem kalemimin hakkını ödeyemediğim için Allah indinde hesap veremem. Bu arada, yazımı hazırlarken sosyal medyada rastladığım hoş bir paylaşımı da aktarmak istiyorum: “Meğer AKP’nin ekibi ve yetişmiş kadrosu yokmuş. Baksanıza bir kişiye üç – beş koltuk birden veriyor, bazı ailelerin de yedi sülalesini işe alıyorlar!” (Kendileri ya da diplomalı çocukları işsiz gezerken iktidarı desteklemeye devam eden ailelerin kulakları çınlasın!)

Beni rahatsız eden bir başka konu da Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tutumudur… Diyanet ne yazık ki tamamen siyasetin kontrolüne girmiş durumda. Sözünü edip şikâyetçi olduğumuz konuları görmezden gelmesi bir yana, sevgi ve hoşgörü üzerine bina edilen İslamiyet’in adeta bir korku ve nefret söylemi ile anlatılmasından, “Ameller niyetlere göredir, herkese ancak niyet ettiği vardır” ve “Mü’minin niyeti amelinden hayırlıdır” gibi Hadis-i Şerifler ortada dururken, “Dinde zorlama yoktur” gibi bir Ayet-i Kerime ve “Zorlaştırmayınız kolaylaştırınız, nefret ettirmeyiniz müjdeleyiniz” gibi bir düstur, bir anahtar varken “din adamı” ya da “ilahiyatçı” etiketi taşıyanların İslamiyet’i anlayamamış olmalarına ve dolayısıyla anlatamadıkları için de insanları dinden uzaklaştırmalarına şaşıyorum.

Kısacası yazılarımda sık sık bu konulara yer vererek hem nalına hem mıhına vurmaya devam ediyorum, edeceğim. Asla haksızlık karşısında susan “Dilsiz şeytan” olmadım, olmayacağım. Anlayacağınız işte ben buyum ve hayatım değişmedi, değişmeyecek.