Avrupa’da ilk defa ülkeler arası otobüs ile yolculuk yapıyorum.

İstasyon önünde durakta bekleyen otobüse bindim yerimi aldım.

Küçük çantamın içinden okuyacağım kitabı çevreyi ezbere bildiğimden dolayı hiçbir yere bakmadan okumaya koyuldum.

Otomobil ile yaklaşık bir buçuk saat sürecek olan yolculuk ehliyetime el konulduğundan dört saat sürecekti.

Kitabı okumaya başladığımda şoförün Duesseldorf anonsuyla okumaya son verdim.

Yarım saatlik bir yolculuğum için diğer otobüse bindim ve kitabın konusu ve yolculuğum üzerine düşünmeye başladım.

Erol Cihangir hocamız geçtiğimiz yıllarda ülke ülke şehir şehir derneklere konferans vermek için böyle tek başına yolculuk yapıyordu ve bize yolculuğun zor olduğunu anlattığında: “Dava adamısın hocam, konferanslarından da para almıyorsun. Yol parasını bazen zor imkânlarınla kendin karşılıyorsun.” Diye şakalaşırdık.

O aklıma geldi, Sovyet Rusya dağılmadan Rusya’da Kazan Üniversitesinde araştırmacı ve öğretim görevlisi olarak bulunmuştu. Hayatı konferanslar, sempozyumlar, araştırma ve hizmet ile devam ediyordu ve halen milletine hizmete devam ediyor.

Daha önceki yazılarımda Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleriyle ilgili çalışmalarımız ve fikirlerimi defaten yazmıştım.

Avrupa Atatürkçü Düşünce Dernekleri Birliği Genel Başkanı Dr. Mustafa Tosun’un misafiri oldum. Tren istasyonunun önündeki otobüs durağından beni aldı. Birlikte evine gittik. Öğretmen olan eşi bize yemek hazırlamış, sohbetimizi istemeyerek te olsa kestik ve yemeğe koyulduk. Yemekte de sohbete devam ettik.

Geç saatlere kadar Avrupa Türklüğü için neler yapılır, problemlere ne gibi çözümler bulunur konuştuk, tartıştık ve ertesi gün iki günlük bir programda dinamik olmak için uyku için yatmaya odalarımıza çekildik.

Gözlerimde uyku yoktu, aslında uykusuzdum fakat uykuyu bir türlü yakalayamadım.

Sabah erkenden otomobil ile Frankfurt'a hareket ettik, aslında ben sabah erkenden sigara altı bir şeyler atıştırmış ve kahvemi içmiştim.

Yolda yine konuşmaya Türk dünyası üzerine başladık. Bir ara sohbetimize dalınca yanlış yola girdik. Trafik durmuş haldeydi, başkanı bir heyecan aldı, toplantı saatine yetişemeyeceğiz, diye.

Araçlar arasından ilerledik ve toplantı yapılacak otele ulaştık, önceden tanıdığım birkaç arkadaş ve tanımadığım Almanya’nın çeşitli eyaletlerinden, şehirlerinden gelen arkadaşlar ile tanıştık.

Konferansın ilk konuşmacısı bendim ve program listesindeki saatlere göz attım bana on dakika ayrıldığını sanıyordum, oysa bir saatlik sürem varmış.

Konuya giriş için yaptığım ön konuşma yarım saati aştı, salondaki arkadaşlar pür dikkat beni dinliyorlardı. İlk defa o topluma (sözde) karşı görüşten birisi hitap ediyordu.

Konuşmam bitti ve ilgi fevkaladeydi, anlattıklarımda hepimiz aynı fikirde olduğumuzu dinleyicilerin yüzüne bakınca gülümsemeleri ve ilgilerinden anladım. Sorular cevaplar derken bir saatlik süreyi aşmak üzereydik ve mola saati geldi.

Diğer arkadaşlar da kendilerine verilen konular üzerine konuştular, fikir ürettiler, çözümler ürettiler ve mücadele şekillerini ortaya koydular.

Aslında problemlerimiz Avrupa Türkleriyle ilgiliydi, cemaat, siyasi grup vs lerin ayrı problemleri değildi. Bütün Türk insanını ve üzerinde yaşadığımız ülkenin insanlarıyla ilgili konulardı.

Biz bu konuları kendi aramızda hep konuşur fikir üretir fakat bir türlü icraata geçirmezdik. Sözde kalırdı. Bir iki hamasi nutuklar atarak büyük zaferler kazanmış gibi reklamlarla kendimizi gösterirdik.

Burada öyle değildi. Kendimi bir Ülkücü dernek veya federasyon toplantısında görmek isterdim. Yıllarca böyle bir toplantının olmasını ve bu toplantıda bütün problemlerimize çözümler üretilmesi ve haklarımızın, yapılması gerekenlerin yapılması için elimizi taşın altına koyarak sonuna kadar mücadele etmemiz gerekirdi, diye acı acı iç geçirdim.

Ümidimiz kırılmıştı, Ankara’dan veya Almanya Federasyonunun emriyle hedeflerimize bir türlü ulaşamazdık.

Oysa şimdi yüreğini ortaya koyan, hiçbir yerden beslenmeyen ve kendi imkânlarıyla mücadele veren, Kuvayı Milliye ruhunda olan insanlar daha önce Türkler için yapmış oldukları mücadelede birlik içinde başarılı olmuşlar, önlerine engeller çıkmış fakat yılmadan hedefe ulaşmışlardı.

Biz Ülkücülerin yapması gerekenleri bizler yapamamış veya yaptırılmamış güzel projeler enine boyuna tartışıldı ve masaya konuldu. Kimler nerede ne gibi hizmet verecek, ne gibi mücadele edecek, nerede güç oluşturulacak hepsini konuştuk ve iki gün süren güzel bir çalışma ümit ışıkları vermeye başladı.

Bu toplantı bize bir muştuyu gösterdi. Söz konusu Türklük olunca birlik içinde başaramayacağımız bir şey yoktur.

Bu arada toplantı hiçbir yerde ilan edilmemişti, yüzlerce km mesafeden gelen Ülkücü kimliğiyle tanınan bir yiğitte oraya kadar koşturmuş ve bizlerin yanında yer almıştı.

Pazar günkü program öğlen üzeri bitince Limburg bölgesinde yeni açılacak bir Atatürkçü Düşünce Derneği’ne davet edildik ve toplantıya katılanların bir kısmıyla oraya hareket ettik.

Yeni tanıdığım simalar, sevgi sempati ve ilgi beni şaşırtıyordu. Sanki yıllarca uzak kaldığım memleketime gitmiş ve hasretlik gideriyorduk.

Açılışa gelenlerin arasında bir tanıdık gördüm, benim geleceğimi bildiğinden kmlerce yol kat edip gelmişti tanıştık kaynaştık derken: “Recep hoca burada.” Dedi ve hemen telefona sarıldı.

Yıllarca Ülkü ocaklarında ve vatanın birçok köşesinde öğretmenlik yapan, bilge bir arkadaşımız fazla sürmedi geldi. Çok heyecanlıydı yapısı itibariyle ve hemen oradaki arkadaşlar ile kaynaştı. Birkaç tanesini önceden tanıyormuş, sohbet kaynaşma derken Anadolu’nun yanık türkülerini saz eşliğinde söyleyen sanatçı ile birlikte hepimiz koro halinde söyledik.

Recep Yılmaz hoca beni evine çaya davet ediyordu, derken iş ve mücadele adamı Ülkücü arkadaşımız AADD Birliği Genel Başkanı Dr. Mustafa Tosun öğretmen eşi ve ben üç araç ile Recep hocamıza oraya yakın bir şehre misafir olduk.

Recep Yılmaz ayrı bir dava adamıdır. Aykırıdır biraz, Balkanları, Türk dünyasını karış karış dolaşır, maaşının bir aylığını hizmete harcayan bir serdengeçtidir. Macaristan Turan Kurultayının başlıca müdavimlerindendir. Asena olarak yetiştirdiği Çeçenay bu gezilerde babasını hiç yalnız bırakmaz, Macar ovasında gece yıldızlar altındaki sohbetlerimizi hiç unutmamış, Ahmet amcası ve babasının sohbetleri onu çok etkilemiş ve babasına çok ısrar etmiş: “Ahmet Amcamı getir.” Diye. Tabi yüreği vatan aşkıyla yanan Türklük ateşiyle kavrulan dünya güzeli Asena’mızı kırmak olur mu?

Sohbet bir türlü bitmiyordu, tarihi konular, dini konular, sosyal konular tekrardan balkonda Türk çayı içerken ortaya getirildi ve sohbete doyum olmuyordu. Benim yolum uzun ve Belçika’ya dönmem için otobüs ve trenlerin geç saatten sonra kalkamayacağını söyleyince istemeyerek Recep hoca ve ailesine veda ettik. Başkan ve eşiyle de vedalaştık onlarda kaldıkları şehre hareket ettiler.

Avrupa’nın yiğit Türkçüsü, fedakâr, cefakar Abdullah Yücesan ağabey ile bizde Aachen’e hareket ettik. Abdullah Yücesan ağabey beni Aachen’de gönüldaşımız Ülkü’ye teslim etti ve onlarda beni Belçika’ya getirdiler. Ülkü bey ve eşiyle yolculuk yaparken yine siyaset konuştuk ve sohbetimiz yarım kaldı, başka bir zaman buluşmak için onlara veda ettim. Oğlum Âdem’i önceden aramıştım o da geldi ve geç saatte evime gelebildim.

Abdullah ağabey ile Avrupa’yı özellikle Macaristan Kurultaylarına bazen ikimiz otomobil ile onlarca saat yolculuk yapar hep davamızı anlatırdık. Ülkü bey ve Abdullah ağabey ile Kırım davasında Avrupa’da yıllarca birlikte mücadele ettik.

Bu bir yol hikâyesi değildi, bu güne kadar ihmal edilmiş ve birbirlerine zıt kutuplar olarak ayrıştırılmış yüreği Türklük ve vatan için çarpan yiğitlerin geç te olsa birlikteliğiydi.

Fikirler aynı, duygular aynı, endişeler aynı, sevinçler aynı, değerlerimiz aynı neden bizleri bir araya getirmediler ve bizi bir birimize düşman kutuplar olarak gösterip birlikteliğimize engel oldular?

Bu soruların cevabını ileriki yazılarımda teferruatına kadar anlatacağım.

Ülkücü hareketin fikriyatın bütün hedeflerini burada birlikte tartıştık ve çözüm için fikir ürettik, taşın altına elimizi koyduk.

Oysa bu fikirler, faaliyetler mücadele sadece Ülkücülere ait değil, yüreği vatan için çarpan Türk insanlarının da Ülküsüymüş…

İsimler, sıfatlar ayrı fakat hedefler aynı.

Biz; Ülkücüyüz, Atatürkçüyüz, Muhafazakarız, Türkçüyüz, Dindarız ama hepsinden öte Türk Milliyetçisiyiz.

Bu noktada her şey biter ve kanımızın gereği yiğit yüreğimizi ortaya koyarız.

NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE