Borçlu olduklarımız…

Abone Ol

Hayatın akışına bakıyorum da değişmeyen tek şey değişim olduğu gibi, bazı adreslerde kamplaşmış, dinozorlaşmış ve o noktaları kendilerine bayrak direği bellemiş kişilerde pek az değişiyor veya değişmek onların işlerine gelmiyor.

Hele bir de milliyetçi, ülkücü ve marjinal takılanlarımız var ya, bunlar her dönem ANAP’a DYP’ye, liberallere, merkez sağa da, merkez sola da karşı olanlarımız ve fırsat buldukça giydirenlerimiz.

Bir yağlı tablo resme bakmak ile o resmi görmek arasında derin farklar vardır birde onu anlamak, ressamın ne istediğini anlayabilmek, o fırça darbelerini indirirken neleri hesaplayıp neleri hayal ettiğini düşünebilmek.

Oturup tartışmaya açtığımızda birçok negatif eleştiriye maruz bırakabiliriz, Merkez Sağ Parti olarak millete anlatan ANAP’ı veya DYP’yi. Fakat amacımız her daim bu milletin birliği beraberliği olmadı mı? Çoğu zaman merkez sağın liberal ve kapitalist politikalarından sebep bazı zamanlarda canımız yanmış ve sıkılmış olsa da bizlere vefa gösterenler yine Milliyetçi Hareketin sesinin kısıldığı zamanlarda içimizden yetişip merkez sağda siyaset yapmaya başlayan bu arkadaşlarımız savundu bizleri. Öncelikle yargılamalarımıza müdahale ettiler, Kenan Evren’e baskı yapıp bizleri sivil cezaevlerine naklettiler. “Özal Affı” adıyla birçoğumuzu cezaevlerinden çıkardılar, o an çıkamayanlara elle tutulur umut ışıkları yaktılar, bu çocuklar büyüdü, elleri ekmek tutmalı dediler ve mahkûm kadroları sebebiyle bizleri işe aldılar ki bunlardan rahatsız olanlar ülkücü kisvesi adı altında Kartal Demirağ’ı kullandılar. Bir Başbakan “Bu Vatan için kurşun atan da kurşun yiyen de bizim evladımız” diyerek ülkücülere selam eşliğinde kucak açtılar. Tabi bunların hiç biri insan evladına yeterli gelmiyor ama aklıselim düşünüldüğünde Merkez Sağ diye adlandırdığımız partilerin ve siyasetçilerin, özellikle ülkücü kökenlilerin bizlere birçok noktada yardımları olduğunu görebiliyoruz.

Merkez Sağ Partiler, Ehli Sünnete sahip çıkarak, Avrupa’nın çağdaşlığını ve insan haklarındaki modernliğini örnek alarak yaşayan halkların refahının en üst seviyelere çıkmasında büyük roller oynamıştır. Özellikle örümcek kafalı zihniyetlerin her defasında karşı çıktığı tüm yenilikleri ve değişimin öncülüğünü yapmıştır. Ülkemizin daha yaşanabilir bir hale gelmesi noktasında katkı göstermişlerdir. Dönemin içinde bulunduğu konjonktüre göre gerek İslam ülkelerine, gerek Türki cumhuriyetlere ve gerekse Sosyalist politikaları savunan ve uygulayan devletlere göre daha fazla yol kat etmiş ve belli konularda başarıya ulaşmıştır. Sonuç itibari ile 1950’den bu yana gelişen ne varsa onların eseri olmuştur diyebiliriz.

Merkez Sağ veya Sol, dinleri, siyasi görüşleri, düşünceleri, ırkı bir kenara koyup herkesin etik kurallar ve ahlaki değerler çerçevesinde dilediğini dilediği şekilde yaşayabileceği bir ortamın oluşmasıdır aslında. Düşünce özgürlüğünün olmadığı bir toplumda Merkez bir partiden söz etmek doğru olmaz.

Aklınıza hemen AKP’nin bulunduğu konumu sorgulamak gelecek ama onu hiçbir noktaya koyamayacaksınız, çünkü o aldatılmışlığa inanmışların partisi olarak kalacak. İlk döneminde Merkez Sağ zihniyeti ile yola çıkmış Ülkücüsünü, İslamcısını, Sosyal Demokrat kimlikli siyasetçileri bünyesine katmış olmasına rağmen ilerleyen dönemlerde çok kolay bir şekilde şucu bucu olmuş ve kimliğini tamamıyla kaybetmiştir. Gün geldi Ergenekon’un savcısı oldular, gün geldi Kürt açılımını savundular, Türk Milliyetçiliğini ayaklar altına aldılar, sonrasında Türkçü oldular, FETÖcü denen ahlaksız devlet düşmanı teröristler ile saf tuttular, neci olduklarının çok bir önemi de yok aslında, bu milleti kutuplaştırmadığın ve zihinsel bölünmelerin deformasyonlarına yol açmadığın sürece. Bugün karşımızda ki tehlikeler sıralamasında gerek bölünme tehdidi, gerekse ekonomik kriz tehdidi çok gerilerde kalmaktadır. Ne yazık ki bugün Türkiye’nin karşısında ki en büyük tehlike yozlaşmış ve yobazlaşmış bir toplum ile karşı karşıya kalmamız olmuştur.

Şu ana kadar okuduklarınızla huzurun, refahın ve ahlakın yerine oturması için gerekli olan sentezin yani “YENİ MERKEZ PARTİ”nin Hanımefendi’nin liderliğinde ne anlatmak için yola çıktığını, neler yapmak istediğini ve hangi hedefleri ortaya koyduğunu gayet açık bir şekilde görebiliyoruz.

Eğitim ailede başlar, özellikle biz Türk toplumunda bu kati şekilde böyledir. Yeni Parti’nin hamuru huzurun, barışın ve birliğin oluşması için gerekli olan Halil İbrahim Zihniyeti ile yoğrulmuştur. Bizler bu zihniyeti evimizde de, işimizde de yaşamaktayız ve mümkün olduğunca yaşadığımız ve gezdiğimiz coğrafyalara da yaymaktayız. Halil İbrahim Sofrasının bereketi o sofradan nasiplenenlerin Allah inancına sahip olup olmadığına bakılmaksızın Rabbin herkese rızk dağıtmasıdır ve o sofradan hiç kimsenin kovulamamasıdır, o Rahman ve Rahimdir.

Bugün Yeni Parti’nin de benimsemiş olduğu zihniyet noktasında sosyal barışın ana tema olması zaruri ihtiyaç haline gelmiştir. Sosyal barış sağlanacak ki o Halil İbrahim Sofrasında yüzler gülsün, umutlar yeşersin, istişareler eşliğinde doğru ve sağlıklı kararlar alınsın.

Sağlıklı konuşabilmek, sağlıklı kararlar alabilmek için, Türk Milliyetçiliğine zarar vermemek adına marjinal dokulu tüm fikirlerin tozlu raflara koymak yerine sobalarda yakılmasını öneririm. Marjinal fikirleri taşıyabilecek ne çağdayız ne de o psikolojideyiz.

Gün birlik olma günüdür, ne dil ne din ne de insanları ayıran, sınıflandıran herhangi bir kriteri baz almadan herkesi kucaklayarak, sosyal barışı sağlayıp bir birimizi içimize sindirerek, el ele omuz omuza vererek bu yola çıkmalıyız.

Buyurun Dostlar Buyurun Halil İbrahim Sofrasına…