Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakanlığı döneminde sık sık bürokrasiden şikâyet ediyor ve buna çare bulunması gerektiğini söylüyordu. Yazıma başlık olarak koyduğum cümle de ona ait. 6 Nisan 2006 tarihinde Hilton Oteli'nde düzenlenen Türkiye Süt, Et, Gıda Sanayicileri ve Üreticileri Birliği (SETBİR) Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmadan aldım.

Seçilmiş değil de atanmış kişiler oldukları için Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü ve iletişim Başkanı aslında birer bürokrattırlar. Bürokratlar ise siyasi kişilik değillerdir. Ancak buna rağmen çoğu zaman yazılı ve görsel basına demeçler vererek siyasilere cevap yetiştirip sosyal medyada siyasetin kaymaklısını yapmaktan çekinmiyorlar. Bu durum kafama takıldığı için hayretle, “Bu kadar da olmaz” dediğim zamanlar oluyor. Bildiğimiz kadarıyla ve olması gerektiği gibi onlar bürokrat, Cumhurbaşkanı ise yürürlükte olan sistem gereği aynı zamanda siyasi bir kişiliktir. Dolayısıyla bürokratların, Cumhurbaşkanı’nın devlet ve millet işleri ile ilgili çalışmaları hakkında mesai harcamaları, siyasi konuları kendisine bırakmaları gerekir. Doğru olan budur.

En son Bütçe görüşmeleri sırasında yine seçilmiş değil de atanmış kişiler olan Bakanlarla Cumhurbaşkanı Yardımcısı’nın siyasi konuşma yapmak bir yana, TBMM’nin seçilmiş milletvekillerini azarlarcasına konuşmaları ve amiyane tabiri ile onlara “ayar vermeleri” üzerine Sayın Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde bürokrasiden yakındığı konuşmalarını hatırladım. Bir tıkla arayınca da yukarıda tarihini verdiğim konuşması ekranıma yansıdı. Erdoğan, bundan tam on dört yıl önce Türkiye Süt, Et, Gıda Sanayicileri ve Üreticileri Birliği (SETBİR) Genel Kurulu'nda yaptığı konuşmada bürokrasiden yakınarak şunları söylüyordu:

“Yıllar boyunca süregelen ihmalin, vurdumduymazlığın ne boyutlara geldiğini biliyorsunuz. Değerlendirmelerinizi, eleştiri ve önerilerinizi alacağız, imkânlarımız ölçüsünde de ne gerekiyorsa bunu da yapacağız, yapmaya mecburuz.

Tabii her zaman söylüyorum, zaman zaman da 'acaba fazla mı bu işi kaçırdım' diye de düşünüyorum. Hep, 'bürokrasi, bürokrasi, bürokratik oligarşi filan falan' deyip duruyorum. Belki bürokrat arkadaşlarım da bundan rahatsız oluyorlar. Ama bu yanlışı yapmayanlar hiç rahatsız olmasınlar. 'Ben görevimi yapıyorum' desin.

Ama bir de bakıyorum, girişimci, müteşebbis bu konuda bir adım atacak, adım attığı zaman kalkıp bir masadan öbür masaya, bir masadan öbür masaya gidiyor. Eğer böyle bir turnike, bürokratik bir turnike oluşturacak olursak, bu ülkemdeki girişimciyi de yoruyor ve 'lanet olsun' deyip ondan sonra da bir kenara çekiliyor.”

,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,

“Yılların kendilerine vermiş olduğu bir gücü acımasızca kullanıyorlar. Bunu görüyoruz... Bunu hep birlikte aşmaya da mecburuz. Er ya da geç bu aşılmalı.”

İşte, tıpkı siyasi demeçler veren sözcü ve daire başkanları gibi, eskilerin Bakanlık Müsteşarları konumunda olan atanmış Bakanların TBMM çatısı altında adeta milletvekillerini tehdit edercesine konuşmaları bana Sayın Erdoğan’ın bundan 14 – 15 yıl önce yaptığı bürokrasiden yakınan o konuşmalarını hatırlattı. Hele konuşmanın içinde geçen, “Yılların kendilerine vermiş olduğu bir gücü acımasızca kullanıyorlar. Bunu görüyoruz... Bunu hep birlikte aşmaya da mecburuz. Er ya da geç bu aşılmalı” cümlesi yok mu?

O cümleyi alıp pek âlâ günümüze uygulayabiliriz: “Atanmışlar, seçilmişlere karşı Cumhurbaşkanı’nın kendilerine verdiği bir gücü/yetkiyi acımasızca kullanıyorlar. Bunu görüyoruz... Bunu hep birlikte aşmaya da mecburuz. Er ya da geç bu aşılmalı!”

Evet… Er ya da geç bu aşılmalı ve gerekli düzenlemeler yapılarak Parlamenter Sistem güçlendirilerek geri getirilmeli. Şimdi AKP sıralarında bulunan milletvekilleri, muhalefet sıralarında bulunan arkadaşlarına karşı söylenen azarlamaları keyifle dinliyor olabilirler ama bir şarkıda geçtiği gibi “Bugün banaysa yarın da sana/Onun için ne gül, ne ağla” misali yarın ne olacağı bilinmez. Bir anda iktidardan düşülebilir ve bu sistem devam ederse şimdinin muktediri olan atanmışların yerine gelecek olanlar bu defa kendilerini azarlayabilirler ve güçlerine gider, üzülürler. Çünkü azarlayanlar siyasi muarızları değil de yine atanmışlar olacaktır.

Kısacası yol yakınken bu sistemin değiştirilmesi için gerekli çalışmalar yapılmalı, Milletvekilleri milletin gerçek temsilcileri olduklarının farkına varmalıdırlar.

Ayrıca, iddia edildiği ve beklenildiği gibi sistem, işlerin pratik olarak yürümesi konusunda bir avantaj sağlamamış, aksine inisiyatif kullanamayan Bakanlar atacakları her adımda Cumhurbaşkanı’ndan bir işaret beklemekten ya da “Ne der acaba” diye tereddütlere düşmekten iş göremez hale gelmişlerdir.

Peki, on dört yıl önce yapılan o konuşmadan aldığımız bölümün birinci paragrafına dönerek, “Yıllar boyunca süregelen ihmal giderilmiş midir yoksa daha kötüye mi gitmiştir” diye bir soru sorsak alacağımız cevap nedir?

Bugün, tarım ve hayvancılıkta geldiğimiz durum ortada. Türkiye artık yıllar önce bize öğretilen “Gıdada kendi kendine yeten” ülke olmaktan çıktı. Ekilebilir toprak varlığı açısından Avrupa’nın en zengini olmamıza rağmen üretimde çok gerilerdeyiz. Marketlerde ithal ürünlerden geçilmiyor. Ambalajları üzerinde “Yerli Üretim” yazan mercimek ve kuru fasulyenin bile yalnızca paketlenmesinin burada yapıldığını hepimiz biliyoruz. Kokulu sarımsak Çin’den, ceviz Brezilya’dan, Amerika’dan geliyor. Süt üreticisi perişan. Üretenler değil aracılar kazanmaya devam ediyor. Uygulanan yanlış politikalar yüzünden tarım ve hayvancılığı öldürdük, köylüyü ve çiftçiyi borç batağına salıp darılttık. Üretimden çekilenlerin sayısı artık yüz binlerle ifade ediliyor, piyasada pahalılık arttıkça artıyor.

Köyden kaçıp şehirlere göçen ve özellikle büyük şehirlerin çevresinde öbekleşen insanlarımız zor durumdalar. Onlara belediyelerin el uzatmasına da bazı bürokratik engeller çıkarılıyor. Belediyelerin açtıkları yardım kampanyalarına yatırılan paraların bloke edilmesi, halka ucuz ve kaliteli ekmek sunan büfelerin sayılarının arttırılmasının bile önlenmesi hoş değil. Keza bebekli ailelere ulaşım kolaylığı ve süt yardımı yapılmasına karşı çıkmak ne demektir? Öyle bir şey olduğuna inanmıyorum ve en azından inanmak istemiyorum ama “Buna ancak Cumhurbaşkanı karar verebilir” diye yazı çıkarıldığı söyleniyor. Bu gerçekten doğru mudur?

Yani Cumhurbaşkanı’nın işi gücü yok da belediyelerin yaptıkları ve yapacakları yardımlarla mı uğraşacak? Yoksa bürokrasi, Cumhurbaşkanı’nın, on dört yıl önce Başbakanken söylediği sözlerin, koyduğu teşhisin intikamını alarak “Kendisine verilen yetkiyi acımasızca kullanmaya” devam mı ediyor?