Yerel seçim sonuçları, ülkemize hayırlı olsun. Zarfımı sandığa atarken sâdece, “Allah, devlete zevâl vermesin!“ dedim.

Bu sonucu tahmin ediyordum. Yâni Ankara ve İstanbul’un el değiştireceğini. “Koskoca ülkede neler oldu. Derdin, iki şehir mi?” derseniz evet, iki şehir. Çünkü ülke siyâsetinin el değiştimesi, bu iki şehirden başlıyor. Biri, siyâsî başşehir; diğeri, gönüllerimizin başşehri. Nitekim 1994’deki değişim de buralardan başlamıştı.

Seçimlerden evvel sessiz kalmayı tercih ettim. On gündür yazmadım. 11 Mart târihli yazımda şöyle demiştim.

“Oylarımızı nâzikçe değil de bir takım ithamlarla korkutarak isteyenler, aşağılarda ne tür kırgınlıklara sebep olduklarını biliyorlar mı? Politikacılar, seçimden sonra el sıkışıp barışıyorlar. Bizler ise onların koydukları ölçülerle birbirimize bakmanın bedelini ödüyoruz.

Yıllardır her seçim döneminde meydanlardaki söylemlere kapılarak fanatikleşen, politize olmaya aşırı hevesli CHP’li, AK Parti’li, MHP’li… arkadaşlarımı, dostlarımı kaybetmekten yoruldum. Seçim bitince olanları unutmak, kaldıkları yerden devam etmek istiyorlar ama eskisi gibi olmuyor.”

16 Nisan referandumunda Yeni Şafak yazarı İbrâhim Karagül, “16 Nisan ölüm kalım savaşı! Niye meydanlarda yoksunuz? Neredesiniz?” diye seslenerek, oylarını belli etmeyen yazarları hedef gösterdiğinde, “15 Temmuz, ölüm kalım savaşı değil miydi? Sen, o gece neredeydin?” diye sormuştum.

Evet, “Reis reis” diye ölen gazeteciler, 15 Temmuz gecesi meydanlarda yoktular ama darbe bastırılınca aslan kesildiler. Daha sonra İbrâhim Karagül’e verdiğim tepkiye pişman oldum. Kendi kendime, “Çıktıysan çıktın. Adam, korkmuş çıkmamış, sana ne!” dedim.

Fakat Karagül, yine hızını alamamış olacak ki twitterdan parmak sallıyor. İstanbul ve Ankara’yı CHP’ye teslim eden muhâfazakâr muhâlefeti biliyormuş. Artık daha açık konuşma vaktiymiş.

Konuşun İbrâhim Bey, konuşun! Daha açık konuşun! Biz de konuşacağız. O şehirler, sizin yüzünüzden kaybedildi. Sizin, çığrından çıkmış yandaşlığınızın yüzünden kaybedildi. Sizin gibi, halkın arasına katılmayan, çarşı-pazar gezmeyen, sebze-meyve fiyatlarından bî-haber gazeteciler yüzünden kaybedildi. Mehmetcik canını verirken, artistlerle şarkıcılarla onları ziyâret edip kameralara gülen gazeteciler yüzünden kaybedildi. Seçimleri 31 Mart Vak’ası’na benzeten gözü dönmüşler yüzünden kaybedildi. İstanbul ve Ankara’yı betona çeviren mücâhid müteahhitler yüzünden kaybedildi. İstanbul, az bir farkla CHP’ye geçti. Yiğitseniz bu az bir farkın sebebi Turgay Güler’e de bir çift laf etsenize! CHP, neredeyse Turgay Güler’e “üstün hizmet ödülü” verecek.

Uçak listesini yapanları kızdırmamak için açmadığınız ağzınızı, dişinizin geçtiklerine ne güzel açıyorsunuz. Ne olur uçağa binmeseniz, kıyâmet mi kopar?

Artık herkes çok iyi biliyor ki bu sonuç, ötekileştiren medyanın eseridir. Bu seçimde İstanbul ve Ankara’nın kaybedileceğini anlayınca iyice yoldan çıktılar. Hele şu 31 Mart Vak’ası söylemi yok muydu? “Bunlar ne yapmaya çalışıyorlar?” diye korktum. Şevki Yılmaz’a şaşırmadım ama Sibel Eraslan gibi her dâim duygu yüklü yazılar kaleme alan bir hanımın, 31 Mart Vak’ası gerginliği çıkarmasına inanamadım. Seçim günü 4 can gitti. Bir muhâsebe yapıyorlar mı acaba?

Esâsında vatan millet, bu gazetecilerin umûrunda değil. Tek dertleri, Erdoğan’dan sonra kimin Cumhurbaşkanı olacağı. Hükûmete yakın medya, üçe bölündü. Bir kısmı, Numan Kurtulmuş’un; bir kısmı, Berat Albayrak’ın; bir kısmı ise Süleyman Soylu’nun Cumhurbaşkanı olmasını istiyor. Bekâdan anladıkları bu! Hesap edemedikleri şey, Ankara ve İstanbul’un kaybedilmesiydi.

“Bilmem kaçıncı seçimi kazandık. Halkın teveccühü devam ediyor.” gibi sözler, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı teselli etmez. Çünkü İstanbul, Erdoğan’ın gözbebeğiydi. İstanbul da onu sevdi. Şüphesiz, İstanbul’un kaybedilmesine çok üzüldü. Nitekim erkenden İstanbul’dan ayrılıp Ankara’ya dönmesi, herşeyi anlatmaya yetti.

31 Mart gecesinin en önemli mesajı, Erdoğan’ın Ankara’daki balkon konuşmasına yalnız çıkmasıydı. Ne Berat Albayrak ne Süleyman Soylu ne de Numan Kurtulmuş vardı. Konuşmasından İstanbul’un kaybedildiği belliydi. Fakat buna rağmen Külliye’nin basın danışmanı Fahrettin Altun, Binali Yıldırım’ın “kazandık” açıklamasını destekleyen mesaj attı. Hükûmet medyası, coştu da coştu.

Bu bile tek başına herşeyi anlatıyor. Demek ki Cumhurbaşkanının her açıklamasını kelime kelime tekrarlayan gazetecilikten, artık onu da devreden çıkaran bir gazeteciliğe gelindi. Demek ki gözleri dönünce Cumhurbaşkanını bile umursamıyorlar.

AK Parti’nin yanlışlarını, hatâlarını eleştirenlere parmak sallayan yandaşlar içinde, balkondaki mesajı gâyet iyi anlayıp pamuğa dönenler, birlik beraberlik mesajı verenler var. Şu ifâdeyi, lütfen dikkatle okuyun:

“Ne var ki, şehirli oylarını elde etmek için yeni bir dil ve yeni bir siyâsetin zamanının geldiği de ortadadır. Başkan Erdoğan'ın bahsettiği yenilenme sürecinin, meselenin bu zâviyesine de eğilmesi elzemdir.”

Bu cümleler, muhâlif medyadan bir köşe yazarına değil, Sabah gazetesi yazarı Hilâl Kaplan’a âit. 1 Nisan şakası gibi değil mi? Hanımaga, bizle eglenir!

Köşe yazarlarının çirkin dilini, edepsiz Türkçesini, yıllardır eleştiriyoruz. Yeni bir dil ve siyâsetin zamanı çoktan geldi geçti bile.

Cumhurbaşkanımızın, bu yenilenme sürecinde medyaya el atmasını; güç zehirlenmesi yaşayan gazetecileri susturmasını bekliyoruz.

…….

BİNALİ YILDIRIM’IN JÜBİLESİ BÖYLE OLMAMALIYDI

Binali Yıldırım’ın İBB Başkanı olmak istediğine hiç inanmadım. Kazanamadığı için üzüldüğünü de zannetmiyorum. Göreceği mürüvveti görmüş, Başbakan ve TBMM Başkanı olmuş birisi için belediye Başkanlığını kaybetmek niye önemli olsun ki? Esas kaybedenler, “Yıldırım, belediye başkanı olacak ama İstanbul’u biz yöneteceğiz.” diyenlerdir. Oy kaybının bir sebebi de budur.

Keşke Binali Yıldırım, daha oy sayma işlemi devam ederken, “kazandık” açıklamasını yapmasaydı.

….

AAAAAAA!

Seçim gecesi Anadolu Ajansı, ağzımızı açık bıraktı. Şaşkınlıktan, ha bire baş harflerini tekrar edip durduk.

AA Genel Müdürü Şenol Kazancı, gecenin kaybedenlerindendi. “Seçim sonuçlarının saatlerce verilmemesi, Anadolu Ajansı’na yakışmadı. Olmadı!” diyemeyeceğim. Anadolu Ajansı’nın kurulma kararı, 99 yıl evvel 31 Mart günü dönemin Amerikan mandacısı gazetecileri Yunus Nâdi ve Hâlide Edip tarafından alındı. Temeli, böyle atıldı.