Eski başbakanlardan Tansu Çiller’in Erdoğan’ın Yenikapı mitinginde ortaya çıkmasına, muhtelif yorumlar yapıldı. İşin içinde rant ve ihâle olduğunu yazanlar oldu.

Allah aşkına, Çiller’in maddî bir kaygısı mı var ki bunun için mitinge katılsın? Varsa da mitinge katılmaktan başka yollarla çözecek arkası yok mu?

Soner Yalçın, “Müfettiş Çiller” yazısında, Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi’nin son günlerde yazılarında Çiller’e yer verdiğine dikkat çekti ve Çiller’in Erdoğan’ın yanına müfettiş tâyin edildiğini iddiâ etti.

Yalçın’a göre Çiller, Erdoğan ve AKP'nin ABD'nin yeni konseptine uyumu için görevlendirildi. Çünkü Erdoğan, vitrinine koyduğu Çiller ile, Batı'yla bozulan ilişkilerini düzeltmek istiyordu. Çiller'in Yenikapı'ya dâvet edilmesi, iç kamuoyuna değil, Batı'ya mesajdı. Kısacası, Batı'ya “kafasını kaldırmayı” deneyen Erdoğan, -ekonomik krizle- “Çillerler”e tekrar mecbûr hâle getirildi.

Dün Çiller hakkında pek dikkat çekmeyen bir köşe yazısı daha yayınlandı. Milliyet yazarı Güneri Civaoğlu, Çiller’in ortaya çıkışına destek verdi. Civaoğlu, Çiller ile “ortak dost” dâvetlerinde biraraya gelip siyâset konuştuğundan, Yenikapı mitingine gitmesine şaşmamış.

Çillerin başbakanlığından övgüyle bahseden Milliyet yazarına göre Erbakanla ortak hükûmet kurması, Çiller’in parlak kariyerinin kırılma noktasıymış. Demokrasilerin tabiatında elbette “ortak hükümetler” de varmış ama “doku uyuşmazlığı”, gerçeği ortaya koyarmış. Zâten bu doku uyuşmazlığını, o dönemdeki yazılarında da eleştirmişmiş.

Doğru. 28 Şubat darbesinin sözcüsü Civaoğlu, Refahyol hükûmeti için ekranda “bitli yorgan” demiş ve Türkiye’nin, bu bitli yorganı üzerinden atması gereğini vurgulamıştı.

Civaoğlu, yazısının sonunda şöyle bir teklifte bulunmuş:

“ABD ve Batı’yla bunca soğuk rüzgârlar eserken, -Erdoğan yeniden seçilirse- dış politikada Tansu Çiller’den yararlanamaz mı? (Bu görüşümü daha ortada erken seçim falan yokken bu köşede yazmıştım... Dışişleri Bakanı ya da “Flying Ambassador Cumhurbaşkanı özel elçisi...”)

Şimdi sorum şu:

Çiller’in Erbakanla kurduğu hükûmete “bitli yorgan” diyen 28 Şubat’ın darbesever yazarı Güneri Civaoğlu, Çiller’in Erdoğanla yakınlaşmasından niçin memnûn?

Erbakan ile Çiller arasında var olan doku uyuşmazlığı, Erdoğan ile Çiller arasında niçin yok?

Daha açık sorayım: Civaoğlu, Erdoğan ile Çiller arasında nasıl bir doku uyuşması görüyor da biraraya gelmelerine seviniyor?

ŞEYTANLA SOFRAYA OTURUYORSAN..

Türkiye, hiçbir zaman tam bağımsız olmadı. Batı’dan, Amerika’dan bağımsız hükûmetlere sâhip olmadık. Şeytanla mecbûren aynı masaya oturup alış veriş yapılmadan iktidar olunmadığını kabul edelim. Fakat şeytanla sofraya otururken kaşığın sapını da bir zahmet uzun tutalım. Yoksa şeytanın kaşığı, tokmak gibi tepemize tepemize vurup duruyor.

Şeytan ile 1. Dünya savaşı’ndan beri başımız dertte.

Bir asır evvel Birleşik Krallık, Musul petrollerini ele geçirmek için Orta Doğu haritasını yeniden çizerken Amerika öylece seyredemezdi. Pasta, çok büyüktü.

Amerika, kendisiyle alâkası olmayan 1. Dünya Savaşı’na bir süper kahraman olarak dâhil oldu. Dünyâya barışı (!) getirmesi lâzımdı. Önce Wilson ilkeleri, sonra Cemiyet-i Akvam derken her zaman barış (!) için çalıştı. Barış için atom bombası attı. Barış için Orta Doğu’yu karıştırdı. Bosna Savaşı, Müslüman Boşnakların lehine dönünce barış için müdâhale etti. Şimdi de barış için Kuzey Kore’yi yok etmek istiyor.

Sudan bir bahâneyle dâhil olduğu Birinci Dünya Savaşı sona erdiğinde ABD, petrol yüzünden İngiltere ile dâima karşı karşıya geldi.

Biz, İstiklâl Harbi’nde ölüm kalım savaşı verirken arka planda, ucu Ortadoğu petrollerine giden manda savaşları vardı. Lozan’da çatışan İngiltere-Türkiye çıkarları değil, İngiltere-Amerika çıkarlarıydı.

5 Haziran 1926 Ankara Antlaşması’na göre Irak, 25 yıl İngiliz mandasına bırakıldı. İngiliz mandası sağlamlaşırken Musul üzerinde Amerikan çıkarlarının önü açıldı. Bunun en büyük delili de 31 Temmuz 1928 yılında Amerika ve Fransa’nın petrol pastasından pay sâhibi olmasıydı.

Irak’daki İngiliz mandası, 1932’de bitti ve Irak, 3 Ekim 1932’de Cemiyet-i Akvam üyesi oldu. İngiliz mandası kalktığı gibi, Ankara Antlaşması’ndan bir ay sonra intihar eden (!) Gertrude Bell’in adamı Faysal da 1933’de Bern’de âniden öldü.

Ankara Antlaşması’ndan hemen sonra Türkiye’de İzmir suikasti gündeme geldi. Irak’da Gertrude Bell ortadan kaldırılırken Türkiye’de Hâlide Edib gibi Amerikancılar, suikaste karıştıkları bahânesiyle yurt dışına çıkarıldı. Yâni Amerikan mandacıları, bertaraf edildi. 1936’da Türkiye’ye gelen 8.Edward, “sa majeste” diye karşılanırken saltanat karşıtı Cumhuriyet gazetesinin başyazarı Yunus Nâdi, neredeyse sevinçten aklını ziyân edecekti.

İkinci Cihan Harbi, atom bombası, İsrâil’in kuruluşu derken Amerika, gücünü tam hissettirdi.

Petrol savaşları, suikastler, intiharlar, sürgünlerle dolu bir filmin seyircisiyiz. Ara sıra oy verip “tamam mı devam mı” diye dâhil oluyoruz.

“Dünya beşten büyük” deyip ABD’nin attığı füzeleri alkışlamak, Kraliçe’nin ayağına gitmek, Lindsay Lohan’dan medet ummak, Çillerli miting yapmak, nasıl bir çâresizlik içinde olduğumuzun açık ifâdesidir.

Bugün Erdoğan’ı eleştirenler, iktidar olduklarında aynı süreci yaşayacaklar. Dilerim, kaşıklarının sapı uzundur.