Covit ile Zalimleşenler!

Abone Ol

“Sorgulamayan insan cahil, Sorgulatmayan ise zalimdir.”

Lügatler zulmü, “Güçlü bir kimsenin yasaya ve vicdana aykırı olarak başkasına yaptığı kötü, acımasız, kıyıcı davranış, işkence.” Olarak tarif ederken zalimi de, “Haksız ve acımasız davranan, katı yürekli, kıyıcı kimse.” Şeklinde açıklar.

Zülüm ve zalimlik insanlık tarihi kadar eskidir. Kur’an zulüm ve zalim kavramlarına oldukça geniş yer vermiş ve türevleri ile birlikte 300'e yakın yerde bahisler açmıştır.

Karanlık ve ışıksızlıkla (Zulmet) kavramıyla ayın kökten gelen zulüm kelimesi Kur'an bünyesinde küfür, şirk, kötülük, baskı, işkence, haksızlık anlamlarında kullanılmıştır.

Kur’an’ın ifadesiyle insan, “Kat kat cahil ve kat kat zalimdir.” İnsanlığını yakalayamamış zalimler tarafından icra edilen zulüm, yaradılış düzeninde yozlaşma ve yabancılaşmaya sebep olan en büyük kötülüktür. Zaten yaradılış düzenini ve tabiattaki denge ve ahengi bozan tek varlık insandır.

Zulmün karşıtı ise adalettir.

Kur'an, tarihin bütün devirlerinde çöken medeniyet ve ülkelerin zulüm yüzünden mahvolduğunu birçok ayetinde dile getirmektedir.

Zulme rıza göstermek, zalime karşı çıkmamak da bir zulümdür. Kur'an’ın bu konudaki tavrının kısa ifadesi şudur:

“Zalimlerden başkasına kin ve düşmanlık olmamalıdır.” (Bakara, 193)

Bir ülkenin hayatı ve yönetimi dinsizlik üzere yürüyebilir ama zulüm üzere yürümez. Zalimin dostu ancak zalimler olur. Allah, zalimleri sevmemekle kalmamış, onları lanetlemiştir. (Bkz: Araf, 44 – Hud, 18)

Zulüm insanlık dışı bir fiil olmasına rağmen tarih boyunca büyük zalimler ortaya çıkmış insanlara zulmetmişlerdir.

Ne yazık ki bugün de zulüm ve zalimlik şekil ve biçim değiştirerek devam etmektedir. Bugün ne yazık ki dünyada ve ülkemizde Covit 19 virüsü üzerinden insanlara zulmeden ve sömüren zalimlerle karşı karşıyayız.

Tarihe genel olarak baktığımızda devletleri idare eden psikopat yöneticilerle dolu olduğunu görürüz. Aldığı kararlarla bir anda milyonlarca insanı öldürebilen onlarca lider kılıklı psikopatın varlığını herkes biliyor.

Zulmün boyutu değişse de zalimlik asla değişmiyor. Kimi yaptığı zalimlikle milyonlarca insanı bir anda öldürürken (ABD’li zalimler Nagazaki ve Hiroşima’ya attığı Atom bombasıyla bir anca yüzbinlerce insanı katletmiştir.) kimi de elde etkileri güçle aldıkları kararlarla milyonlarca insanın hayatını tehlikeye atabiliyor. (Ülkemizde, “Herkes zorla aşı olacak” diyenler gibi.)

Geçmişteki zalimlere baktığımızda gelecekte de büyük zalimlerin ortaya çıkabileceğini görebiliyoruz. Elde ettikleri gücü kontrol edebilecek bir sistem olmadığı müddetçe zalimler her zaman kendilerine zulüm edecekleri zeminleri bulabilirler.

Ekonomist, yazar ve siyasetçi ve aynı zamanda Fransa eski cumhurbaşkanı François Mitterrand'ın danışmanı Jacques Attali “Verbatim” isimli kitabında gelecekle ilgili zalimliklerin nasıl olabileceğini şu sözleriyle açıklıyor:

"Gelecek, nüfusu azaltmak için bir yol aramakla geçecek! Elbette toplama kampları yaparak, ya da katlederek değil. Onları, kendi iyilikleri için olduğuna inandırarak onlardan kurtulacağız. İnsanları hedefleyen bir salgın, ya da yaşlıları öldüren bir virüs! İlla ki bir sebep, ya da bir şey bulacağız, çok da önemli değil... Zayıflar ve korkaklar ona boyun eğecek! Aptallar buna inanacak ve tedavi edilmeleri için yalvaracak. Çözüm olacak tedaviyi önceden planlamış olacağız. Böylece Moronların seçimi kendi kendine yapılmış olacak: Mezbahaya yalnız gidecekler..."

Son dönemlerde özellikle Covit 19 virüsünün ortaya çıkmasıyla birlikte Dünyada yaşananlara baktığımızda Jacques Attali’nin kehanetlerinin neredeyse birebir uygulandığına şahit oluyoruz.

Bugün ülkemizde elinde milletin verdiği gücü yanlış kullanmaya kalkanlar vatandaşlara zorla aşı dayatması yapmaktadır. İnsanımızı, faz aşamaları tamamlanmamış, resmi ruhsatı olmayan, üretici firma ve Sağlık Bakanlığı dâhil kimsenin sorumluluğunu almadığı, aslında bilimsel anlamda aşı bile sayılamayacak birtakım sıvıları enjekte ettirmek mecburiyetinde bırakmak asla kabul edilemez.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, aşının gönüllülük esasına göre olması gerektiğini açıklamasına rağmen yayınlanan genelgelerle vatandaşlar dolaylı olarak aşıya zorlanmakta ve anayasal hakkına dayanarak güvenmediği için aşı olmak istemeyenler “kırk katır mı, kırk satır mı?” dayatması ile karşı karşıya bırakılmaktadır.

Anayasanın birçok maddesi kimsenin zorla istemediği bir tedavi biçimine zorlanamayacağını ortaya koyarken bazı işgüzarların (Bunlar arasında Salık bakanlığı ve üniversiteler başta geliyor.) aşıyla ilgili zorlayıcı kararlar almaya başlaması kanunsuzluktan başka bir şey değildir.

Yayınlanan genelgelerle aşı olmayan öğretmenlerin haftada iki kez güvenliği ispatlanamayan PCR testini yaptırmaya kalkması açık biçimde Anayasa suçu teşkil etmektedir.

Bazı üniversitelerin aşı olmayan öğrencilerin kampüse girmesine izin verilmeyeceğini duyurması da aynı Anayasa suçuna ortak olmaktan başka bir şey değildir.

Konuyla ilgili açıklama yapan hukukçular, bu kararın Türkiye’de uygulanmasının mümkün olmadığını belirttiler. Anayasa’nın 42. Maddesi’nde güvence altına alınan eğitim hakkının genelgelerle veya üniversite senato kararıyla engellenemeyeceğini açıklamaktadırlar.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Muharrem Özen, bu hususta şu haklı açıklamayı yapmaktadır:

“Anayasa’nın öngördüğü eğitim hakkını ancak kanunla sınırlayabilirsiniz. Aşıyı hiç kimseye dayatamadığınız yerde üniversiteyi kazanmış bir öğrenciye ‘Ben seni almıyorum’ diyemeyiz. Üniversitenin alacağı senato kararıyla bu işlem yapılamaz. Anayasamıza göre bu mümkün değil. Aşı çalışmalarında 20 yaş grubunun henüz bilimsel sonuçları açıklanmadığı için gençler kaygı duyuyorlar. ‘Aşı olmayanları kampüse alamam’ demek, temel hak ve özgürlüğü sınırlayıcı işlem olduğu için ancak kanunla mümkün. Öğrenci böyle bir durumla karşılaşırsa dava açarsa kazanır.”

PCR testi olmadan yolculuk yapmanıza ve eğitim almanıza kimse engel olamaz. Bu yasadışıdır. Sizi okula veya otobüse almayacak kişiye,

TCK 90. Maddesi, (İnsan bedeni üzerinde rızası olmadan bilimsel deney yapma suçu),

TCK 23. Maddesi, (Seyahat özgürlüğü sadece kanunla, suç şüphesi ile sınırlandırılabilir.) ve

TCK 42. Maddesi, (Kimse eğitim ve öğretim hakkından yoksun bırakılamaz. Öğrenim hakkının kapsamı kanunla tespit edilir ve düzenlenir.) gereğince dava açılabileceğini hukukçular dile getirmektedir.

Kaldı ki haftada iki kez zorunlu olarak yapılması istenen PCR testlerinin tamamen bilimsel olarak geçersiz ve anlamsız olduğuna dair onlarca yayın var. Güvenilirliği ispatlanmayan ve bizzat üretici firma tarafından Covit 19 tespiti için kullanılmak için üretilmediği açıklanmasına rağmen haftada iki kez PCR testine zorlamak yeni bir modern zulüm çeşididir.

Aşı hususunda dayatmalardan biri de çocukların zorla aşılatılmaya zorlanmasıdır. Halbuki Anayasa Mahkemesi (AYM) geçmişte bir vatandaşın çocuğuna aşı yaptırmaması üzerine açtığı davada anne ve babanın rızası olmadan çocuğa zorunlu aşı yaptırılmasının Anayasa'nın ‘temel hak ve hürriyetlerin ancak kanunla sınırlanabileceğine' ilişkin 13'üncü ve ‘kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığını düzenleyen 17'nci ve maddelerine aykırı bularak temel hakların ihlaline hükmetmişti.

Bu Anayasa mahkemesi kararı ortada iken Sağlık ve Milli Eğitim Bakanlıklarının Anayasa Mahkemesi'nin kararını dinlemeyerek aşıya devam etmesi açık biçimde zulümdür ve suç teşkil etmektedir.

Vatandaşın en doğal anayasal hakkını kullanarak güvenmediği bir aşıyı vurdurmaması karşısında elindeki gücü kullanarak aşıya zorlamak en azından zalimliktir.

Vatandaş neden aşı olmak istememektedir? Yapılan araştırmalarda aşıdan endişe duyan insanlar haklı olarak şu sorulara cevap aramaktadır:

“Aşı bana hastalık bulaşmasını engelleyecek mi?” (Cevap: Hayır)

“Aşı hastalığı başkalarına bulaştırmamı engelleyecek mi?” (Cevap: Hayır)

“Aşı maskeden kurtulmamı sağlayacak mı?” (Cevap: Hayır)

“Aşı fiziki mesafeden kurtulmamı sağlayacak mı?” (Cevap: Hayır)

“Aşı tam kapsamlı güvenlik testlerinden geçti mi?” (Cevap: Hayır)

“Aşının tüm faz çalışmaları tamamlanıp onaylandı mı?” (Cevap: Hayır)

“Aşının zarar vermesi durumunda üretici sorumlu mu?” (Cevap: Hayır.) (Zaten aşı vurulan kişiye zarar görmesi halinde üretici firmanın ve aşıyı uygulayanların herhangi bir sorumluluk taşımayacağına dair kâğıt imzalatılmaktadır.)

“Aşı sebebiyle ağır yan etkilere maruz kalabilir veya ölebilir miyim?” (Cevap: Evet)

“Aşı olduktan sonra tekrar tekrar aşılanmam gerekecek mi?” (Cevap: Evet)

Bu ve benzeri soruların cevabını alan insanların aşıya karşı olmalarını kim engelleyebilir? Hiç kimse güvenmediği bir sıvıyı kullanmaz.

mRNA aşılarının insanları vücutlarında büyük tehlikelere sebep olacağına dair birçok yayın yapılmaktadır. Bunlardan biri de www.canadiancovidcarealliance.org/linkinde yayınlanana “mRNA’nın Minik Sırrı – Vaksinolog’dan Büyük İfşa” isimli makaledir.

Kanadalı immünolog Byram Bridle Pfizer’ın Japon idari makamlarına teslim ettiği ancak gizlilik ibaresi nedeniyle kimsenin erişim sağlayamadığı ‘aşının ‘biyodağılımı’ ile ilgili çalışma sonuçlarının yer aldığı rapora resmi taleple ulaştığı bilgilerden oluşan makalesinde özet olarak şöyle denmektedir:

“Büyük hata yaptık. Diken proteininden şahane hedef antijen olur diye düşündük ama bunun aslen bir toksin olduğunu, patojenik (hastalık yapıcı) bir protein olduğunu bilmiyorduk. İnsanlara aşıyla toksin veriyoruz, bunların bir kısmı kan dolaşımına giriyor ve başta kalp-damar sistemi olmak üzere bedende hasara yol açıyor. Pfizer’ın kendi verilerine göre hem mRNA’nın hem de bunun sayesinde üretilen diken proteininin saatler içerisinde vücuda dağılıverdiğini gösteriyor. Diken proteini doku ve organlarda birikmeye başlıyor. Biriktiği organların başında dalak, kemik iliği, karaciğer, adrenal bezler ve oldukça yüksek yoğunlaşmalarda da yumurtalık geliyor. Bu aşılar çocuklara vurulmaya başlandığı takdirde bir kısmını kısırlaştırmış olacağız. Diken proteininin patojenik bir protein olduğu çoktandır bilinen bir şey. Toksindir bu protein ve vücutta dolaşıma girerse hasar bırakır. Ve şimdi elimizde, omuzdaki kas dokusuna bu proteini yapsın diye zerk edilen aşıların hem kendisinin hem de ürettirdiği diken proteinlerinin kan dolaşımına girdiğine dair kesin kanıt var.”

Covit 19 virüsü durmadan mutasyon geçiriyor. Brezilya varyantı, Delta varyantı vs. derken herhalde varyantlar bundan sonra sayılamayacak hale gelecek.

Vatandaş haklı olarak yöneticilerden kendisine zulüm edilmesini ve baskı yapılmasını değil, kafasında oluşan istifhamlara ikna edici cevaplar istemektedir. Devleti yönetenlerin görevi de vatandaşına ikna edici bilgiler vermek zorundadır. “Ben devletim. İstediğimi yaparım.” Mantığı tarih boyunca zalimlerin tavrı olmuştur.

Madem aşılama bulaşı önlüyor, öyleyse aşı olanları korumak adına olmayanlardan neden PCR testi isteniyor?

Aşı bulaşı önlemiyorsa neden milyonlarca insanımıza defalarca aşı yapıyoruz?

Cumhurbaşkanı açık biçimde, “Aşı zorunlu olamaz. Gönüllülük esasına göre yapılmalıdır.” Derken genelge yayınlayarak insanlara PCR testine zorunlu kılan Zağlık Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve üniversiteler Anayasa suçu işleyerek açık biçimde zulüm etmektedirler.

“Madem aşı olmuyorsun, öyleyse üç günde bir gidip sıraya girip test yaptıracaksın. Otobüse, uçağa, gemiye binemeyeceksin.” Dayatması Anayasaya aykırı olduğu gibi insanlık açısından da bir zulümdür.

Hülasa etmek gerekirse, bir vatandaş olarak dolaylı da olsa, gönüllülük esasını terk edip, ellerindeki gücü aşı olmaya zorlamayı zulüm, bunu yapanları da zalim olarak görecek ve elimden geldiği kadar karşı çıkacağım.

Sayın Cumhurbaşkanından da insanımıza dayatılan bu tür zulümlere dur demesini bekliyorum.