Das Kapital, 1865 Yılında Alman Karl Marks ve Friedrich Engels’in araştırmaları ile meta ile para ve emek ilişkisini anlatan kapitalizmi tarif eden kitabın adıdır.(1. Cilt 1865)

Kapitalizmin en küçük hücre birimi “meta” yani bizim dışımızdaki nesnelerdir.

Marks ve Engels’in tüm sistemi "meta"nın kullanım değeri ve değişim değerleri ilişkileri üzerinden yaptığı tanımlamalardan yola çıkarak, “diyalektik materyalizm” yani "tarihsel maddecilik" olarak somutlaştırılır.

19 yüzyılda İngiltere’de sanayi devrimi ile birlikte ortaya çıkan yeni dünya sisteminin adını Karl Marks “kapitalizm” olarak koyar ve işleyiş şeklini ayrıntılarıyla anlatır.

Bilim işte böyle bir şey; önce gözlemlersin sonra tanımlarsın, analizlerden kuramlar çıkartır, hatalı eksik yanlarını inceler ve ileride olabilecekleri de ütopik olarak ortaya koyabilirsin.

Marks kapitalizmi tarif ederken; aynı zamanda ileride bu yeni sistemin de yıkılacağından emindir !

Sanayi devrimi ile birlikte yeni bir sınıf olan “işçi sınıfı” doğmuştur ve emeksiz sermaye hiçbir işe yaramayacaktır.

Marks, çoğunluk sınıf olan işçi sınıfının üretim araçlarına sahip kapitalistlerle çatışacağını ve bir gün mutlaka bu durumun işçi sınıfının zaferi ile sonuçlanacağını sanıyordu.

Kapitalizmin tarif edildiği sanayi devriminin olduğu İngiltere’de değil de, bir yarı tarım ve tam gelişmemiş sanayi toplumu olan Rusya’da proletarya diktatörlüğünün yani sosyalizmin uygulanacağını kimse hesap bile etmemişti.

Pekiyi gelişmiş bir toplum olan İngiltere’deki işçiler niye ayaklanmayı düşünmedi de, yarı bir tarım ve tam gelişmemiş sanayi toplumun olan Rusya’da sosyalist Bolşevik devrimi oluverdi ?

Marks’ın bahsettiği sınıfsal “çatışma” şöyle dursun, zamanla gelişmiş sanayi toplumlarında sınıflar arası “işbölümü” oluşmuştur.

Ayrıca gelişmiş sanayi toplumlarında sınıflar arası geçişkenliğin olabileceğini Karl Marks o dönem düşünememişti bile !

En önemlisi zamanla gelişmiş toplumlardaki yönetimsel hatalardan dersler alınarak, demokratik hak ve adalet olgusunun ön plana çıkışı ile sınıflar arası çatışmayı değil, işbölümünü zaruri kılmış ve bu durum sistemi toplumsal adalet duygusunun oluşmasına doğru itmiştir.

Bunu niye anlattım; hak ve adalet olgusunu oluşturan barışık toplumlar öyle senaryolarla kolay kolay yıkılmaz, masa başında yazılan tüm ütopyalar değersizleşir.

Çünkü gerçek olan yaşananlardır, ütopyalar değil…

Sınıflar arası adalet, devlet yönetiminin adil oluşuyla, yaşamın da adil olacağına olan inançtan geçer.

Ayrıca bireysel başarılara konan ödüllerin tatmin ediciliği, sınıflar arası geçişlerin hızlılık oranı ve fırsat eşitliklerinin yasayla korunması toplumu ayrıştırmayarak, her daim dinç tutan bir olgudur.

Unutmayın; tüm dünyada ülkeler arası çıkan savaşlar, ülkelerin dünya ekonomisinden eşit pay alamadığı düşüncesinden dolayı ortaya çıkmıştır.

İç barış ve huzur da işte tam burada gizli...