Abraham Lincoln; demokrasiyi, "halkın, halk tarafından, halk için yönetimi" olarak tarif eder. Ancak bu tanım bugün demokrasinin geldiği aşama dikkate alındığında yetersiz kalır. Halk, demokrasinin merkez unsurudur ama böyle bir yönetimin varlığı ancak belli şartların oluşturulması ile mümkün olur. 

Gerçekte halkın yönetime doğrudan katılması hiçbir zaman mümkün olmamıştır. Onun için bazı yazarlar bunu- demokrasinin imkansızlığı- olarak ifade ederler. 

Editörlüğünü Coşkun Can Aktan'ın yaptığı, "Demokrasi, Poliarşi ve Demarşi" isimli çalışmada, gerçek bir demokrasi ve -iyi bir yönetim nasıl olmalı- gibi soruların cevabı aranıyor. 

Çalışmada, katılımcı bir demokrasinin imkansızlığı dört sebebe bağlanıyor, bunlar: eksik enformasyon, siyasal ilgisizlik, azınlık hakimiyeti ve siyasal iktidarların sahip oldukları güç ve yetkilerin etkin biçimde sınırlandırılmamış olması. Hayek'e göre, "İyi bir hükümetin sırrı, kesinlikle en üst gücün sınırlı güç olması ve böylelikle vatandaşları üzerinde zor kullanma gücünün olmamasıdır." 

Devlet, toplumsal bir sözleşme ile zor kullanma hakkına sahiptir, ancak bu kullanımın yasalarla sınırlandırılması, keyfi olarak kullanımının önüne geçilmesi gerekir. Aksi takdirde devlet, temel hak ve özgürlüklerin güvencesi olmaktan çıkarak, onları tehdit eden bir azmana dönüşür. 

Doğrudan yani halkın aracısız yönetimi mümkün olmadığı için bugün temsili demokrasi dediğimiz vatandaşın yönetime seçtiği temsilciler yoluyla katıldığı demokrasi biçimi söz konusudur. Gerçek bir demokrasiden söz edebilmek için, seçim ve oylama mekanizması, Halkın Kanun Teklifi, Halk Vetosu, Referandum, Geri Çağırma Hakkı, Bilgi Edinme Özgürlüğü gibi unsurların bulunması gerekir. 

Halkın Kanun Teklifi, belli sayıda seçmenin meclise kanun teklifi sunma hakkını,  

Geri Çağırma Hakkı, halkın kendi seçtiği temsilcilerin görev süresi içinde başarısız olması halinde belli sayıda imza ile görevden almasını,  

 Halk Vetosu ise, halkın parlamentonun çıkardığı bir yasayı veto edebilme hakkını ifade eder.(s.9-10)  

Böyle bir demokraside, halka rağmen yasa çıkarmak yahut seçilip gittikten sonra mecliste yan gelip yatmak mümkün müdür? 

Demokratik bir yönetimde şu unsurların bulunması şarttır: Siyasal Özgürlükler, Hukuk Devleti, İktidarın sınırlandırılması, Kuvvetler Ayrılığı, Şeffaflık, Laiklik, Demokrasi Kültürü ve Sivil Toplum.(s.12-13)  

Sayılan unsurların hepsi önemlidir ama özellikle iktidarın sınırlandırılması demokratik bir düzen içinde kalabilmenin en önemli şartıdır. Zira sınırlanamayan bir yönetimin sonu otoriterleşme veya totaliterizmdir. Onun için Hayek; "sınırlandırılmış demokratik olmayan bir iktidarı, kanunlarla sınırlandırılmamış demokratik bir iktidara tercih ederim" demiştir(s43). Bu düşünceye bağlı olarak Demarşi'yi de, halkın seçtiği temsilcilerinin güç ve yetkilerinin sınırlandığı yönetim biçimi olarak tarif eder.(s.192) Bu sınırlamanın olabilmesi için kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığı şarttır. Kuvvetler ayrılmamışsa sınırlama da yoktur ve böyle bir yönetimin totalitarizme evrilmesi her an mümkündür.  "Gücü sınırlandırılmamış ve demokratik olarak seçilmiş böyle bir meclis/yönetim, belirli gruplara belirli yükler getirir ve özel çıkar gruplarının çıkarını gözetir. Bu çıkar gruplarının desteği karşılığında, onlara belirli faydalar sağlarken, azınlığa onun maliyetini yükler."(s.46) 

Kitabın demokrasiye yönelik eleştiriler bölümünde ortaya konulan görüşler çok tanıdıktır. Bilhassa eksik enformasyon, seçmen unutkanlığı, lider sultası, oy ticareti, seçmen miyopluğu ve ilgisizliği gibi kavramlar üzerinde durulur. Enformasyon o kadar önemlidir ki, tam enformasyonun olmadığı yerlerde demokratik bir işleyişten söz edilemez.(s.61) 

Demokrasiye en önemli eleştiri, siyasal katılım yetersizliği nedeniyle gelmektedir. Bunun  birçok nedeni vardır. Bunlardan biri, vatandaşların bir kısmının siyasete ilgisiz kalması, Genelde etkin ve tek taraflı propaganda ile bir tarafın kazanacağına inandırılarak, oy kullanmasının sonucu değiştirmeyeceğini düşünür hale getirilmesidir.(s.87) Bilgisizlik de katılımcı demokrasinin açmazlarından biridir. Seçmenler politikaya ilgi duysalar bile bilgisizlik yahut yanlış enformasyon yüzünden doğru tercihlerde bulunmayabilirler.(s.88)Bunun için doğru ve objektif yayın yapan bağımsız bir basın, demokrasinin işleyişi için şarttır. 

Politik miyopluk, demokrasiyi kemiren bir başka nedendir. Miyop, yakını görür, uzağı görmez. Seçmenlerin çoğu bir önceki seçim döneminde yapılan taahhütlerin takipçisi olmaz. Sadece son seçim döneminde yapılan propagandaya göre karar verir, öncesini unutur. Bu kısa vadeli düşünme alışkanlığı, rasyonel siyasal tercihlerin ortaya konulmasını engeller.(s.91) Miyoplukla seçmen unutkanlığı iç içedir. Politikacı, seçmenin miyop olduğu kadar unutkan olduğunu da çok iyi bilir ve ona göre davranır. Seçim yaklaştıkça para musluklarını açar ve öylece seçmen, daha önce kendisine 'kaşıkla verip, sapıyla çıkaran' politikacının yaptıklarını unutur.(s153) 

Çalışmada, belli çıkar gruplarına hizmet eden veya yönetenlerin hegemonyasında bulunan sivil toplum ile Kuvvetler Ayrılığı ilkesinin etkin bir şekilde uygulanmaması, demokratik yönetimin önündeki en etkili engeller arasında sayılır. Sivil toplumun güçlü olması demokrasinin unsurlarından biridir. Güçlü bir sivil toplum, iktidarı denetler, kamu yararı taşımayan projelerine engel olur. Ama Sivil Toplum, belli grupların çıkarını savunup onların sözcülüğüne soyunduğunda demokrasiye zarar verebilir. (s.93)Günümüz STK'larının çoğu daha gelişmiş bir demokrasi için değil, belli grupların menfaatlerini korumak veya siyasette mevzi kapmak isteyen küçük grupların ihtiraslarını gerçekleştirmek için örgütlenmiştir. 

Bir diğer neden, doğru enformasyona ulaşma sorunudur ve bu demokrasinin önündeki en önemli problemlerden biridir. Siyasal sürecin etkin sonuçlar doğurabilmesi ve dolayısıyla demokrasinin başarılı şekilde işleyebilmesi için siyasal aktörlerin tam enformasyona sahip olmaları gerekir. John Locke, "Doğuştan bilgi yoktur ve insan zekâsı doğduktan sonra dolmaya başlayan bomboş bir levha(tabula rasa)dır, der.(s.123) Böyle olunca da o levhaya akıtılan bilgi büyük önem arz eder. Tam enformasyonun geçerli olduğu bir demokraside; tüm seçmenler tam enformasyona sahiptir ve rasyoneldir. Her seçmen kendisine en fazla faydayı sağlayacak olan siyasal partiyi bilir ve oyunu ona göre kullanır.(s.133)  

Peki ya tam enformasyona sahip olmayan seçmenler?  

Onlar da maruz kaldıkları propagandanın telkin ettiği bilgilerden hareketle oy kullanırlar. Öyle ki, yanlış bilgilendirilmiş bir seçmen, -kendi aleyhine- bile oy kullanabilir. Onun için demokratik olmayan iktidarlar, kalıcı olabilmek için ilk iş olarak enformasyon araçlarını ele geçirmeye çalışırlar. Demokratik yönetimlerde hür basın, demokrasi dışı yönetimlerde yandaş basın vardır. 

Seçmenin depolize edilmesi de enformasyon yoluyla olur. Depolitizasyon; seçmenin siyasetten uzaklaşmasını, soğumasını, siyasal gelişmelere kayıtsız kalmasını ifade eder. Bunun için seçmenlere yanlış ve aşırı enformasyon sunulur. Yanlış enformasyonda; seçmene kamu politikaları hakkında bilgi vermekten ziyade, politika dışı alanlar hakkında bilgi verilerek, kamuoyunun gündemi başka alanlara yönlendirilir ve seçmenin ilgisi bu alanlarda toplanır. Aşırı enformasyonda ise, seçmene yüklenen aşırı bilgi nedeniyle seçmen politikadan soğutulur.(s.151) 

Kitapta, demokrasi ile ilgili birçok önemli konuya temas edilmiş, Hayek, Ruso, Locke ve Montaigne gibi isimlerden örnekler verilmiş. Oligarşi, Poligarşi, demarşi gibi kavramları açıklanarak günümüze uyarlamalar, göndermeler yapılmış.   

Yazar'a göre, demokrasinin zaafları ve yönetenlerin hırslarına karşı çare anayasal demokrasidir. Tam bir demokrasi de merkeze konulması gereken devlet değil, bireydir. Liberal bir demokrasi ile ancak bireysel özgürlükler korunabilir. Aktan, Hayek'ten hareketle, demokrasi ve liberalizmi şu şekilde açıklar: demokrasi, yönetimin kimin elinde bulunduğunu, Liberalizm, yönetimin ekonomik güç ve yetkilerinin kapsamını ifade eder.  

Yönetimin tek bir kişi, grup ya da zümrenin elinde olması otokrasi, halkın elinde olması demokrasidir. Demokratik bir rejimde, siyasi iktidarın güç ve yetkilerinin sınırlanmaması halinde   totaliter bir rejime doğru yol almak kaçınılmazdır. Bunu önlemenin yolu, devletin faaliyet alanı ve çerçevesinin anayasal normlarla sınırlandırılmasıdır. Siyasal özgürlükler, hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı, şeffaflık, demokrasi kültürü, sivil toplum, halk vetosu gibi ilkeler, iktidarın sınırlandırılmasına dair ilkelerdir. Kısacası, Anayasal demokrasi, birey haklarının ve devlet haklarının anayasa içerisinde doğru bir biçimde tespit edilmesi ve sınırlarının açık olarak belirlenmesidir.(s.350-365) Otoriterleşme eğiliminde olan yönetimlerin anayasalara, yargı organlarına savaş açmalarının arkasında bu kurumların -otoriterleşmeyi engelleyici-fonksiyonları vardır. Anayasal demokrasinin merkezinde birey vardır, birey devlet için değil, devlet birey içindir. Ancak devlet de şarttır. Zira devletsiz toplum anarşi demektir. Devletin olmadığı yerde bireyin hak ve özgürlükleri korunamaz. Devletin gerekliliği onun kutsallığı anlamına gelmez, kutsallaştırma,  yönetimlere devlet adına her türlü kısıtlamayı yapma, totaliterleşme eğilimlerini gerekçelendirme imkânı verir. Çünkü kutsal olana her şey feda edilebilir. Daha önemlisi kutsal olan eleştirilemez. Eleştirilemeyince de yanlışa yanlış demek mümkün olmaz, böylece kutsalın gölgesinde despotizmin yolu açılır. Oysa kutsal olan insandır

Günümüzün demokrasi ve yönetim sorunlarıyla ilgili birçok konuya değinen çalışma, daha gelişmiş bir demokrasi ve daha insanca bir yönetim arayanların ihmal etmemesi gereken bir kaynak.