Tarihte ve günümüzde devletlerin üst yönetimlerinin nasıl yapılanacağı hep tartışılmış milletlerin sosyologları, ideologları, teologları son yüzyıllarda da anayasa hukukçuları milletleri için en iyiyi aramak üzere fikri üretimlerini sürdürmüşlerdir.

Avrupa’da 10’uncu yüzyılda İsviçre ve Kuzey İtalya köylülerinin komünal benzeri sistemler üretmesi İngiltere’nin 1215’de Magna Carta’yı yürürlüğe koyması, kıtada Amerika kıtasının fethi, Rönesanssın gelişi, sanayi devriminin ve Fransız ihtilalının sonuçları olarak insanlığın bulabildiği yönetim biçimi olarak “demokrasi”yi şekillendirmiştir.

Batı Avrupa ve Amerika’da bu tarihlerden sonra sürekli bir demokratik ilerleme görürüz (tabii bazen ara dönemler de yaşanmıştır).

Avrupa’nın ve ABD’nin demokraside ilerlemesi dünyanın ekonomik gücünün de bu bölgelerde toplanmasına dolayısı ile bu bölgeleri bir askeri üstünlüğe, kültürel ve kişi bazlı zenginliğe taşıdı.

Bu durum günümüzde de aynen devam etmektedir. Batı Avrupa ülkeleri ve ABD dünya ekonomisinin yaklaşık yüzde 30’una sahiptir, kalan yüzde 70’e de tüm dünya sahiptir.

Ülkemizde sultanlık halifelik dönemi sürerken (tabii Avrupa ve ABD den çok sonraları) ilk anayasa denemesi 1876 da Sultan 2’nci Abdülhamit’in tahta geçmesinin şartı olarak Kanun-İ Esasiye adıyla başladı ve bir yıl sonra seçilen meclisin sultan tarafından dağıtılmasıyla 1908 ikinnci meşrutiyete kadar inkitaya uğramıştı.

İstiklal savaşımız 1923 ve 1924 anayasaları çok partili hayata geçiş 1960 darbesi ve darbecilerin anayasası.

Son olarak da 1980 askeri darbesi ve darbecilerin halkın yüzde 92’sinin olurunu alan anayasası ile idare ediliyoruz.

2017’de referandum yapılarak yeni anayasa yapılmadı, 1980 anayasasının devletin üst yönetimini yeniden şekillendiren değişiklikler yapıldı.

“Başkanlık Sistemi” diye iddia edilen mevcut yaşadığımız sistem aslında “çakma” bir başkanlık sistemidir.

Sebebi, sistemi getirenler bile ismini tam olarak koyamamaktadır.

Cumhurbaşkanı ve avenesi bazen “başkan” bazan “cumhurbaşkanı” olarak nitelerken ortakları “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” olarak adlandırıyor, gelen sistemi.

Fakat asıl önemli olan sisteme verilen ad değil sistemin işlevidir.

2017’de hayatımıza giren sistem dünyanın demokrasi dışında 7 bin ile 10 bin dolar kişisel yıllık gelirle yaşayan, kişi özgürlüklerinin kısıtlı olduğu, ülke ekonomisinin küçük bir oligark gurubunun elinde olduğu, gelir dağıtımının adaletsiz olduğu, devlet erkinin devleti yönetenlerin şahıslarına ailelerine ve yakınlarına hizmet ettiği, yolsuzluk, rüşvet, hırsızlıkların kol gezdiği örnekleri Asya’da Ortadoğu’da ve Afrika’da olan devlet yapılanmalarına benzer olmuştur.

2017’de hayatımıza giren sistem 12.500 dolar olan kişi başı yıllık geliri 7000 dolara geriletmiş, ekonomimizi kırılgan hale getirmiş, devlet kurumlarımızı millete değil kişiye hizmet eder hale getirmiştir. Demokrasi hayatımızı 150 yıl geriye götürmüştür.

Sultanlıktan farkı kalmamıştır.

2017’de hayatımıza şaibeli bir referandumla giren yönetim şeklinin isminden rahatsız değiliz yalnız işlevinden tabii ki rahatsızız.

Seçilen kişinin adı illa “başkan” olsun isteniyorsa sorun değil olsun.

Biz sistemin demokrat olmasını, devlette güçlerin birbirini denetlemesini, toplumun yönetime mümkün olduğu kadar katılmasını, çoğulcu, katılımcı, özgürlükçü ve teşvikçi bir yapı kurulmasını milletin kaderinin tüm üretiminin geleceğinin tek kişinin iki dudağı arasında kalmamasını tarihimizin derinliklerinden gelen kurultay, istişare, meşveret makamlarının “meclis” adı altında yetkilendirilmesini, kişilikli ve yetkili milletin vekillerinin olmasının toplumumuzu daha ileriye taşıyacağını düşünüyoruz.

Devleti yönetenler toplumu 150 yıl önce padişahların gördüğü gibi kulları veya tabası olarak değil özgür bireyler, saygın vatandaşlar olarak görmelidir.

Yeni sistemin temeli millet ve birey olmalıdır.

Bazı muhalefet partileri devletin üst yönetimi için çalışma yapıyorlar adını “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistemi” olarak belirlemişler.

Görülüyor ki toplumumuz bu sistem konusunda ikiye bölünmüş.

Toplumun önüne öneri hazırlayanlar zıtlaşmayı körüklememeli yakınlaşmayı teşvik etmeli.

Muhalefet veya iktidar partilerinden beklediğimiz sloganik yaklaşımlar gerginliği arttırıcı üretimler değil, mevcut yaşadığımız sistemin ileri demokratik bir hale getirilmesidir.

Merkezinde millet ve bireyin olmasıdır.

Laf salatası değil…