Dersim, Dersim-İsyan ve Özrün Anatomisi

Abone Ol

Dersim, Yukarı Fırat Bölümü’nün şimdiki Tunceli ilinin yerinde bulunan bölgenin önceki adıdır. Kuzeyden ve batıdan Karasu (Fırat) güneyden Murat ırmakları, doğudan da Peri (piri) suyu ve Munzur Çayı vadileriyle kuşatılan Dersim, Munzur, Mercan gibi onlarca yüksek dağ ve vadiler ihtiva eden erişilmesi güç, yol imkânları kısıtlı bir coğrafyadır. Dersim adı eski çağ ve ortaçağ kaynaklarında geçmez. Bölge tarih boyunca Urartu, Asur, Pers, Roma, Bizans, Sasani, Arap ve Selçuklu yerleşim alanı oldu. Hıristiyanlık çağında ve Müslümanlık dönemlerinde DERSİM devlet sisteminin resmi mezheplerinin dışına taşan mezheplerin, devlete karşı çıkan aşiretlerin barındığı bir bölge olarak bilinir. Türklerin bölgeye girişleri çok daha eski yıllara dayansada toplu girişler Malazgirt Savaşı’nın öncelerine rastlar. Yıva, Ağaçeri, Çavandar, Döğer, Çepni, Eymir gibi Türkmen aşiretleri Malazgirt öncesi yerleşen aşiretlerdir. XVI. Yüzyılda Osmanlı hâkimiyetine giren Dersim Diyarbekir beyliğine bağlı bir sancaktı.

Tanzimat’ta 1845’de Erzurum vilayetinden ayrılarak ayrı bir il haline getirildi. Memavetül Elaziz ( Elazığ) vilayeti kurulunca Dersim, Elazığ’a bağlı bir sancak oldu. 1862-Merkezi Hozat olan bu sancakta merkezden başka Çarsancak, Çemişgezek ve Kızılkilise ilçeleri vardı. Sancakların vilayet haline getirilmeleriyle bir süre sonra vilayet oldu. Daha sonra yine Elazığ’a bağlandı. 1930’da yeniden vilayet oldu. 1935’te 2884 sayılı Tunceli kanunuyla Dersim’in adı Tunceli olarak değiştirildi. İdari açıdan gerekli olan bu ansiklopedik bilgiyi verdikten sonra işin önemli kısmına, Dersim’in sosyolojik tarihine geçeceğiz. Konuya bütün detaylarıyla geçmeden önce yakın tarih boyunca Dersim’de patlak veren isyanları kriminolojik olarak şöyle bir sıralamak gerekirse 1845-1877-78, 1885, 1892-93, 1895, 1907, 1911, 1916, 1937-38 olarak sıralayabiliriz. 1847 isyanı tanzimatın, Doğu Anadolu’da devlet sistemini ıslah etmek amacıyla getirmek istediği reformist harekete bir tepki isyanı olarak başladı. Osmanlı Döneminde Yurtluk-Ocaklık sistemiyle idare edilen bölgede azil ve nasp kabul etmez bir sistemle tanınan aşiret ve sancak beylerinin hâkimiyeti görülüyordu. Bazı sancak beyleri devlet deyimiyle << mülkiyet üzere zapt ve tasarruf >> yetkilerine sahipmiş gibi davranıyorlardı.

Devlet kuvvetliyken otoriteye boyun eğen, devletin zafiyetinde isyan eden, başkaldıran aşiret ve sancak beyleri mükellefiyetlerini yerine getirmiyorlar. Vergi vermiyorlar. Lüzumu halinde asker vermiyorlardı. Tanzimat 1845’de reformları uygulamaya karar verince, şeyhlik, ağalık, yurtluk, ocaklık düzenine bağlı bölge kaynamaya başladı ve bölgesel isyanlar başladı. 1877’de Samih ve Kurt İsmail Paşa, 1878’de Ahmet Muhtar Paşa, 1885’de Ali Şefik Paşa kuvvetleri isyanları bastırdılar. Fakat köklü ıslahat yapılamadığı için bölge için için kaynıyordu. Abdülhamid döneminde Hamidiye alaylarının müfrezeleri bölgede çok sık görülüyordu. Bölge halkı, okuma yazması dahi olmayan bu alay komutanlarından çok çekti. Yavuz Selim döneminin ünlü din bilginlerinden Şeyh İdris-i Bitlisi’nin malum fetvası << Bir şafi ne kadar günahkar olursa olsun eğer yedi Alevi öldürürse, sorgusuz sualsiz cennete gider >> bu cahil Hamidiye alay komutanlarının beyinlerine yüzyılların taşıdığı bir serlevha olarak yerleşmişti. Dersim Bölgesi de bir Alevi Türkmen yerleşim alanı olunca, karşılıklı husumeti anlatmaya kelimeler yetersiz kalırdı. 1907 Nazimiyenin Kureyşan aşireti << sayın Kılıçdaroğlu’nun mensubu olduğu aşiret >> Kığı köylerine, Hozat’ın Koç uşağı, Şam uşağı, aşiretleri Kemah, Çemişgezek köylerine saldırdılar. Harput Redif-i livası Neşet Paşa isyanı bastırdı. Yılsonu aşiretler toplu isyan hareketine kalkışınca Neşet Paşa yeni bir operasyonla isyanı önledi. Bu arada ikinci meşrutiyet ilan edildi. Bahtiyar, Kırgan, Karahanlı, Aşağı Abbas , Ferhat, Laçin Uşağı aşiretleri merkeze biat ettiler. Şuray-ı devlet azası Mustafa Bey ve Ferik Ali Paşa bölgede gerekli incelemeyi yaptılar. 1909’da Müşir İbrahim Paşa 4. ordu komutanı olarak Dersim’e gönderildi. Ovacıkta karargah kuran paşa aşiretleri topladı, birliği sağladı. Biat etmeyen Haydaranlı aşireti üzerine kuvvet gönderildi. 1916’da Doğu Dersim’de Nazimiye- Kızılkilise dolayında yeni bir kalkışma oldu. Rus istilası dolayısıyla bu kalkışma olayı kendiliğinden kapandı.

Mütareke, Kurtuluş Savaşı yılları sırasında 1921’deki Koçgiri isyanına Dersim havalisi katılmadı. İstanbul’dan baytar olarak bölgeye gönderilen Baytar Nuri’nin << Nuri-i Dersimi >> isyana teşvikteki büyük gayretleri sonuçsuz kaldı. Bu durumun Dersim’in muhayyel Ermenistan’a bırakılacağı hakkındaki tasarının bölge halkını tedirgin etmesine ve Ankara meclisindeki Dersim mebusu Diyab Ağa’nın telkinlerinin etkili olması şeklinde yorumlanabileceğini düşünüyoruz. Cumhuriyet Döneminin ilk isyan teşebbüsü olan 1925 şeyh Sait isyanında da Dersimi isyanda görmüyoruz. Öyle ki bizzat şeyh Said’in ekibiyle birlikte Dersim’e gelip Seyit Rıza’nın evinde yapılan toplantıda Dersim ağalarını birlikte isyan için ikna etmeye çalıştığı ve bu arada ikram edilen yemekleri, özellikle et yemeklerini yememeleri ve Seyit Rıza’nın Şeyh Sait ve arkadaşlarına, aklınız sıra siz bizim << Alevilerin >> kestiği hayvanların etini murdar diye yemiyorsunuz, sizinle nasıl olurda müşterek bir harekat yapıp, bir devlet kurup nasıl yöneteceğiz? Biz bu işte yokuz cevabını verdiğini yazan bir araştırmacı gurubun varlığını biliyoruz. Cumhuriyet Döneminin en önemli kalkışması olan Dersim 1937-38 harekâtına geçmeden önce biraz tarihe yolculuk yapıp Dersim’in tarihi, sosyolojik, etnik kültürel yapısını inceleyelim.

Dersim tarih boyunca Sümer, Urartu, Asur, Hitit, Med, Pers Makedonya, Orta Asya’lı Partlar Roma, Bizans, Araplar,Türk beylikleri, Moğollar, Selçuklu ve Osmanlı’nın hakim olduğu bir coğrafyadır. Osmanlı’nın yıkılmasıyla yeni Türkiye Cumhuriyeti içinde kalan bölge yukarıda adı geçen devlet ve medeniyetler çerçevesinde incelenmesi gereken bir coğrafya parçasıdır. Tarihçi Maspera ve De Morgan milattan önce Dersim’de Turani bir ırkın varlığına işaret ederek, bölgede Türk yerleşiminin 1071’den çok önceye dayandığını işaret ediyorlar. Tarihi süreç içerisinde bölgede yaşayan çeşitli milletleri, ayrı etnisiteleri, ırkları görüyoruz. Sümerlerden, Asurlardan, Hititlerden, Pers, Part, Roma, Bizans ve Selçuklu dönemine kadar gelip geçen bu ırklar ve medeniyetlerin izlerini bugün dahi sürmek ve bulmak mümkün ise de bölgeye karekteristik damgasını vuran ve bölgenin yerleşik gücü olarak kalanların Alevi-Türkmen Yörükleri olduğunu net bir şekilde gözlemliyoruz. 1057-1059 yıllarında Tuğrul Bey’in uç beyleri İbrahim Yınal ve Ebul Kasım Saltuk beylerin Dersim ve Civarını kontrol altına almasından sonra bölgeye Türkmen oğuz yerleşimi hızlandı. Bu dönem Dersim yöresi Mengücek beyliği, Nazimiye ve civarı Saltuklular hakimiyetindeydi. Sonraları bölge Anadolu Türk beyliklerinin hakimiyet savaşlarında elden ele geçti. 1228’de Alaaddin Keykubat’ın bölgeyi ele geçirmesiyle bölgede Selçuklu dönemi başladı. Bu dönemde Türkistan ve Horasan’dan göç eden Alevi Türkmen aşiretleri Doğu Anadolu’yu özellikle Dersim’i yurt tuttular. Daha sonraki yıllarda Anadolu’yu saran büyük Moğol istilasından kaçan Alevi Türkmenler Palu, Erzurum, Erzincan yaylalarından daha muhkim bir bölge olan Dersim’e özellikle yükseklere yerleştiler. Moğolların önünden kaçan Harzemşah Sultan-ı Celalettin Harzemşah yassı-çimende Selçuklu Sultanı Alaattin Keykubat’a yenildi. Celaleddin Dersim’de bir dağlı tarafından öldürüldü. Harzem beyleri Selçuk Sultan’ının emrine girdiler. Daha sonra başkaldıran harzem beyleri Dersim bölgesine sığındılar. Türkmen babalarının isyanı << Baba İlyas, Baba İshak >> Moğol saldırıları Selçukluları iyice sarstı. 1243’de Kösedağ Savaş’ında Selçuklular Moğollara yenilince bölgede Moğol hakimiyeti başladı. Dersim’de 1250’den itibaren Moğol İlhanlı hakimiyetini görüyoruz. Türkmenler bu dönemde dağların zirvelerinde yaşamaya başlıyorlar Ağaç kesip, biçip, alıp, satıp geçimlerini sağlıyorlar. Bak: “Tahtacılar, Alevi Türkmenler” Daha sonraki yıllarda bölgede yine Türk hakimiyetini Eratna beyle görüyoruz. Daha sonra Mutahharten’e geçen bölge, kadı Burhanettin’in mutahharteni kendisine bağlaması ile Sivas kadısı Burhanettin’e geçti. 1387 yılında Timur’un Anadolu’da görünmesi ve Doğuda, Çemişgezek, Dersim beyleri ve Emir Yalman’ın da Timur’a destek vermesi Osmanlı’yı iyice tedirgin etti.

1402 Ankara Savaşı sonrası Doğuda Osmanlı hâkimiyeti kalmadı. Türk aşiret ve beylikleri arasında çatışmalar başladı. Anadolu’da birçok beylik kuruldu. << Fetret Devri >> Bu arada Dersim’de de aşiretler arası kanlı çarpışmalar oldu. Haydaran, Alan ve Harmekiler arasındaki çatışmalar sonu Kara Yakup Bey duruma hâkim olup kendisini Dersim il beyi ilan etti. Türk beylikleri arasındaki bu mücadele Akkoyunlular’ın ortaya çıkışına kadar sürdü. Osmanlı Akkoyunluları tehdit olarak görünce Fatih Sultan Mehmet Otlukbelinde Uzun Hasan’ı 1473’de mağlup edince Akkoyunluların önemli bir bölümü Dersim, Ovacık ve Pülümüre sığındılar. Dersim yöre halkı Uzun Hasan – Fatih Mehmet Otlukbeli Savaşında Uzun Hasan’ın yanında saf tutmuşlardı. Daha sonra 1502’de Şah İsmail Safevi Türkmen-Şii tahtına geçince Osmanlı üzerinde büyük bir tehdit oluşturdu. Olağanüstü güzel Türkçe şiirler yazan Hatayi rumuzunu kullanan Şah İsmail Doğu Anadolu Alevi Türkmenlerinin ruhuna hitap ederek Doğu Anadolu’yu içten içe kaynatıyordu. Yavuz Sultan Selim 1514 tarihinde Şii Türkmen Şah İsmail’i Çaldıran’da mağlup edince, Şah İsmail’i destekleyen Anadolu Tahtacı-Kızılbaşları için en muhkem korunak yine Dersim Dağları’nın zirveleriydi.

XVI. yüzyıldan başlayarak Doğu Anadolu’daki birçok savaşta, Osmanlı hakimiyetine karşı olan mutezileler << Özellikle Aleviler ve bir kısım Türk boyları >> Dersim’i kendileri için bir barınak olarak kullandılar.

Uzun Hasan ve Şah İsmail’in Otlukbeli 1473, Çaldıran 1514’de Osmanlı’ya yenilgileri ve daha sonraki yıllarda İran’da Mukim Şii Türkmen devletlerine karşı Osmanlı’nın devamlı üstünlük sağlaması sonucu Doğu Anadolu Alevi Türkmenleri sürekli Sünni otoriteyi temsil eden Osmanlı’nın baskısı altında yaşadılar. Öyle ki Büyük Osmanlı tarihçisi Naima’nın dehşetle anlattığı I.Ahmet dönemi sadrazamlarından Kuyucu Murat Paşa’nın Celâli isyanlarını bastırmada << Türkmen, Alevi isyanları >> kullandığı yöntem, kuyular kazarak binlerce Türkmen’i imha etmesi, İdris-i Bitlisi’nin ünlü fetvasının tarihi tazahürü olarak yorumlanabilir. Bu vahşeti büyük Türkmen Alevi ozanı Dadaloğlunun:

Dadaloğlu, yarın kavga kurulur

Öter tüfek, davlumbazlar vurulur

Nice Koçyiğitler yere serilir

Ölen ölür, kalan sağlar bizimdir.

diye destanlaştırmasını nasıl unutabiliriz.

Söğüt, Domaniç yaylalarına ilk geldiklerinde, büyük Osmanlı tarihçisi ord. Prf. Halil İnalcık’tan öğrendiğimize göre Ertuğrul Gazi’nin Kayı boyu henüz islâmla tanışmamış, şaman geleneklerinin yaşadığı bir aşiret ve Osman Bey’in adı Otman’dır. Şeyh Edebali’nin evinde gece misafir kalan ve Kurân-ı Kerimi orada görüp saygı ifadesi Kurân’ın bulunduğu odada uyumayıp, ayakta duran Osman Bey’in davranışından otağında Kurân’ın olmadığı, Kurân’la ilk karşılaştığı sonucu çıkarılabilir. Yine İnalcık hoca kuruluştan 150 yıl sonra İstanbul’un fethi döneminin büyük alimi Akşemsettin’in bile yüzde elli şaman geleneklerinin etkisi altında olduğunu söylüyor. Yavuz Sultan Selim’in hedefi doğuya çevirip Mısır, Mekke ve Medine, İran seferleri Ridaniye, Çaldıran savaşları, halifeliğin İstanbul’a getirilmesi, Arap dünyasıyla gelişen sosyal ilişkiler sonucu başlangıçta yarı şaman olan Osmanlı Devletini katı Sünni bir devlet geleneğine döndürmüştü. Osmanlı’nın şiaya bakışı bu tarihlerden sonra, özellikle Otlukbeli ve Çaldıran’dan sonra radikal ve düşmanca olmuştu. İdris-i Bitlisi’nin bir şafi ne kadar günahkâr olursa olsun, yedi alevi Türkmeni öldürürse sorgusuz cennete gider fetvası da bu dönemlerde verilmiş bir fetvadır.

İncelememizin başlangıç kısmında Dersim coğrafyası, tarihi süreci, Cumhuriyet dönemine kadarki isyanları, daha sonrada tarihi süreçte Türk yerleşimini, etnisiteyi, dini ve mezhep yapılarını, bu süreçteki gel gitleri inceledik. Bu arada iki küçük hatırlatma ve bir alıntı yapıp esas konumuza 1937-38 Dersim İsyanına geleceğiz.1980’li yıllarda geçen bir olayı nakledeceğim. Rahmetli olan bir arkadaşım vardı; Müslim Kılıçarslan Salihli’de yaşayan bir Dersim’liydi. Bir gün kalabalık bir sohbet toplantısında biri Müslim ağabeye hitaben siz Kürtler diye hitap etti. Sözüne devam etmesine fırsat vermeden Müslim Kılıçarslan’ın bir barut fıçısı gibi patladığını gördük. Önce sözünü geri al diye gürleyen Müslim ağabey, sen benim kürt olduğumu nereden biliyorsun, ben Akkoyunlu Uzun Hasan torunuyum, ben Sarı Saltuk torunuyum be hey gafil, Dersim’liler Türkmen oğlu Türkmen’dir. Ama ben öz be öz aleviyim bununla da iftihar ediyorum diyerek sözlerini bitirmişti. Rahmetli Müslim Kılıçarslan daha sonraları saç örneğinden DNA testi yaptıracak kadar bu işlerin takipçisi olmuştu. Merak edenlere açıklanır. DNA testi sonucu Asya tipi Türkmen geni çıkmıştı. Burada bir kez daha açıklayıp yanlış anlaşılmaktan kurtulalım. Bizim için millet tarifi ve milliyetçilikte, etnisite, ırk, en son plânda incelenir. Asıl olan Devletimizin, milletimizin birliğine, bekasına, ortak tarihe ortak kültüre olan inanç, sınırlarımız içinde yaşayan, TC vatandaşı olan, vatanın bölünmezliği, birliği, bayrağın, milletin birliği, değişmezliği inancıyla devleti ve milleti korumak için her fedakârlığı yapmaya hazır olan her kişi hangi etnisiteye sahip olursa olsun hangi ırktan olursa olsun bu ülkenin birinci sınıf vatandaşıdır ve sonsuza kadar bizim kardeşimizdir.

İkinci hatırlatmam Aleviliğin bir Yörük, göçer, Türkmen mezhebi oluşu ve karekteristik vasfının, Türkmenlerden başka hiçbir gurubun bu mezhebe mensup olmadığıdır. Dersim’de Alevi Kürt diye ortaya çıkan guruplar yüzde yüz Türkmen guruplardır. Dikkat edilirse doğu ve güneydoğudaki Kürt aşiretleri şafi mezhebindendir. Osmanlı kayıtlarında incelemeler yapan tarih sosyologları Dersim aşiretlerinin Alevi Türkmen oldukları konusunda hem fikirdirler. En son prf. Yusuf Halaçoğlu aşiretler, cemaatler, oymaklar adlı 22 senenin göz nuru olan 6 ciltlik dev eserinde 41500 aşireti mercek altına almış ve yöre, yöre inceleme konusu yapmıştır. Hoca’nın tespitlerine göre bu aşiretlerden 40000 Türkmen 1500’ü Kürt 3 tanesi Ermeni’dir. Yine Hoca dönemin DTP milletvekili Sebahat Tuncer’e, Balaban aşiretinden olduğunu söylüyormuş. O halde yüzde yüz Türkmen’dir yollamasını yapmıştır. Yine hatırlanacağı veçhile Hülya Avşar’a, Avşar’dan Kürt olmaz, iyi araştır deyince Hülya Avşar’ın babasının dedesinin Kayseri Sarız Avşarlarından olduğu, Ağrı, Kars, dolaylarına göçtükleri meydana çıkmıştı. Hoca kesin hükmünü şöyle açıklıyor. Eğer bir Kürt aşireti Alevi ise, araştırın, kesin kökleri Türkmen’dir.

Yazımızın bütününde devamlı işledik. Osmanlı Sünni dayatmasından kaçan dağlara zirvelere çıkan Türkmen Yörükleri aleviler Dersim’de muhkem bir korunma buldular. Dersim’in antik dönem eski halklarının yaşayan dilleriyle tanışıp, özellikli bir dil. (Dikkat! Dersimce özel bir ZAZA’cadır ve hiçbir şekilde Kürtçeye benzemez ve anlaşmaları imkânsızdır.) Oluşturdular. Zaman içerisinde baskıdan yılan ve zirveleri seçen Türkmenler, kendilerini tecrit ederek yaşama sarılırlarken kimlik değişimine uğradılar. Bak prf. F. Kırzıoğlu Kürtlerin Türklüğü, Bk Macit Gürbüz, Kürtleşen Türkler. Alıntımız 1978 Milliyet yayınları yarışması roman dalı birincisi KAPO. Yazarı Mustafa Yeşilova, yazar bir Dersimli. Romandan “bir cümle: Bir zamanlar Hamidiye alayları vardı. Okuma yazma bilmeyen paşaları… Onlardan çektiğimi halâ çekiyorum. Anadolu’nun, doğunun bu mert insanları Yavuz’un dehşetinden buraya sığınmadılar mı? Bu Türkmen çocukları!”

Bu vesileyle Silifke yöresinin katıksız Türkmen Yörüklerinin, Karacaoğlan evlâtlarının, Dersim aşiretlerinden biriyle akraba olduklarının meydana çıktığını, her iki aşiret mensuplarının buluşarak ortak atalarını yad ettiklerini hatırlatıp, bu bölümü bir yöresel halk türküsü beytiyle noktalıyoruz.

Şalvarı şaltak Osmanlı

Eğeri kaltak Osmanlı

Ekeni yok, biçeni yok

Ekene de ortak, biçene de ortak Osmanlı

İlk bölümde, Dersim’in Cumhuriyet Dönemi öncesi tarihini incelemiştik.

Mustafa Kemal Paşa’nın dahice yönettiği askeri ve siyasi politikalar neticesi kazanılan zafer 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetle taçlandırılmıştı. Ulusal Kurtuluş Savaşımızda batıdaki işgalci Yunan kuvvetleriyle amansız bir savaş sürerken Kuvvayı Milliye ordusunun başına bütün cephelerde yeni gaileler, problemler açan emperyal sistem iç isyan ve ayaklanmaları körüklüyor, Kuvvayı Milliyenin gücünü bölüp kırmaya çalışırken, ileriye dönük muhayyel plânlarını da böylece ortaya koyuyorlardı.

Karadeniz’de Pontus çeteleri ayaklandırılıyor. İçte çeşitli isyanların fitili ateşleniyordu. Daha henüz başlangıçta ilk fitil Midyat’ta Ali Batı isyanıydı. Yunan işgalinin eli kulağındayken << 15 Mayıs 1919 >> İngilizlerin doğu ve güneydoğudaki etnik yapıyı kaşımak için özel görevli iki subayı, Binbaşı Noel ve yüzbaşı Woolley’in çok etkili çalışmalar yaptığını görüyoruz.

Batıdaki Yunan işgalinin zamanlamasına ayarlanan ard arda gelen iç isyanlar sinsice hazırlanan tuzaklardı. Ali Batı Midyat’ta fitili ateşlemişti. 18 Ağustos 1919’da Mardin 5. tümen kumandanlığı 3. tabur kumandanı yüzbaşı Yusuf Ziya Ali Batı’yı Midyat Medah’taki çatışmada ölü olarak ele geçirdi. Mustafa Kemal Paşa’nın Sivas kongresini engellemek isteyen Damat Ferit Paşa hükümeti Elazığ valisi Ali Galip’e kongreyi engelleme emri verince Ali Galip Binbaşı Noel’le buluşup Bedirhanlar ve Cemil paşazade Ekrem beyle beraber çalışmalarına başlayıp Malatya mutasarrıfı Bedirhan Halil’den 500 atlı asker istemişti. Mustafa Kemal Paşa, Kazım Karabekir Paşa ve Ali Fuat Paşa bu istihbaratı alınca Ali Galip’in üzerine Elazığ, Siverek ve Aziziye’den bazı birlikleri göndermişler ve binbaşı Noel, Kamuran Celadet Bedirhan, Ekrem bey ve Ali Galip birlikte önce Kâhta’ya sonra Urfa’ya kaçmışlardı. Oradan da binbaşı Noel’le Ali Galip Halep’e kaçmışlardı. İstanbul’daki İngiliz rahip Frei’yin adamı Konya Bozkır’lı Zeynel Abidin Hoca’nın 1919 Eylül-Kasım aylarındaki iki isyanını da geçiştiren milli kuvvetlerin 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal edip Anadolu’ya yürüyen Yunan ordusuna karşı mukavemetini kırma amaçlı küçük ayaklanmaların yanında, Kürt ve Ermenilerin köklü amaçlarını gerçekleştirmek için müşterek çalışmaları ve bu müşterek amacın katalizör gücü İngiliz istihbaratı hiç boş durmuyordu. Binbaşı Noel İstanbul’da Seyit Abdülkadir başkanlığında Kürt-Teali cemiyetini kurduruyor. Paris barış konferansında Osmanlı delegesi Şerif Paşa kendisini Kürdistan temsilcisi olarak tanıtıp, Ermeni delegesi olan Bagos Nubar Paşa ile Doğu ve Güneydoğunun Ermeni ve Kürt bölgelerini içeren paylaşım plânlarını yapıyorlardı. Rahip Frei ve binbaşı Noel kendilerinden önceki Osmanlı topraklarını parçalayıp, bölme görevini başarıyla uygulayan Lawrance ve Albay Mancell’i bile aşan çalışmalar yapıyorlardı. “Albay Mancell’e temas etmeden geçemeyiz. 5 Aralık 1917’de pantürkizme karşı pankürdizm tezini ortaya atan Mancell Kürtlere otonomi ve toprak vaat edip Ermenilere de ABD’nin mandatörlük çalışmalarını organize eden ve İngiliz istihbaratına Kürt bölücü hareketinde Bedirhanların kullanılabileceğini rapor olarak sunan istihbarat subayıdır.” Bayburt’ta Şeyh Eşref ayaklanması 1919’un son iç ayaklanması idi. << 26 Ekim-24 Aralık 1919 >> 1920’de 1. ve 2. Düzce ayaklanmaları bastırılmış, işgalci Yunan ordusu ve iç isyanlar yetmiyormuş gibi birde İstanbul hükümetinin güçleriyle de uğraşılıyordu. Anzavur ve Kuvayı İnzebatıyeyi de bozguna uğratan Kuvayı Milliye güçlerinin başına 1. ve 2. Yozgat ayaklanmaları, Zile ayaklanması çorabı örülüyor, fakat kısa sürede kalkışmalar bastırılıyordu. Bu arada Konya ayaklanması ve doğuda iki isyan Milli aşireti isyanı ve Cemil Çeto isyanı da kısa sürede bastırılıyordu.

Kuvayı Seyyare komutanı, başlangıçta büyük hizmetleri geçen Çerkez Etem olayı da 1920’nin son kalkışma harekâtıdır ve ne yazık ki Çerkez Etem’in Yunanlılara sığınmasıyla sonuçlanmıştır. Bu konu hassas, ince bir konudur. Ayrı bir incelememizde bu konuya ileride değinmek istiyoruz.

Karadeniz’de Rum çeteleriyle amansız bir mücadele veren mahalli kurtuluş teşkilâtları << İpsiz Recep, Topal Osman Ağa vs. >> yanlarındaki yerini, ordu çok cephede savaşmak durumunda olduğu için ancak 1920’lerde alabildi. 1923’e kadar süren büyük mücadeleler sonucu Karadeniz, Pontus çetelerinden tamamen arındırıldı. 1921 Koçgiri ayaklanması doğudaki ilk ciddi isyan teşebbüsüdür. Koçgiri aşiretinden Alişan bey, Sivas’ta bizzat M. Kemal Paşa’ya kürtlerin Wilson prensiplerine göre bağımsız devlet kurma haklarının olduğunu söyledikten bir süre sonra 6 Mart 1921’de isyanı başlattı. Hafik, Zara, İmranlı, Suşehri, Refahiye, Kemah, Divriği, Kangal, Ovacık ilçelerine isyan yayıldı. Kangal’ın Yellice nahiyesinde Hüseyin Abdal tekkesinde Baytar Nuri ve diğer aşiret reisleri ile yapılan toplantıda, Baytar Nuri’nin << Nuri Dersimi >> bütün çabalarına rağmen seyitlerin << dedelerin >> ikna edilememelerinden isyan Diyarbakır, Van, Bitlis bölgelerine yayılamadı. Bu dönemde Dersim için için kaynıyor Baytar Nuri İngiliz ve Fransız istihbaratıyla el ele bölgeyi şekillendiriyordu.

Kürt ileri gelenleri 15 Kasım 1920’de Hozat’ta yapılan toplantıdan sonra Ankara hükümetinin Kürtlere karşı olan tutumunu öğrenmek için soru sorulmasını kararlaştırdılar. Baytar Nuri’nin babası İbrahim efendinin kaleme aldığı sorularda

Kürdistan özerk idaresini tanıyan İstanbul hükümeti kararını Mustafa Kemal hükümeti kabul edecek mi?

Kürdistan özerk hükümeti için M. Kemal hükümeti ne düşünüyor.

Erzincan, Sivas, Malatya, Elaziz hapishanelerindeki kürt mahkumların bırakılması isteklerini

Kürt bölgelerinden Türk hükümeti memurlarının çekilmesi.

Bölgeye gönderilen askeri müfrezelerinin çekilmesi.

bu soru ve istekleri içeren nota 13 Kasım 1920’de Abbasan aşireti reisi Meço Ağa tarafından Dersim kaymakamı Rıza beye verildi. Ankara Hükümeti, bu notaya cevap vermedi. Yalnızca Elaziz’den Dersim’e ortamı yumuşatmak için bir heyet gönderildi. Bu heyeti kovan Dersim’liler 29 Aralık 1920’de Elaziz’den Ankara T.B.M.M.’sine bir telgraf çektiler. “Ankara Büyük Millet Meclisi riyasetine; Sevr Antlaşmasına göre Diyarbekir, Van, Elaziz, Bitlis vilayetlerinde bağımsız bir Kürdistan kurulması lâzım geliyor. Bu teşkil edilmelidir. Aksi taktirde bu hakkı silah zoruyla almaya mecbur kalacağımızı beyan ederiz.”

İsyan bayrağı artık çekilmişti. Yapılan plâna göre Hozat’a Kürdistan bayrağı çekilecek Erzincan, Elaziz, Malatya üzerinden Sivas’a gidilip, Ankara hükümetinin Kürdistanı tanıması istenecekti. Hozat’ta yapılan toplantıdan sonra aşiretler arası görüş ayrılığından faydalanan Ankara, bazı aşiret reislerini ikna edip mebus yaptı. Diyab ağa, Ahmet Remzi, Binbaşı Hayri milletvekili olarak Ankara’ya geldiler. Hareket böylece bağımsızlık yolunda ilk darbeyi yedi ve aşiretler arası çatlak büyüdü. Bölge kaynayınca sürekli bir asker sevkiyatı başladı. 1921’in ilk günlerinde Sivas jandarma taburu Zara’ya kaydırılırken, daha önce Yıldızeli’nde isyan edip, Zara’ya çekilen Zalim çavuş lâkaplı isyancı, adamlarıyla taburu pusuya düşürdü ve ellerindeki silah ve cephaneye de el koydu.

Albay Halis Bey komutasındaki 6. süvari alayı bu olay üzerine İmranlı’ya yürüdü. Koçgiri aşireti, isyancılar, 6 Mart 1921’de İmranlı’yı sardı. Albay Halis ve birçok askeri şehit edip İmranlı merkezine Kürt bayrağı çektiler. 10 Mart’ta bölgede sıkıyönetim ilan edildi.

13 Mart’ta merkez ordusu komutanı Nurettin Paşa ayaklanmayı bastırmakla görevlendirildi. Çetin ve kanlı çarpışmalar sonu 17 Haziran 1921’de isyan tamamen bastırıldı. Alişan ve Baytar Nuri dışında bütün isyancılar affedildi. Musul referandumunu önlemek isteyen İngilizlerin bir başka tezgahını da 1924 Nasturi ayaklanmasında ve daha büyüğünü ise 1925 Şeyh Sait isyanında gördük. Şeyh Sait isyanı sosyolojik değerler açısından, yalın olarak bir Kürt harekâtı değil halifeliğin kaldırılmasına karşı din rütielli bir isyan olarak yorumlanabilirse de isyanın arkasındaki güç Türkiye Cumhuriyetinin Musul-Kerkük kartlarını kullanmasını engellemek isteyen İngiltere’dir. Müthiş diplomatik bir zamanlama yapılmıştır. Gelelim Dersim’e, düşünün, Cumhuriyet 1923’de kurulmuş. 1935’lere gelindiğinde 12 yıllık Cumhuriyet döneminde Dersim’de halâ devlet gücü, mührü, asayişi yok. Yüzlerce yıldır başına buyruk yaşayan içine kapalı feodal bir toplum, Selçuklu, Osmanlı dönemlerinde de uzun süreler kontrol edilemeyen bir feodalite, 12 yıldır devlet asker alamıyor, vergi toplayamıyor, asayiş sağlayamıyor. Başlarında şeyhler, seyitler, ağalar, derebeyleri! Yok, yasak, giremezsin diyorlar. 20. asırda böyle devlet nizamı olur mu?

İncelememizin ilk bölümünü hatırlayalım. İnançlarını yaşamak uğruna çile çeken, canlarını feda eden Alevi Türkmen Yörükleri üzerindeki Sünni Osmanlı baskısının dayanılmaz ağırlığından sonra, yeni Türkiye Cumhuriyetinin lâik, hoşgörülü yaklaşımı, Mustafa Kemal Paşa’nın tavizsiz uyguladığı lâiklik prensibiyle rahatlamış, yüzyıllardır süren baskıdan kurtulmuş özellikle M. Kemal Paşa’nın sempati ile baktığı, yakın durduğu Alevi geleneklerini yaşatan, yaşayan insanların, Dersim’de Alevi inançlarının baskı altına alındığını düşünüp isyan ettiklerini farzetmek hangi akıl ve mantıkla bağdaşır? Gerçek İslâm’ı ve onun hoşgörüsünü değil, İslâm’dan önceki Arap örf, adet, kültür ve geleneklerini İslâm adına, İslâm diye düşünüp, uygulamaya koyan, Osmanlı’nın, İslâm’ın Türkmence bir yorumu olan Aleviliği ezen sistemini yıkan, M. Kemal’le rahatlayan Alevi toplumu, cem evlerine, en güzel mekânlarına Hz. Ali fotoğraflarının yanına M. Kemal Paşa’nın fotoğraflarını asmışlardır. O Mustafa Kemal, lâik Cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal, alevileri inançları için katlettirecek öyle mi? Hadi canım sende! Bugün Sünni İslâm’ın temsilciliğini kimseye bırakmayan zevat ağzını doldura doldura o Mustafa Kemal’e gök gözlü deccal, dinsiz dönme diyecek, o Mustafa Kemal Sünni İslâm adına alevi katliamı yapacak bir kez daha, hadi canım sende! Tarihin ilk dönemlerinden Cumhuriyete kadar bölgeyi ve yaşayan tarihini inceledik. 1937-38 Dersim isyanının çıkış tarihini, olayları, katliamı herkes ezberledi. Katliam, orantısız güç kullanımı, bombalar, uçaklar var mıdır? Evet vardır. Bazılarının işlerine geldiği için abarttıkları kadar olmasa bile vardır. Ama olay asla bir mezhep meselesi değildir. Hatta siyasi Kürtçülerin ifade ettiği gibi asla bir kürt ayaklanması da değildir. Etnik bir olayda değildir. Baytar Nuri, Seyit Rıza’nın kanına girip sonradan öyle yorumlanabilecek bir mecraya hareketi oturtmuştur. Olayın tek ve kesin bir izahı vardır. Yüzyıllardır süren feodalitenin kırılmak istenmesi, eski ocaklık, yurtluk, has, zaamet, tımar, beylik, nasp ve azil kabul etmez sistem, bir nevi bölgesel krallık elden gidiyor! Cumhuriyet yol yapıyor. Köprü yapıyor. Sağlık ocağı, karakol, okul yapacak her şey açık, ne olacak o zaman? Vergi isteyecekler, herkes askerlik çağında askere gidecek. Okullarda okuma yazma öğrenen çocuklar yarın büyüyünce feodaliteyi, seyitliği sorgulayacak. Yüzyılların hakimiyeti, egemenliği bitecek. Bu kişisel menfaatler, bu egolar ah!

Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç yıllarında büyük faydaları olan, kahramanlık destanlarıyla dolu yıllar geçiren Demirci Mehmet Efe, Çerkez Etem düzenli ordu kurulup, eski statülerini kaybedeceklerini anlayınca isyan etmemişler miydi? Hiç değilse Demirci Mehmet Efe köşesine çekildi. Ya Etem! Yazık yunanlılara sığındı! Ah kişisellik! Ah menfaat! Ah ikbal!

1925 Şeyh Sait isyanının zamanlaması enteresandır. Lozan’da Türk delegasyonunun ısrarla Misak-ı Milli içinde inceleyip bütün dayatmalara rağmen vazgeçmediği MUSUL-KERKÜK konusu 1925’de bölgede yapılacak bir plebiste, bölge halkının kararına, bırakılmıştı. Lozan’a göre 1925’de plebist yapılacaktı. Petrol bölgelerini kontrol altına alan İngiltere, bu plebistte zararlı çıkacaktı. Zira Musul Türkmenleri ve bölgedeki Kürt nüfus, İngiliz mandası suni, yapay Irak’ı, değil. Osmanlının mirasçısı yeni Türkiye Cumhuriyetini tercih eder eğilimdeydiler. İngiliz plânları derhal yürürlüğe konuldu. Yeni Lawrence binbaşı Noel ve ekibi Güneydoğu ve Doğu Anadolu aşiretlerini, İngiliz altınları karşılığı etkilemeye başladılar. Halifeliğin kaldırılması ele geçmez bir fırsattı. << Bize göre Cumhuriyet hükümeti, halifelik konusunda bir zamanlama hatası yapmıştır. Musul plebisti yapıldıktan sonra gerekli görülürse bu uygulama yapılsaydı, İngiliz ajanlarına Güneydoğuda, halifelik kaldırıldı, din elden gidiyor. Cihat zamanıdır. Kalkın ey Müslümanlar propagandası yapmaları fırsatı verilmezdi. >> Beklenen oldu. 1925 yılının 13 Şubatında Şeyh Sait isyanı başladı. Her şey İngiliz gizli servisinin plânlarına göre yürüyordu. Çok çetin mücadeleler ve kanlı çarpışmalardan sonra 31 Mayıs’ta isyan bastırılmıştı. Fakat bu arada koz İngilizlerin eline geçmiş, Türkiye Cumhuriyeti Musul’daki plebistten vaz geçmiş, İngilizlerle mecburi bir dostluk, iyi geçinme << Şartlar ona zorlamıştı. Kurtuluş Savaşından çıkmış, kefen bezini İngiltere’den, tuğla kiremitini Marsilya-Fransa’dan alan, borçlu, üretemeyen fert başına milli geliri 66 dolar, evet yanlış değil yalnız altmışaltı dolar olan azimli, ufku olan, ama çok fakir bir ulustuk ve Osmanlı borçlarını da üstlenmiştik. >> mecburiyetindeydik. Şeyh Sait isyanını baz alan yeni Türkiye Cumhuriyeti acil arayışlar içine girdi. Öyle ki Dersim harekâtına gelinceye kadar, çıkarılan irili ufaklı doğu isyanlarında Kurtuluş Savaşından daha fazla asker kaybı verip, Kurtuluş Savaşından daha fazla para harcamıştık. Çok kararlı ve plânlı hareket edip kesin çözümlü bir harekâta ihtiyaç olduğu konusunda Cumhuriyet hükümeti hem fikir oldu.

1925’de sıkıyönetim ilân edilmişti. Sıkıyönetim sonu, genel müfettişlik ihdas edildi ve genel müfettişliğin çalışma alanı içine Dersim harekâtına yönelik hazırlıklarda alındı. Tedip (Uslandırma, yola getirme) görmeyen aşiretin kalmadığı, hemen her ay bir kalkışma harekâtının, her gün adi silahlı olayların görüldüğü Dersim, tarih boyunca coğrafi yapısı, zor ulaşılması, sarp dağları yüzünden. Devletle mücadele eden isyancıların, asilerin, kaçakların barınağı olma özelliğini, Cumhuriyetin ilk yıllarında da taşıyordu. Bu zor coğrafyada yaşayan aşiretler, devleti tanımıyor, vergi vermiyor, askere gitmiyorlardı. İncelememizin başlarında belirttiğimiz gibi, feodalite kırılmadan devlet bu bölgeye hakim olamazdı. Beşyüz yıl süren Sünni Osmanlı baskısından bunalan Aleviler Dersim’de de lâik cumhuriyete ve M. Kemal Paşa’ya yeni bir umut olarak bakmışlar ve posterlerini Hazreti Ali’nin yanına asmaya başlamışlardı. Cumhuriyet, lâiklik ilkesi gereği hiçbir mezhebe üstünlük tanımadığı için artık Dersim Alevileri de Orta Asya’dan atalarının getirdikleri SEMAH’larını rahatça yapabiliyorlardı.

Fakat, işin birde diğer yönü vardı. Seyit, dede, ağa ağırlıklı, hakim Dersim düzeninde söz onların değil dedenin, seyidindi. Dedeler ve seyidler ise yüzlerce yıldır sürdürdükleri özerk, tımar, ocaklık yönetimini devam ettirmek için çareler arıyorlar ve kendilerini Türkiye’yi bölüp parçalamak isteyen İngilizler ve Hatay problemli, Suriye vasisi Fransız ajanları buluyorlardı. İngiliz ve Fransız destekli sözde seyit, dede, ağa feodalitesi de Devlete karşı gittikçe küstahlaşıyordu. 2 Şubat 1926’da mülkiye müfettişi Hamdi beyin raporu, Diyarbakır valisi Cemal Bardakçı’nın raporu Dersim dosyasında toplandı. Hamdi bey bölgeyi çıban başı görüyor, ameliyatın şart olduğunu söylüyordu. Vali Cemal bey ise Dersim seyit ve ağalarının, Dersim’den mecburi iskanla çıkarılmaları, fakir Dersim’lilere Elazığ-Malatya ovalarında toprak verilmesini öneriyordu. Genel müfettiş İbrahim Tali Öngören ise silahlar toplansın, aşiretler devam etsin diyordu. 1931 yılı sonları içişleri bakanı Şükrü Kaya, jandarma genel komutanı Kâzım Orbay, genel müfettiş İbrahim Tali Öngören, kolordu komutanı Kenan Paşa, genel müfettişlik asayiş müşaviri Şükrü Sökmen Süer’den kurulu bir heyet bölgeyi dolaştılar.

Sonrası ortak bir görüş belirlendi.

Dersim’in kurtarılması için Devlet tüm tedbirleri almalıdır. Aşiret sistemi yıkılmalı. Dersim aşiretleri silahsızlanmalıdır. Devlet teşkilatı kuvvetle, adalet ve kültürle Dersim’de yeniden kurulmalıdır. Bu çalışma bir rapora dönüştü. T.C dahiliye vekaleti Jand. Um. Komutanlığı III. Ş.I.KS sayı:55058 yazıyla << gizli >> zata mahsus << Yalnızca 100 adet basılmıştır. >> ibareli bir kitapçıkla ilgili 100 kişiye dağıtıldı. Bu rapor 6 maddeden oluşuyordu. Ana konular: Dersim’de, hükümet nüfuzu normal diğer iller derecesinde tesis edilmelidir. Halkı ticaret, ziraat, sanata sevk etmeli. Yoksul halkın ekonomik yapısı, vergilerini ödeyebilecek düzeye çıkarılmalıdır. Özetle uygulamada birinci sene silah toplanması, asi aşiret reislerinin aileleriyle batıya iskânı. Suçlu ve mahkumların yakalanması Kuzey Dersim’in batıya nakli, işe yaramayan adliye, inzibat, idare memurlarının değiştirilmesi, yukarı Abbas uşağından Seyit Rıza, Haydaran aşiretinden Kamer ve Hıdır ağaların ve isyankar ağaların ailecek başka bölgelere iskânı, toplu iskânın yasaklanması, devlet kurumlarının bölgeye yerleştirilmesi, halka çeşitli bölgelerde toprak verilmesi, tarım, ticaret ve sanat kursları, yol, okul, sağlık ocağı, karakolların yapımı rapordaki ana hatlardı. Bu işler için 1.200.000TL tahsisat ayrıldı. Yarısı askeri sisteme, yarısı iskâna harcanacak tahsisat çıkarılacaktı.

Kaymakam, nahiye müdürü geçici olarak subay olacaktı. Bölgedeki askeri tatbikatlar Dersim’de yapılacaktı. Elazığ’dan kalkan uçaklar Dersim üzerinden uçacaktı. İsmet paşanın Kürt raporu da bu önemli dosyaya girdi. İsmet paşa bölgeye yaptığı gezi sonunda gizli kayıtlı şu raporu Atatürk’e sunmuştu. Dersim’lilerin soyduğu vatandaşları dinlediğini belirtip, çevredeki talan edilen köyleri gezdiğini, halkı bire bir dinlediğini, hayvanları gasp edilen, tarlalarına gidemeyen, dışarıda çalışıp biriktirdiği paraların tamamını soygunculara kaptırıp dilenci durumuna düşen yüzlerce kişiyi dinlediğini belirten İnönü, devletin otoritesinin bölgede sıfır olduğunu, aşiret ve feodal yapının aşiret liderleri tarafından korunup, Cumhuriyet yönetiminin bölgeye sokulmak istenmediğini şimdilik kişisel menfaat, şeyh ve ağaların devlete karşı çıkarlarını koruma kavgası gibi görünen asayişsizliğin gelecekte özellikle Dersim’in kuzeyindeki Türkmen köylerinin bıkkınlıkla dağılıp bölgeyi terkleri ve zaman içinde Kürtleşen aşiretlerin bölgeye yerleşmeleri sonucu Erzincan yöresinin de bir Kürt yerleşim bölgesi haline getirilmesinin özellikle batılıların ileriki yıllarda Erzincan’a kadar bütün bölgeyi Kürdistan olarak düşünüp kaşıyabileceklerini belirterek konunun önemini vurgulayıp plânını, üç ana temel üzerine oturtmuştur.

Dersim’in ıslahı 1)Hazırlık,

2)Silahtan tecrit,

3)İskân.

Hazırlık ve silah bıraktırma üç yılda tamamlanacak. Valilik, bir kolordu karargahı gibi oluşturulacak, yargı usulü basit, hızlı ve kesin olacak, idama kadar infazlar valilikte bitecektir.

Daha sonra iskân safhasına geçilecektir. Başına buyruk yaşayan şeyhler, ağalar, aşiret reisleri Cumhuriyetin otoritesini kabul etmezlerse gereken her türlü metod uygulanacaktır. Bu rapor dışında başbakan Celal Bayar’ın hazırladığı 69 sayfalık bir doğu raporu da incelendi. Bayar, isyanı tedip ve tenkil şiddetle de olabilir. Fakat daha sonra fark gözetmeden eşit bir idari sistem kurup, eşit idare etmek şarttır. Din, mezhep, ırk, zengin, fakir ayırımı yapmadan eşit yaklaşım şarttır, diye yazmıştı raporunda. Bu raporlar sonu hukuki alt yapı hazırlandı. 14.6.1934’te 2520 sayılı iskân kanunu çıkarıldı. 25.12.1935’de 2884 sayılı Tunceli kanunuyla Dersim’in adı Tunceli oldu. Bu kanunla korkomutan rütbesinde bir vali ve kumandan atanacaktı. Bu komutan 4. genel müfettişliğinin de, müfettişi olacaktı. 37. maddeye göre de idam kararı yetkisi, bölge için, meclisten alınıp korkomutana veriliyordu. İdam hükmü vali ve komutan tecile lüzum görmezse infaz olunacaktı. 4. müfettişlik karargahı Elazığ’a kuruldu. Böylelikle Elazığ ve Bingöl’de denetlenecekti. Dersim yüzyıllardır sürdürdüğü fiili bağımsızlığı, cumhuriyetin ilk dönemlerinde de sürdürdü. Aşiretlerin her birinin bir meclisi, bir de bütün aşiretlerin bağlı olduğu cemaat-ı aşiran vardı. Burada alınan kararlara bütün aşiretler uymak zorundaydı. Fakat, bölgede bütün aşiretler arasında husumet görülüyordu.

Yukarı Abbas uşağı, Ferhadan, Karabalyan, Bahtiyar, Yusufen, Demanan, Haydaran, kısmen, kalan sıkı ittifak halinde, Ovacık, Kaçan, Serkan, Mazgirt, Pülümür tarafsız yalnız kendilerini koruma kararı alırken Hozat aşiretleri devlete biat edip, korkomutan general Alpdoğan’a sığınıp devletin teklifini kabul ettiler. Karakolların yapımını eski kaymakam Hıdır ve Palu’lu işadamı Abdurrahman üstlendiler. Bu olay bile Dersim aşiretlerinin arasında ki husumeti açıklamaya yetiyor. Adım adım uygulamalar başladı. Tahta köprülerin yerini yıkılmaz beton köprüler aldı. Pertek ve Singeç köprüleri, Elazığ-Pertek –Hozat- Pülümür yolu yapıldı. Aşiretler bu faaliyetler üzerine telaşlandılar. Bu yol ve köprülerle Dersimin tarihi aşılmazlığı kalkacaktı. İç bölgelerde de ara yollar, okullar, karakollar, hükümet binaları, sağlık ocakları yapılmaya başladı.

Ağaların tahrikiyle 21 Mart 1937 gecesi Demenan aşiretinden Ermeni asıllı Demirci Mustafa, Kahmut köprüsünü yaktı. Aşiret karakola saldırdı. 26 Martta da Seyit Rıza Sin karakolunu basıp jandarmaların tamamını şehit etti ve bu dönemde Seyit Rıza’nın danışmanı gibi çalışan Baytar Nuri, “Nuri-i Dersimi” bölgede halkı dirençli tutmak için açıkça bizleri İngiliz, Fransız ve Araplar destekliyor. Kürdistanı yakında kuruyoruz diye konuşup, Kürt gençliğine hitabeyi yazıp, okutuyordu. 26 Nisan 1937’de Sin bucağı-Hozat arasındaki Askisor karakolunu bastılar, jandarmaları şehit ettiler. 26-27 Nisan 1937’de Seyyar jand. Tab. Süvari birliği gece 23’de baskına uğradı.

Seyit Rıza’nın oğlu BRA İbrahim babasının isteğiyle general Alpdoğanın yanına gitti. Askeri harekâtı durdurun mesajını iletti. Dönüşte Sin’e bağlı Best köyünde gece uyurken kurmay Şevket’in plânıyla öldürüldüğü için Sin köyünü ve karakolu kuşattığını, katilleri generalden istettiğini, generalin isteğini kabul etmediğini, Seyit Rıza’nın daha sonraları bunları yakınlarına anlattığı, bölgede ifade edilmektedir. Çarpışmalar şiddetlenince kurmayı Alişer’in İran veya Irak’a gitmesini isteyen Seyit Rıza, kendi kardeşinin oğlu Rehber’in, Alişer’i vurması ile kurmaysız da kalmıştı. << aşiretler arası husumet-aşiret içi hükmetme >> Çarpışmalar iyice şiddetlenince 4.5.1937’de bakanlar kurulu tenkile karar verdi. Atatürk ve mareşâlin huzurunda konu müteâla edildi. Karara göre;

Nazımiye hattını şiddetli ve etkili tenkil

İsyan bölgeleri halkı toplanıp başka bölgelere nakil.

Silah kullananlar bir daha zarar veremeyecek hale getirilecek aileleri ile uzaklaştırılacak

12.5.1937’de hareket başladı. Elazığ ve Erzincan’dan kalkan uçaklar Seyit Rıza’nın ve diğer aşiret reislerinin evlerini bombaladılar. Kara harekâtında, mağaralara, inlere, mezralara kadar her yer arandı. Silahlar toplandı, yüzlerce belki binlerce insan öldü. Kadın ve çocuklar dahil bölge halkına açık bir imha hareketi uygulandı ki, bunun tevil yolu yoktur. Bu durumu ne ağalık seyidlik düzeninin, İngiliz kışkırtmalarıyla devlete baş kaldırması, nede karakolların basılıp şehit edilen askerlerin acısı izah edemez. Zira devlet büyüktür ve intikam almaz. Affedicidir. İsyanı şiddetle bastırabilir. Şakileri, isyancıyı bu isyan döneminde hedef yapabilir. Vurur, vurdurur. Ama asla isyana karışmayanı, kadını, kızı, çocukları hedef yapmaz. Bunun özrü yoktur. Savaş psikolojisiyle gözü dönmüş bazı asker veya subayların bu zalimce ayıbını bizler ulus olarak yüzyıllarca sırtımızdan atamayız. Fakat her şeye rağmen, naçiz bir araştırmacı yazar olarak ulusum adına, şahsım adına o zalimce öldürülen insanlara rahmet dilerken, bugün yaşayan yakınlarından milyonlarca kere özür diliyorum. Tarih tekerrür etti diyorum. Yavuz’un-Şah İsmail’i, Fatih’in Akkoyunlu uzun Hasan’ı ve etrafındakileri ezdiği gibi, bizlerde Hoca Ahmet Yesevi çocukları Sarı Saltuk evlâtları birbirimizi vurmuşuz. En fazlada devlet vurmuş. Devlet ki devleti Osmaninin devamı kayı boyunun oğuzun devamı olan devlet, kendi soyunu, Akkoyunlu uzun Hasan torunlarını, harzemşah torunlarını, sarı saltuk torunlarını, mengücek bey torunlarını hem de çocuklarını kadınlarını, kızlarını vurmuş. Ah! Ne yaman bir ulus kaderiymiş ki hep birbirimizle çarpışıp, birbirimizi yemişiz. Yanlış anlaşılmasın mezalim sonu hayatını kaybeden, zulüm gören, Türkmen olmayan, kırmanç, kürt zaza, arap asıllı olan bu toprağın insanlarının torunlarından da aynı özrü diliyorum. Özrümüz kabul ola. Bu acı ve hissi yaklaşımımızdan sonra yine esasa dönelim. Durum kötüye gidince Seyit Rıza daha önceden Baytar Nuri vasıtasıyla temas kurduğu Suriye’li Fransız casusu İzzetinle İngiliz dışişleri bakanına bir mektup yazar. Tesadüfe bakın! 1925 Şeyh Sait isyanı Musul plebistiyle çakışıyordu, Dersim’deki Seyit Rıza isyanıda Fransayla aramızdaki Hatay meselesiyle çakıştı. Ne garip tesaduf! Acaba tesadüf mü? İzzettin’le hep Fransa için görüşen Seyit Rıza işler iyice kötü gidince İngiliz dışişleri bakanına yazdığı mektupta, asli amacı olan Feodal beyliğini sürdürmek, devletten bağımsız olmak gibi unsurları bırakıp, kürt hamisi İngiltere’yi kürt kartıyla ikna etmek için bakın neler yazmış. << Sayın Bakan;

beri, Türk hükümeti Kürt halkını asimile etmeye çalışmakta ve Kürt dilinin gazete ve yayınlarını yasaklayarak, anadillerini konuşanlara eziyet ederek, Kürdistan’ın bereketli topraklarından, gelirlerinden, büyük bir bölümünün telef olduğu, Anadolu’nun çorak topraklarına zorunlu ve sistemli göçler düzenleyerek, bu halka zulm etmektedir.

Son olarak Türk Hükümeti, kendisiyle yapılan bir anlaşma sonucu, bu baskılardan arındırılmış Dersim bölgesine de girmeye kalkışmıştır.

Bu olay karşısında, Kürtler göçün uzak yollarında can vermek yerine, kendilerini korumak için, 1930’da Ararat Tepesi’nde (Ağrı Dağı), Zilan ve Beyazıt Ovası’nda olduğu gibi silahlara sarıldılar.

Üç aydan beri ülkemde tüyler ürpertici bir savaş sürüyor. Savaş olanaklarının eşitsizliğine ve bombardıman uçaklarının, yangın bombalarının, boğucu gazların kullanılmasına rağmen, ben ve yurttaşlarım Türk ordusunu başarısızlığa uğrattık.

Direnişimiz karşısında, Türk uçakları kasabaları bombalıyor ve yakıyor. Zindanlar yumuşak başlı Kürt halkıyla dolup taşıyor, aydınlar kurşuna diziliyor, asılıyor ya da Türkiye’nin tecrit edilmiş bölgelerine sürgün ediliyor.

3 milyon Kürt, benim sesimden Ekselanslarına sesleniyor ve bu hükümetinizin yüksek manevi etkisinden Kürt halkını yararlandırmanızı sizden istirham ediyor. Dersim Generali Seyit Rıza>> “İngiliz kraliyet arşivlerinde mevcuttur.”

Seyit Rıza 5 Eylül 1937’de yakalandı. 10 Kasım 1937’de idama mahkum oldu. 18 Kasım 1937’de Elazığ buğday pazarında 5 arkadaşı ve oğluyla beraber idam edildi. Son sözleri olarak Evladı Kerbelayız şeklindeki sözlerine anlam veremiyoruz. Zira Seyit Rıza âlevi olduğu için baskı görmedi. Üstelik dedelerinin Osmanlı döneminde yaşayamadığı mezhep özgürlüğüne cumhuriyet sayesinde kavuştu. Atatürk bir âlevi, Bektaşi dostu idi.

Seyit Rıza âlevi veya zaza veya Kürt olduğu için asılmadı. Devlet tanımayan bir asi olduğu için asıldı. İdam sehpasına çıkarken son söz olarak “ Biz evlâdı fatihanız Horasandan gelen Türkmenlerdeniz.Devletimiz beni affetsin” demiştir

Devletseniz ülkenin her tarafında devletin tebası vatandaşlar aynı hükümlere tabidir. Yerine getirilmeyen yükümlülüklerin müeyyidelerini yasalar açıklar.

Ülkenin herhangi bir bölgesinde, herhangi bir ilinde ben askere gitmiyorum, vergi vermiyorum diyen veya merkezi otoriteye dikleşip buralarda benim sözüm geçer, buralara karışamazsın çek git diyen guruplara karşı nasıl davranılır?

İsterseniz bu soruyu yaşanmış tarihi olayların kronolojinde cevaplayalım.

Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhisselâm hicretin 9. yılı muharrem ayında İslâm memleketlerinin bazılarına valiler ve halktan zekât tahsil memurları tayin edip gönderdi.

Yemen’in Sana bölgesi, Hadramut bölgesi ile Süleyinler, Müzeynler, Cühey-neler, Kilâhoğulları, Ka’b oğulları vali ve zekât memurlarının gönderildiği bölgeler arasındaydı.

Bu valiler idari işlerle meşgul olmaktan başka halk arasında çıkan davalara da bakıyorlar davaları İslâmi hükümlere göre halletmeye çalışıyorlardı. Zekât memurları ise gittikleri kabilelere İslâm’ın zekât mükellefiyetini anlatıp zenginlerin bu mali ibadeti yerine getirmeleri gerektiğini bildiriyorlardı.

Bazı kabileler bu mükellefiyetlerini seve seve yerine getirirken bir kısım kabileler ise bu mali mükellefiyeti ağır bularak itiraz edip memurlara kötü davranıyorlardı.

İşte bu kabilelerden Temim kabilesi zekât memurlarının zekât olarak ayırdıkları hayvanlarını vermek istemeyip, kılıçlarını sıyırarak zekât memurlarının üzerine yürümüşlerdi. Zekât memurlarının başı Büsr B. Süfyan Medine’ye dönerek durumu Resul-u Ekrem efendimize arz edince Allah Resulude 50 kadar bedevi süvariyle Üyeyne Bin Hısn’ı Temim Oğulları üzerine göndermişti. Temim Oğullarına saldıran Üyeyne Bin Hısn komutasındaki İslâm süvarileri 11 erkek, 20 kadın, 30 kadar çocuğu esir almış, birçok ganimet, mal ve hayvanla Medine’ye geri dönmüştü. Sonuçta Temim Oğulları da zekât kuralına uymak zorunda kaldılar. Geçelim Osmanlı dönemine, Aydın ilinde isyan edip valiyi ve zaptiyeleri kovalayıp 1830’a kadar Aydın’ı idare edip Vali-i Vilayet, Hademe-i devlet Atçalı Kel Mehmet diye mühür bastıran, fermanlar çıkaran halktan vergiyi kaldıran, halkın sevgisini kazanan Atçalı Kel Mehmet’in sonu ne oldu? Osmanlı kuvvetleri Aydın’a gönderildi. Atçalı Kel Mehmet idam edildi.

Manisa’da isyan eden Karaosmanoğlu, Çukurova’daki İsyankar Ramazanoğlu, Arnavutlukta isyan eden Tepedelenli Ali Paşa’nın sonları ne olmuştu? Şeh Bedrettin ve Şah Kulu isyanlarının sonu ne oldu? İdam! Devlete isyanın bütün dünyada değişmez bir sonu vardır. Tedip ve cezalandırma.

Devlete karşı isyan, silahlı mukavemet, direniş karşısında eğer bir devlet direnç koyup mücadele etmiyorsa o devlet güçsüz, zavallı bir devlettir ve bitmek üzeredir.

Farzı mahal bugün devlete karşı böyle bir kalkışma batı illerinden, bölgelerinden birinde meydana gelse devletin tavrı ne olur? Aynen Atçalı’da Aydın’a, Karaosmanoğlunda Manisa’ya, Ramazanoğlunda Adana’ya nasıl müdahale edildiyse öyle müdahale edilir. Manisa veya Antalya yöresinde veya başka bir batı bölgesinde devletle restleşmeler başlatılıp, bölge idaresine silahla, gaspla el konsa askerlik ve vergi reddedilse. İdare ve yönetim tanınmasa düzene karşı isyan başlatılsa bu bölgelerin etnik yapısı Türkmen, Yörük, Avşar Karakeçili diye bu bölgelere ayrıcalık mı tanınır? Hadi canım sende! Tunceli neyse Antalya odur. Diyarbakır neyse Manisa odur. Devlet isyanı bastırmakla düzeni sağlamakla yükümlüdür. Bunu yapmayan, yapamayan devlet bilinsin ki devlet değildir.

Sayın cumhurbaşkanımız R.Tayyip Erdoğan Dersim 1937-38 olayları için Başbakan olduğu dönemlerde Dersimlilerden özür dilemişti.

Sayın Cumhurbaşkanına başbakanlık yıllarında açılımı dengede tutma çabaları ve islâmi ideolojinin cumhuriyetin ilk dönemlerine Atatürk’e bakış açısı bazen büyük yanlışlıklar yaptırıyordu

Neyse ki son beş yıldır Sayın cumhurbaşkanının bu konularda Türk devlet geleneğine ve cumhuriyetin ilk dönemlerine bakış açısından olumlu gelişmeler izliyoruz

Hal böyleyken son günlerde Ermeni soykırımı masalının başımıza getirdikleri yetmezmiş gibi cumhuriyeti kuran Atatürk’ün partisi CHP den bu konuda çatlak sesler çıkmaya başladı

Önce CHP Bursa milletvekili parti meclisi üyesi Orhan Sarıbal ”Unutmadık asla unutmayacağız.Dersim katliamında yitirdiğimiz canları saygı ile anıyorum” paylaşımıyla CHP içinde 2014 de Sezgin Tanrıkulu’nun başlattığı Dersim katliamı söylemlerine -Türk devleti 1938 Dersim katliamı için Dersim halkından özür dilemelidir-çıkışının parti içinde halâ destekçileri olduğunu göstermiş oldu.

Ardından CHP genel sekreteri Özgür Özel “ Biz Dersimli birini genel başkan yaparak Dersim 1938 le yüzleştik “ çıkışıyla Sarıbal’a açıkça destek oldu.

Evet bugün herkesin kabul ettiği bir gerçek Dersim’de orantısız güç kullanılmıştır. Dersim Anadolu’nun bağrında kanayan bir yaradır. Ama sayın başbakan şunu iyi bilmeli ki Dersim’deki devlet nizamını tanımamazlık, devlete karşı duruş, askerliğe, okula, vergiye, karakola, sağlık ocağına, eğitime, düzene karşı silahlı başkaldırış Anadolu’nun başka bir bölgesinde olsaydı ve 12 yıl devlet bu durum karşısında bütün çabalarına rağmen çaresiz kalsaydı. O bölgede de Dersim’de yaşananlar ayniyle yaşanırdı.

Dönemin yürütme erki, değişmeyen ve değişmeyecek bir devlet kaidesi uygulamıştır. “Devlet isyanı şu veya bu şekilde bastırmalıdır. Bastırmayan devlet devlet değildir”

Dersim’deki acıya yürek dayanmaz! Korkunç yanlış olaylar olmuştur. Ama ortada bir isyan var. Ben otorite tanımam, Devlet tanımam askere adam göndermem, vergi vermem diye başlayan, "TBMM arşivlerine bakılacak olursa o dönem Dersim için çok özel bir kanun çıkarılarak Dersim'in bir istisna olarak vergi ve askerlikten muaf tutulduklarını görürüz. Buna rağmen başıbozukluk devam etmiş karakollar, köprüler, sağlık ocakları, okullar , askeri araçlar tahrip edilmiş, dinamitlenmiş ve sonuç isyan boyutlarına varmıştır" silaha sarılan, Devlete silah çeken, ayaklanan, İngiltere ve Fransa ile Nuri-i Dersim’i ve İzzeddin Kanalıyla irtibat kuran isyancılar var. Bu isyancılardan mı özür dileyelim yoksa günahsız katledilen çocuklar için, kadınlar için, masumlar için mi özür dileyelim? Bu iki hususu lütfen düzgün olarak anlayalım ve ona göre hareket edelim.

İsyan edip Devleti tanımam, asker vermem, vergi vermem deyip, karakolları, köprüleri, yolları uçuran askerleri şehit eden isyancılar adına Dersim’deki bugün var olan sivil toplum örgütlerinin Cumhuriyetimizden Devletimizden özür dilemeleri gerekmez mi?

O isyan yanlıştı, hataydı. Biz devlete, millete, kurallara sonuna kadar bağlıyız ve öyle kalacağız demeleri gerekmez mi?

Böyle bir diyalog sonunda o dönemde devletin kullandığı orantısız güç ve ölen yüzlerce insan için devlet kayıtlara geçen bir özür metni yayınlayabilirdi.

Bugünkü durumda Dersim isyancıları adeta pakü nur, masum ve günahsız, Devlet topla, tüfekle, uçakla bombayla bunları yok etmiş! Dikkat Beyler bugünkü PKK terör örgütünün masum ve haklı bir Kurtuluş Savaşının içinde olduğu tezini kabulleniyorsanız Dersim olayına böylece tek yönden bakmaya devam ediniz!

Türkiye’de yaşayan insanların hiçbiri Dersim’deki orantısız güç kullanımını mazur görmez.

Bu güne gelirsek geçtiğimiz yıllarda açılım dönemlerinde

PKK ile olanca uzlaşma çabalarına, barış elini uzatmamıza rağmen PKK’nın haince, kalleşçe saldırıları sonunda bırakın dönemin başbakanı sayın Tayyip Erdoğan ve sayın Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bile “İntikamımız acı olacak” demedi mi? TSK’nın müteakiben yaptığı ve hepimizin gönlünü rahatlatan büyük operasyonların emrini dönemin başbakanı vermedi mi?

İyi ki verdi, helal olsun! yüzlerce aslanımızı bozkurtumuzu Mehmedimizi kahpece vuranlara devletimiz haddini bildirmeyecek miydi?

Bildirdi de, sağ olun var olun.

Ama dikkat edin belki siz göremezsiniz ama çocuklarınız torunlarınız görebilir. Yıllarca sonra bir Türkiye devlet başkanı çıkar ve 2011 yılında Hakkari Kazan vadisindeki katliamı gerçekleştiren emri veren o yılların faşist başbakanı Recep Tayyib Erdoğan’ı nefretle kınıyorum ve Hakkari’lilerden devlet adına Kazan vadisi katliamı için özür diliyorum, diyebilir.

Rüzgâr eken fırtına biçer.

Siyasilerin küçük siyasi hesaplar uğruna devletin bekâsını ilgilendirecek konularda daha hassas olmaları ve ileri geri konuşmamaları gerekir

Açılım dönemi AKP politikalarının yanlışlıklarına şimdi CHP liler sahip çıkmakta PKK nın legal siyasetteki temsilcisi olduğu açıkça ortaya çıkan HDP ile içiçe görüntü verip ilginç bir zamanlama ile Dersim katliamı söylemlerine başlamışlardır.

Birazcık araştırsalar Dersim gerçeğini tüm belgeleriyle -Slovyetler birliği devlet arşivleri dahil-görmeleri mümkünken araştırmadan -öönemin cumhuriyet ve Atatürk karşıtlarının-yazdıklarına bakarak Dersim katliamı tanımlaması yapmak ne kadar doğru olur.

Bu vatan hepimizin, Devleti ebed müddet diyorsak, Türk devlet nizamını geçmişten geleceğe taşıyacaksak lütfen günlük politikalarda ve sandıkta sağlanacak küçük başarılar ve primler için bir devlet geleneğini yok etmeyelim.

Son olarak bir kez daha belirtelim: Dersim yaramızdır. Dersim’de müdahalede birçok yanlışlar yapılmış, orantısız güç kullanılmıştır. Ama el insaf! Daha şimdiden bazı çevreler PKK’ya karşı orantısız güç kullandığımızı Kürt halkı üzerinde faşist uygulamalar yaptığımızı söylemiyorlar mı?

İsyancı ayrılıkçı bölücü PKK ya karşı devletimizi korumak için canlarını feda eden kahraman mehmetçiğe faşist Türk askeri diye saldırmıyorlar mı?

Sakin olup, istikrarlı olmak gerekir. Güncel politikalar uğruna devletin sürekliliği politikaları yıpratılmamalıdır. Rüzgar ekenler, fırtına biçerler.

Devlet-i Ebed müddet, Devletin, iktidarın olduğu kadar Atatürkün kurduğu partinin ana muhalefetin de temel ilkesi olmalıdır.