(Kişilere ve topluma karşı işlenen suçları affedenler mağdurun hakkını çiğnemektedir.)

15 Nisan 2020 tarihinde Resmi Gazetede yayımlanan bir infaz yasası daha yürürlüğe girdi. Bu infaz yasası kimilerini sevindirirken kimilerinde de adalet duygusunun zedelenmesine sebep olduğu açık.

Ceza hukukçuları, pedagoglar, sosyologlar ne düşünür bilmiyorum ama iki de bir devletin kişilere ve topluma yönelik işlenmiş suçlardan dolayı af veya infaz yasasıyla suçluları dışarı salması toplumun vicdanında derin yaralar bırakıyor. Bunu geçmişte özellikle adına Rahşan affı denilen uygulamada en geniş biçimde yaşayarak gördük.

Devletin iki de bir af veya infaz yasası çıkararak suçluları toplumun içine salması doğru mudur?

İşlediği suçtan pişman olmayanların affedilmesi yeni suçlara davetiye olmaz mı?

Bir hukuk terimi olarak, "kötülük ve haksızlık edeni, suç veya günah işleyeni bağışlama, cezalandırmaktan vazgeçme" anlamlarında kullanılan af yetkisi kimdedir?

Devletin her suçu affetme yetkisi var mıdır ve buna mevcut Anayasa izin veriyor mu?

Cezalar getirilen af yasasıyla caydırıcılık vasfını kaybetmiyor mu?

Ferde karşı işlenen suçlarda mağdurun hakkı ne olacak?

Mağdurun hakkı verilmeden getirilen af veya infaz yasası adalet ilkesine ne kadar uyuyor?

Yeni infaz yasasını okuyunca zihnimde yukarıdaki sorular canlandı. Öyle ya Devlet kendine karşı işlenen suçları affedebilir. Ama millete karşı işlenen suçları nasıl ve niçin affeder bir türlü bunu adalet ilkesiyle telif edemiyorum.

Devletin mevcut bir Anayasası var. Acaba devletimiz veya bu affa imza atanlar mevcut anayasadan geçerli izni veya yetkiyi alabilir mi?

Her ne kadar TBMM’den onay alsa da şahsen bu affın mevcut anayasadan cevaz alabileceğine ihtimal vermiyorum.

Bunu defalarca yazdım. Devlet affedecekse öncelikle düşünce suçlusu diye suçlanarak ceza verilen kişileri affetsin.

Ayrı bir garabette düşüncenin suç sayılarak düşünce suçunun vücut bulmasıdır. Düşünce ne demek? Şiddete dönüşmeyen düşünce suç olabilir mi?

Düşüncenin suç sayılması aslında en büyük paradokslardan birini oluşturuyor. Eğer fertler düşünemeyecekse, fikirlerini serbest bir şekilde ortaya koyamayacaklarsa orada demokrasiden, insan haklarından, düşünce özgürlüğünden bahsedilebilir mi?

Allah (cc) bile yarattığı kulunu serbest bırakmış, kendini inkâr edenlere bu dünyada yaşama serbestliği vermişken, birilerinin sırf aykırı düşünüyor diye birilerini düşünce suçlusu ilan edip ceza vermesi ne İslamidir ne de insanidir. (Geçmişte iki sayfalık bir yazıdan dolayı düşünce suçu işlediğimi düşünen mahkemeler bana meşhur 163. Maddeye muhalefetten 4 sene 7 ay ceza vermişti. Cezanın 8.5 ayını hapiste yattım ve tahliye oldum. Yargıtay düşünce suçu işlediğime karar verdi ve cezamı onadı. Ben kaçak duruma düştüm ve tam 4 yıl kaçak olarak gezdim. Nihayet yarın ölüm yıldönümü olan Rahmetli Turgut Özel 163. Madde denen ucube maddeyi kaldırmış ve benimde cezam düştüğü için serbest kalmıştım.)

İnfaz yasası ile 90 binden fazla suçlunun serbest bırakıldığı açıklanıyor. Devletin veya bu affa evet oyu verenlerin kendine göre gerekçeleri vardır. Cezaevlerinde yer kalmamış olabilir. Ama hiçbir gerekçe, hiçbir mazeret mağdurun hakkının çiğnenmesine yol açmamalıdır.

Bu affı TBMM’ye getirenlerin geçmişte söyledikleri ile şimdiki uygulamaları hususunda da ciddi tenakuzlar vardır.

Mesela Ak Parti Genel Başkanı Erdoğan bundan birkaç yıl önce bir mitingde yaptığı konuşmada devletin kişilere karşı işlenen suçlara karşı af yetkisinin olmadığını aşağıdaki sözlerle dile getirmiş ve mitingdekilerde Erdoğan’ı çılgınca alkışlamışlardır:

“Bir devlet kendisine karşı işlenen suçları affetme yetkisine sahip olabilir. Ama halkına, milletine, kişilere karşı işlenen suçları affetme yetkisine devlet sahip değildir.”

Yine dönemin Ak partili Adalet bakanlarından Nihat Ergün de af konusu gündeme geldiğinde bu hususta şunları söylemiştir:

“Devlet ancak kendine karşı işlenen suçları affedebilir. Mesela bir insan rejimi eleştirmiş, protesto etmişse bu düşünce suçu sayılmamalıdır. Bu eleştiri ve protestolardan kişiler zarar görmediyse, doğrudan doğruya devlete ve sisteme yönelik birtakım eylemler ortaya konulmuşsa bu eylemlerden ortaya çıkan suçlar, cezalar bunların affıyla ilgili tartışma yapılabilir. Ama bunlardan insanlar da zarar görmüşse, doğrudan doğruya kişilerin canına, malına zarar verecek sonuçlar doğmuşsa o sonuçların affı asla söz konusu olmamalıdır. Bizim tartışmayacağımız bireye karşı işlenmiş suçlardır. Bireye ve topluma karşı işlenmiş suçların parlamento tarafından affedilmesi bireyler nezdinde ve toplum nezdinde ciddi anlamda sıkıntıya yol açıyor. Bugün hala Rahşan affının olumsuz sonuçları tartışılıyor. Bireye karşı işlenmiş olan suçları parlamentonun affetmeye çalışmasının ciddi sorunlar doğurduğunu biliyoruz. Devlete karşı işlenmiş olan suçlar konusu parlamentoda tartışılabilir. Bireye ve topluma karşı işlenmiş olan suçların parlamentoda af konusu yapılması doğru değildir.”

Peki, ne olmuştur da yeni bir infaz yasası çıkarılarak 90 binden fazla kişi dışarı salınmıştır. Dışarı salınan kişilerin kaç tanesinin suçu devlete, kaç tanesinin suçu kişilere karşı işlenmiştir?

İnfaz yasasıyla ilgi yapılan açıklamaları incelediğimizde devlet kendine karşı işlenen hiçbir suçu ve suçluyu affetmemiştir. Aksine affedilen suçlar ve suçlular tamamen kişilere ve topluma karış suç işleyenlerden oluşmuştur.

Bunun neresinde adalet var?

Devlet kişilere karşı işlenen suçları affederken mağdurların olurunu almamış ve mağduriyetlerini de gidermemiştir.

Evet, affetmek güzel bir şeydir. Dinimizde affetmeyi teşvik etmiştir. Bakara suresi 237. Ayette affetmenin İslam’da bütün faziletlerin temelini teşkil eden ve takvaya en yakın meziyet olduğu vurgulanmıştır. Haksızlığa uğrayan taraf suçluyu bağışladığı takdirde, "Onu mükâfatlandırmak Allah'a düşer." (Şura, 40) denmiştir.

Affı meziyet sayan İslam mağdurun hakkını da asla çiğnememiştir. Kişilere karşı işlenen suçların ancak kişiler tarafından affedilmesi durumunda geçerli olacağını vazetmiş, İslam hukukçuları da devletin kişilere karşı işlenen suçu affetmesine asla cevaz vermemişlerdir.

İslam hukukunun genel olarak vazettiği ilkeleri şöyle özetleyebiliriz:

“Devlet, kul hakkının bulunmadığı, yalnız kamu hakkının çiğnendiği suçlarda, suçlunun ve cemiyetin menfaati söz konusu ise bir aftan söz edebilir. Kul hakkının ihlâl edildiği durumlarda ise devletin af yetkisi olmayıp mağdur şahıs dilerse suçluyu affedebilir. Kur'an'a göre bir kötülüğün karşılığı ona denk bir cezadır ve bu adaletin gereğidir. İslam hukuku mağduru koruduğu gibi suçluyu da korur. Hiçbir suçlunun, birine vermiş olduğu zarardan veya suçunun karşılığı olarak kanunda gösterilen cezadan fazlasıyla cezalandırılamayacağı ilkesini getirmiştir. Hak ettiği cezadan fazla ceza verilmesini zulüm saymıştır. Ama mağdurun hakkının çiğnenmesini de zulüm saymıştır. İslam hukukçuları bir suçlunun, haksızlığa uğrayan taraf rıza göstermedikçe, başka herhangi bir kişi veya kuruluşça affedilemeyeceği hususunda fikir birliği etmişlerdir. Mahkeme kararıyla kesinleşmiş had cezalarında prensip olarak devletin hiçbir af yetkisi yoktur.”

Kişilere ve toplumlara karşı işlenen suçların affedilmesinin o suçlardan mağdur olanların hakkının çiğnendiği açıktır. Mesela bizzat benim yaşadığım bir olay var. Bir dolandırıcı şebeke sahte çeklerle benden ve benden başka onlarca kişiden araba aldı ve çekleri ödemedi. Mahkeme bunlara dolandırıcılıktan ceza verdi ama dolandırıcıların üzerinde herhangi bir mal varlığı olmadığından biz arabalarımızı alamadık. Şimdi devlet bunları affetti. Peki, bizim arabalar ne olacak? Devlet bu tavrıyla mağdur olan bizlerin hakkına girmiş olmuyor mu?

İşlenen suçların hepsinde bu türden mağduriyetler vardır ve devlet bu suçları işleyenleri affederken mağduriyetleri gidermiyorsa adalet ilkesini çiğniyor ve haliyle zulüm işliyor demektir.

Kişilere ve topluma karşı işlenen suçlara af getiren yasaya imza atanlara diyorum ki: “Küfür devam eder ama zulüm asla devam etmez. İnşallah Anayasa mahkemesi bu adaletsiz infaz yasasını bozar da mağdurların gönlüne su serper. Adil olun, adalet bir gün size de lazım olur.”