Dil, millet olmanın en önemli unsurlarından biridir. Gittiğiniz her ülkede bir dil ile karşılaşırsınız, önce insanların sizden farklı konuştuklarına şahit olursunuz, sonra tabelalar, sokak levhaları size farklı bir ülkede, farklı bir toplumda olduğunuzu hatırlatır. Farklılığı dil ile müşahede edersiniz. Çünkü insanlar her yerde birbirlerine benzerler, sokaklar, caddeler, evler, binalar, dağlar, nehirler birbirinin benzeridir. Bir mimari yapıya bakarak bazı üslup farklılıkları çıkarabilir, ama tam bir yabancılık karinesi çıkaramazsınız. Ancak o toplumun dili ile muhatap olunca farklı bir beldede olduğunuzu anlarsınız.

Günümüzde sınırların dillere göre çizilmesinin nedeni budur. İnsanların tiplerine, dış görünüşlerine bakarak sınıflandıramazsınız. Fizyoloji bize, toplumlar arası sınırlar çizecek malzemeyi vermez. Bir Alman'ı, İngiliz'i, Macar'ı veya Polonyalıyı yan yana getirip dış mimarilerine bakarak milli aidiyetlerini tespit edemezsiniz, bu ancak konuştuklarında, dil farklılığı üzerinden gözlemlenebilen bir durumdur. Çekik gözlü toplumlar için de aynı şey geçerlidir, farklılıkları görünüşleri değil, dilleridir.

Onca etnik iddiaya rağmen aynı durum Türklerle Kürtler arasında da geçerlidir. Bir Türk'le Kürt yan yana getirildiğinde dış mimarilerine bakılarak hangisinin Türk hangisinin Kürt olduğuna karar verilemez. Türk'le Kürt arasında hiç bir fizyolojik farklılık yoktur. Kürt Teali Cemiyeti kurucularından M.Şükrü Sekban, Kürt Meselesi isimli kitabında, Türkiye'den ayrıldıktan sonra, uzun yıllar Irak'ta kaldığını, bu süre zarfında Kürtlerle Türklerin fizyolojik yapılarını incelediğini aralarında hiçbir fark olmadığını, her iki topluluğun aynı kaynaktan geldiğini ileri sürer. Sonradan Musa Anter, kitabın Sekban'a ait olmadığını söylese de, Sekban Türkiye'ye döndükten sonra hiç bir zaman bu kitabını reddetmemiştir. Bu açıklama, fiziki görünüşler üzerinden uluslaşmanın mümkün olmadığını gösterir. Zira eğer farklı değilseniz, ortaya kendinize ait bir fark koyamamışsanız, ayrılık iddialarınızın da hiç bir temeli olmayacaktır. Aynı şekilde bir Kürt'le Türkün hayat tarzlarını, alışkanlıklarını, kültürlerini takip ederek de ayrı bir millete haklılık kazandıracak farklar çıkaramazsınız.

İşte bu noktada tek farklılık kriteri olarak dil öne çıkmaktadır. Etnik topluluklar, farklılıklarını daha çok dil üzerinden göstermekte, ayrılık iddialarını bu fark üzerinden temellendirmektedirler. Etnik hareketlerin hep ana dile vurgu yapmalarının arkasında bu gerçek vardır. Bu farkın kaybedilmesi halinde ayrı bir siyasal vücuda haklılık kazandıracak hiç bir gerekçe kalmayacaktır. Dil bunun için önemlidir ve milleti belirleyen en önemli kriterdir.

Bugün etnik bölücülük de bu zeminde mesafe almaya çalışmaktadır. Kürtçeyi koruyarak, yaygınlaştırarak, eğitim sisteminin içine sokup standartlaştırarak, Kürtçe üzerinden bir Kürt bölgesi oluşturmak, dolayısıyla sınırlar çizmek istemektedir. Kürtçenin konuşulduğu alan aynı zamanda etnik ayrılıkçılığın hedef coğrafyası olmaktadır. Ancak bunun başarılması, resmi dilin (iletişim dilinin) bölgeden çekilmesi, konuşma yoğunluğunun azalması ile mümkündür. Vatan toprakları esasında dil ile bölünür. Önce ortak iletişim dili terk eder bölgeyi, resmi dil çekildikçe yerini bölgesel dil almaya başlar.Zamanla bu tabelalara, yer isimlerine yansır. Ortak dilden kopuş iki toplumu yavaş yavaş birbirine yabancılaştırır. Farklılık artık fiziki alana çıkarak görünür hale gelir. İhtiyaçlarının tamamını bölge diliyle temin eden biri, ortak dile artık ihtiyaç duyamaz hale gelir. İhtiyaç olmayanı öğrenmek de ihtiyaç olmaktan çıkar.Bir iki kuşak sonra birbirlerini anlamayan dil bölgeleri ve birbirine yabancılaşmış toplumlar oluşmaya başlar. Bu sürecin sonu da önce psikolojik, sonra fiziki kopuştur. Size ait hiçbir alametin kalmadığı bir bölgenin, size ait olduğunu savunamazsınız. Dil aynı zamanda bir hakimiyet alameti, bir aidiyet belirtisidir. Dilinizin konuşulduğu yer sizindir.

Bütün bunları niye yazdım? Kayyuma devredilen (Buna artık AKP belediyesi de diyebiliriz) Diyarbakır Belediyesinin bu ay yapacağı 25 etkinliğin 11'i Kürtçe. Kimse ana dilini konuşmasın gibi insanlık dışı bir iddianın içinde değilim. Ancak HDP'li belediyelerin bile yapmadığı ölçüde Kürtçe etkinlik yapmak askeri mücadele ile kazanılanı siyaset alanında harcamaktır. Dileyen dilediği dili konuşur, konuşmalı, ama devlet kurumlarının esas görevi Türkçeyi yaygınlaştırmak, herkesin ana dili haline getirmek olmalı. Çünkü bazılarının ısrarla Kürt sorunu dediği şey aslında bir dil sorunudur. Çözümü de, ortak dilin alanını daraltmak değil, genişletmekten geçmektedir.