İslam dünyasının en büyük sorunlarından biri, din-siyaset ilişkilerinin bir dengeye oturtulmamasıdır.

Birçok ayrışmanın, çatışmanın hatta mezhepleşmenin arkasında bu gerçek yatıyor. Şii-Sunni ayrışması aslında siyasi ayrışmanın zamanla dini bir hüviyet kazanmasından  başka bir şey değildir.

Hz.Ali'den ayrılan Haricilerin ayrışma sebebi de, hem  Müslümanlaşma ile birlikte başlayan sosyal ve kültürel dönüşüme bir tepki, hem de siyasidir.

Din -siyaset ilişkisinin doğru bir temele oturtulmamasının tesirleri sadece siyaset alanı ile sınırlı kalmamış, inanç alanına da taşınmıştır. Şiilikte yönetimin bir akait  meselesi ve imanın temel rükünlerinden biri olması bundandır.

Din-siyaset ilişkilerini,  Sunni Paradigmayı Anlamak isimli kitabında büyük bir vukufla ele alan M.Evkuran çeşitli tarihi olayların, ayrışmaların, din-siyaset ilişkisine bir temel oluşturmayı etkilediğini, giderek İslam'ın temel ölçülerinden savrulmaya neden olduğunu belirterek, buna Harici etkisini örnek verir:

            "Haricilerin Hakem olayında gösterdiği tepkinin yarattığı sosyal terörün anıları Sunni kelamcı ve fıkıhçıları etkileyerek, cebre dayalı iktidarı gayri meşru ilan etmekten  kaçınmalarına ve bunu da kuramsal bir temele oturtmalarına neden olmuştur."

Aslında Sunni kelamcı ve fıkıhçıların din-siyaset ilişkilerine bir zemin oluşturmaya çalışırken dini kurallardan çok, şartların etkisinde kaldıkları, siyasi istikrar için dini ölçülerden taviz verdikleri görülmektedir. Üstelik istikrardan kasdedilen huzur, adalet ve barış içinde olmak değil, zalim de olsa bir yönetime sahip olmaktır. "Zalim bir hükümdarla geçen altmış yılın, hükümdarsız geçen bir geceden daha üstün ve tercih edilir" olduğuna dair üretilen hadis bu zihniyetin ürünüdür. Zulmü reddeden bir din, içeriği belirsiz bir istikrar ve daha çok iktidarda olanları koruma adına zulmü olumlar hale getirilmiştir. Böyle olunca da, her türlü keyfilik mümkün hale gelmiştir. Öyle ki, iş zulme katlanmaktan ibaret kalmamış, zamanla Müslüman toplumların yöneticilerinde aranan adalet şartı da zorunlu olmaktan çıkmıştır. Oysa ehli sünnetin  imametin/yönetimin gerekliliği ile ilgili görüşü -eğer insanlar adaletli olsalardı imama ihtiyaç kalmazdı- paradigmasından yola çıkar,  yönetimin gerekliliğini adalet ihtiyacı ile açıklar.

Evkuran, bu paradigmanın İslam dünyasına hakim olmasını Eşari kelam sisteminin hakimiyeti ile açıklar:

            "Zirvesinde Allah'ın yer aldığı,hiyerarşik ve piramitsel kozmoloji görüşü, içerisinde  sosyal yapıyı da içerecek ve eritecek bir güç ve iktidar yorumuyla birleşti.Öyle ki, Allah imgesi ile, iktidar imgesi birbirinden ayrılmayacak derecede birbirine karıştı. Bu kozmolojik algılama tarzı korkuyu, itaati, ve boyun eğmeyi yücelten mevcut kültürel dokunun beslendiği en önemli kaynak oldu."

Din- siyaset ilişkisinin hukuki kurallarının oluşturulamadığı  hiçbir yerde din siyasetin aleti olmaktan kurtulamamıştır. Gazali, din ile sultanın ikiz kardeş olduğunu, dinin esas, sultanın onun koruyucusu olduğunu ve koruyucusu olmayan dinin yok olacağını söyler. Din -siyaset ilişkisinin tayin edicilerinden biri budur: Dini korumak için siyasete yönelmek, dinin bekasını siyasi hakimiyette aramak. Fakat bu yönelişin siyasete atfettiği büyük önem, dini değerlerin  ikinci planda kalmasına neden olmuş, dini siyasallaştıran birçok hareket için siyaset amaç, din araç olmuştur.  Bugün dini içten kemiren bir siyasal İslam varsa, bu, işte bunun için, din- siyaset ilişkisi doğru bir temele oturtulmadığı için vardır.