Demokrasi kültürümüz yok, onun için eleştiriye tahammül edemiyoruz. En küçük tenkit bizi çileden çıkarmaya yetiyor. Batı Tanrı'nın egemenliğinden Kralın egemenliğine oradan da milletin egemenliğine geçti. Yerde, gökte ve arasında ne varsa Allah'ın hakimiyeti altındadır. Lakin, bu Allah toplumu yönetir anlamında anlaşılamaz. Allah, ahlaki kriterleri göstermiş, yönetmeyi insanların kendisine bırakmıştır.

Bizde meşruiyetlerini pekiştirmek, iktidarlarını kalıcı hale getirmek isteyenler hep -Allah adına- yönetmekten bahsederek toplumu aldatmışlardır. Sultanları (yöneticiler) Allah'ın yeryüzündeki gölgesi gibi sunan hadis bu amaçla uydurulmuştur.(Hadisçilere göre sahih isnadı yok) Yöneticiyi Allah'ın yeryüzündeki gölgesi gibi takdim etmek ona muhalefeti de doğrudan doğruya Allah'a muhalefet noktasına götürür. Yalan söyleyecek, zulmedecek,çalacak, kötü yönetecek, toplumun menfaatlerini değil kendi nefsini merkeze alacak ama siz onu -Allah'ın gölgesi- gibi gördüğünüz için muhalefet edemeyeceksiniz. Böyle bir din algısı o ülkeyi ne hale getirir? Halkı kul, yöneticilerinin her biri bir tiran olur.

Asıl mesele bu ülkenin din algısının sorgulanmasıdır. Zira bu yapılmadığı takdirde -gölge- diye takdim edilenlerin icraatlarının faturası bizzat dine çıkarılacak, bu da insanları dinden uzaklaştırmaktan başka işe yaramayacaktır.

Garaudy ve Yusuf İslam gibi İslam'ı seçen bir çok batılı, İslam'ı tanımadan Müslümanları tanısaydık kesinlikle Müslüman olamazdık, diyor. Çünkü dinimizin emrettiği şeylerin çoğu ferdi ve sosyal hayatımızda yok. Dindarlığı, namaz kılmak, oruç tutmak sanıyoruz. Oysa dindarlık insanlarla ilişkilerimizde ortaya çıkan bir durumdur. İtikaden Müslüman'ız ama ahlaken ne olduğumuz belli değil.

Geçen gün ucuz sebze- meyve kuyruğunda bekleyen ortanın üstünde bir yaşta olan bayana televizyoncular sordular: "Bu pahalılık kimin yüzünden", kadın tereddütsüz," CHP'nin yüzünden" dedi. O kadın 16 yıldır, kimin bu ülkeyi yönettiğini, kimin seçim kaybettiğini, kimin kazandığını, yetkinin kim veya kimlerin elinde olduğunu biliyor. Ama adalet duygusunu, hak şuurunu kaybetmiş, hasım olarak gördüğü partiye iftira atmayı dindarlık olarak görüyor. Tıpkı geçmişte soru çalan, suçsuz günahsız insanları içeri tıkmayı -davaya hizmet- olarak görenler gibi. İslam adaleti emretmiş ama bu anlayış adaletten ayrılmayı İslam'a hizmet sanıyor. İslam liyakati olanlara görev vermeyi emretmiş, bunların kafasında liyakatin tek anlamı var bizden, bizim klanımızdan olmak. Böyle bir toplumda her zaman mağdurlar, gadre uğrayanlar olacağı için asla toplumsal bütünlük sağlanamaz.

İşte bunları söylediğiniz zaman -dinle özdeşleştirilen- bir yapıyı eleştirdiğiniz düşüncesiyle iman/küfür zemininde sorgulanmaya başlıyorsunuz. Bu korku ile insanlar sözlerini yutmak zorunda kalıyor. Konuşmayınca,anlatamayınca, eleştiremeyince de hiç bir şey değişmiyor. Bu tarz siyaset hem dini, hem toplumu kemiriyor. Kimsenin aklına İslam'ın aslında bir ahlak davası olduğu gelmiyor.İşin kötüsü, yönetenlerin de -kendilerini - la yüsel bir mevkide görmeleri ve bizi eleştirmek hakkı eleştirmektir tavrıyla hareket etmeleridir. Halbuki raşit halifeler kendilerini Allah'ın yeryüzündeki gölgesi olarak değil, sadece emir-el müminin,müminlerin yöneticisi olarak görmüşlerdi. Üstelik yöneticiliğe de-bir kavmin efendisi, o kavme hizmet edendir-düsturu ile bakmışlardı. Onlar hizmetçi, bugünküler Allah'ın yeryüzündeki gölgesi, öyle mi? Bu mantalite, Batı'nın yüzyıllar önce terkettiği kralın tanrı adına yönettiğine duyulan inancın bir tekrarından başka bir şey değildir. Ve bunun ne dinle ne de dünyanın bugünkü gerçekleri ile alakası vardır.