DİNCİ ANAKRONİZMİN LAİKLİĞİ İFSADI

İhtilaller, Türk devletine sadece ekonomik, diplomatik ve siyasi yönden zarar vermekle kalmamış; Türk milletinin kültürel anlamda da geri kalmasına; sosyolojinin temel kabullerine aykırı gelişmelere ve toplumsal psikolojide buhranlara sebep olmuştur. 

İhtilali gerçekleştirenlerin asıl sahipleri perdenin arkasında olduğu için, bu ceberrut ve gayr-ı insani eylemi devletin yaptığını zanneden, her zamanki gibi her şeyden habersiz vatandaş, gördüğü kötü muamelenin müsebbibi olarak devleti görmüş ve – bilinçaltında en azından- devlet düşmanlarını haklı bir konuma oturtmuştur. Kısa vadede kendi çıkarlarını korumak için darbe yaptıranların, toplumsal bilinci parçalamak, toplumla devlet arasındaki güven duygusunu kırmak; görüntü itibariyle ne olurlarsa olsunlar, ileride kendi menfaatleri için kullanacakları özde gayr-ı İslami ve gayr-ı milli cemaat, grup ve meşrepleri ön plana çıkarmak gibi uzun vadedeki hedeflerini de gerçekleştirmişlerdir. Hakikate şaşı bakılmasına, değerlerin ve kavramların yıpratılmasına sebep bu yanlış eylemlerin en fazla zarar verdiği değer: Mustafa Kemal ATATÜRK, kavram ise Laikliktir. Zira her mel’un melanetini Atatürk’ün, din düşmanlığını ise Laikliğin arkasına saklayarak bir taşla birkaç kuş vurmak istemiş, doğrusu başarılı da olmuşlardır.


Millet karnesinde Okuma: Zayıf, Çabuk Güvenme ve Güvendiğine İnanma notları Pekiyi olan milletimizin bu özelliklerinden yararlanan bu mihraklara, elinden düşürmediği tuzlukla yerli olmayan her fikir ve harekete son surat seyirten Tatlısu Demokratlarının desteği de eklenince akıbet kaçınılmaz olmuştur. Alkol kullanmayı ilericilik sayan, Ahmet Mithat’ın Felatun Bey karakterine rahmet okutacak çağdaş lümpeninden hangi gizli servise hizmet ettiği herkesin malumu Aksak Maocuya bir alay lüzumsuzun sözde söylemlerine inat ve dinci paranoyanın sabuklamalarını ve anakronizmini imanın esası zanneden sıradan vatandaşın yüreğinin ikirciklenmesinin neticesidir 31 Aralık gecesi yaşanan katliama kimilerinin sessiz kalıp kimilerininse çılgınca destek olması.

Tüzel kişilik olan yönetimin içinde bir sistem olarak var olan Laikliği savunmak adına kendisini “Laik” olarak tanımlayan özel kişiliğin sahiplenmesi ne kadar yanlış ise, onu –en azından Türkiye’deki uygulamasını- “Dinsizlik” olarak tanımlayan yarım imamın düşmanlığı o kadar ahmakçadır. Bütün eksiklerine, yanlışlarına ve “Görmez”liklerine rağmen, Diyanet İşleri Başkanlığı ismiyle maruf bir kurumu olan sistemin dinsiz olduğunu iddia etmek için ya cübbenizden oluk oluk cehalet akması yada diyalogcu yapılarla gizli yada açık ortaklığınızın olması gerekir. Tefessühleri bizzat hareketin büyüklerince ifade edilmiş tekkelerin bir ibdaya tabi tutulmadan, hiçbir kontrol mekanizması kurulmadan, popülist yaklaşımlarla merdiven altlarında yeniden ortaya çıkarılmasının neticesidir Satranç oynayanın lanetli, seyredeninse domuz yemiş kabilinden tahkir ve tazyifi. 

Kendisini peygamber ilan eden ve her gün, canlı yayında, kendisine vahiy geldiği iddiasıyla boğazlanan camışlar gibi böğüren adamcığın bile binlerle ifade edilen cemaatinin;
 
İslam dışında her yere hizmet eden ve bütün hanım müritleri aynı plastik cerrahın elinden geçmiş, gayr-ı ahlakiliği Allah’ın ahlakı diye topluma sunarken, her gece pavyona çevirdiği çağdaş tekkesinden yaptığı canlı yayınlarla milletin imanını ifsad etme gayretindeki, cezai ehliyeti haiz olmadığına dair devlet kurumlarınca verilmiş rapor sahibinin;
 
Usulet ve suhuletle soyduğu milletten aldıklarıyla “dinler arası diyalog” başlatan, her türlü takdis ve alkışla karşılandıktan sonra gerçek yüzü 15 Temmuz’da ortaya çıkan, sokaktaki vatandaşın üzerinden tank geçirecek kadar gözü dönmüş cemaatin;
 
Kendisi gibi olmayan herkesi kafir, kendi sarf etmediği her söz ve eylemi küfür kabul eden; insanları diri diri yakarken, bu çağda, kendi dininden olmayan insanları kurduğu köle pazarlarında satıp kadınlarına tecavüz etmeyi din zanneden IŞİD’in hakim olduğu bir düzen midir istediğiniz?


Çocuk tecavüzcülerini, dergahtan holdinge devşirilenleri; devletteki işinizi bitirme karşılığında milyon dolarlarınızı, her türlü kıymetli arsa ve binalarınızı götürenleri saymadım daha.


Tuhaf olan şu ki Türk Milliyetçileri de bu konuda net bir duruşa sahip değiller. Dini ötelemeyip, önceleyen ama asla dinci olmayan ( “dinci değil, Müslümancı” diye tanımladığım) bu yapının farklı mezhep ve meşreplere sahip millet çocuklarını bir arada tutacak böyle bir sisteme ikircikli yaklaşması ayrı bir garabettir.


Atatürk, Laiklikle, bu ülkedeki bütün mezhep ve meşrep sahiplerinin hayatını garantiye alırken, Diyanet İşleri Başkanlığı kanalıyla da dinin tek ve doğru kaynaktan öğretilmesini esas almıştı. Eğer bu ülkede merkez ve dinci sağ, oy uğruna devletin temel dinamiklerini yerinden sökmese;  sol     -ucunda yada ortasında olması fark etmiyor-  bin türlü rezilliğini ve dinsizliği Laiklik ve Kemalizm’in arkasına saklamasa, bu gün, bu kabusu yaşamıyor olacaktık.


Biz duyduklarımıza yekten inanmak yerine kontrol edebilseydik eğer, karşılaştırmalı okuyabilseydik diyeceğim ya… “Keşke”ye  varacak bu cümlenin sonu. Lügatten çıkarılması gereken ilk kelimedir oysa “keşke”.


Ne diyordu bir türküde: “Kendim ettim kendim buldum”. Kendimizin ettiği doğru da hep gariban Türk’ün temiz yürekli çocukları buluyor ettiğimizin neticesini. 


İçimi yakan o.


Yoksa…