Daha önceki yazılarımda da işaret ettiğim gibi maalesef Türkiye’deki en büyük cehaletlerden biri de dini alanda yaşanıyor. “Samimi Müslüman” ya da “Mütedeyyin” diye nitelendirilenlerimiz bile İslamiyet’i tam manası ile bilerek, özümseyerek değil de anadan atadan gördüğü gibi yani geleneğe bağlı olarak yaşıyor. Bu meseleyi çok yazdım, çok söyledim ve hatta son iki Diyanet İşleri Başkanı’na da yazılı olarak iletip dedim ki, “Hiç değilse günde beş vakit namaz kılan ve her gün en az kırk elli defa ezberden Fatiha Suresi’ni okuyan cemaate bu surenin anlamını öğretin, özümsetin!” Eğer bu yapılırsa milletin gözünün açılacağı ve birtakım şarlatanlarla cahil şeyh bozuntuları ya da cemaat önderlerinin peşine takılanların azalacağı kanaatindeyim. Ama ne yazık ki böyle bir gayret göremedim. Onun için ümidimi yitirmiş durumdayım ve Namık Kemal misali söylenip duruyorum:

“Ölürsem görmeden millette ümmid ettiğim feyzi

Yazılsın seng-i kabrimde vatan mahzun ben mahzun.”

Tabii ben bu beyti, son mısraya üç kelime daha da ilave ederek söylüyorum: “Din daha da mahzun…”

Devlet kurumlarına ait bütçelerin gündeme geldiği şu günlerde Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait  bütçenin dikkat çekecek şekilde arttırılarak 10 milyar Türk Lirası’nın üstüne çıkarılması karşısında ben de önce kendi kendime sorduğum soruyu yazı konusu yapmaya karar verdim: “Diyanet İşleri Başkanlığı Ne İş Yapar?”

Gerçi yazarlık zor zenaat; 45 yıl önce rahmeti Rahman’a kavuşan İsmet Paşa’ya olur olmaz laflar söylenince, “Ya hu, Paşa o kadar da kötü adam değildi, bir de şu hizmetlerini düşünün” diye yazınca hemen “CHP’li olduğumuz” söylenebiliyor. Keza Diyanet için bir şeyler yazmaya kalkınca da “Kurumu yıpratmak doğu değil” deniyor. İyi hoş da kurumu biz yıpratmıyoruz ki. Anayasamıza göre, “…bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında” kalması gerekirken siyaset kurumu tarafından yönlendirilebiliyorsa, piyasada cahil/cühela şeyh bozuntularından ve hurafecilerden geçilmiyorsa demek ki bir eksiklik, bir değil binlerce yanlış var demektir. Bunları da dile getirmezsek Allah indinde mesul olmaktan korkarım. Onun için doğruları yazmaya devam edeceğimden emin olabilirsiniz.

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın en önemli karar alma organı Din İşleri Yüksek Kurulu olduğuna göre bu kurulun görev ve sorumlulukları bize ışık tutacaktır. Bu görev ve sorumluluklar ezcümle şöyle:

*… İslam dininin temel bilgi kaynaklarını ve metodolojisini, tarihî tecrübesini ve güncel talep ve ihtiyaçları dikkate alarak dinî konularda karar vermek, görüş bildirmek ve dinî soruları cevaplandırmak.

*Dinî konularda telif, tercüme, inceleme ve araştırmalar yapmak, yaptırmak, ihtiyaç duyduğu konularda inceleme ve araştırma grupları oluşturmak, bu hususta yurt içi veya yurt dışındaki uzman kişi ve kuruluşlardan yararlanmak, gerektiğinde bu alanlarda hizmet satın almak ve sonuçlarını Başkanlığa sunmak.

*Yurt içinde ve yurt dışında İslam dinine mensup farklı dinî yorum çevrelerini, dinî-sosyal teşekkülleri ve geleneksel dinî-kültürel oluşumları incelemek, değerlendirmek, bu konularda ilmî ve istişari toplantılar, konferanslar düzenlemek ve çalışmalar yapmak.

Gayet güzel… Güzel de, dini/manevi alanda Türkiye’de neler oluyor bir de ona bakalım…

Bu yazıyı kaleme alırken ilk aklıma geliverenler bile çok ürkütücü ve insanların dinden nefret etmeleri için kurulan tuzaklar olduğu APAÇIK ortada. Şöyle ki:

*Mezarlıkta, hiçbir İslami adaba uymayacak biçimde şeyh ya da cemaat önderlerinin kabri başında şovmenlere taş çıkartırcasına dönüp duran, bağırıp çağıran cübbeli sarıklı müritler,

*Manisa’nın üzerine gelmekte olan depremin yönünü değiştirdiğini iddia edip müritlerini büyüleyen sahtekârlar,

*Kur’an-ı Kerim’de Kadir Gecesi’ni ihya etmenin “İbadetle geçirilen bin aydan (Yaklaşık 80 yıl) daha hayırlı” olduğu bildirilmişken tekerlekli sandalyeye mahkûm, konuşma ve irşat etme kaabiliyeti bile kalmamış şeyhlerinin birkaç dakika yüzünü görmenin “150 yıl ibadet etmekten hayırlı olduğunu” söyleyip en büyük günah olan şirk (Allah’a ortak koşma) günahını işleyerek müritlerini de bu günaha ortak eden şarlatanlar,

*Bağlı oldukları şeyhlerinin “Azrail’e tokat atıp aldığı canı geri getirdiğini söyleyerek” peşlerinden gidenleri efsunlayan büyücüler,

*Bilmem kaç milyon kilometre uzakta seyreden uzay aracının “vidalarını gevşeterek düşürdükleri” palavrasını sıkan sahtekârlar,

*Vaaz ve özel sohbetlerinde “Peygamber Efendimiz rüyamda bana şöyle dedi, böyle dedi” diye ağlayıp sızlayarak taraftarlarını efsunlayıp devletin hemen her kademesinde kadrolaştıktan sonra milletimizin başına çorap ören şarlatanın yolundan giden rüyacı türediler çıktı. Bu da yetmezmiş gibi TRT’de yayınlanmakta olan “Payitaht Abdülhamit” dizisinde iflas edip borç batağına düşen bir tüccarı Sultan’ın huzuruna çıkartarak, “Rüyamda Peygamber Efendimizi gördüm efendim, bana dedi ki, Hamidimiz her gece getirmekte olduğu salat u selamı dün gece unuttu, git borcunu ondan iste” dedirtilerek duygu ve iman sömürüsüne zirve yaptıranlar,

*Sıratta, “Nakşibendi Tarikatı’nın Halidi kolundanım” diyenlerin “sorgusuz sualsiz Cennet’e gireceklerini” söyleyen soytarılar,

*Rüyada “Peygamber Efendimizi gösteren terlik”, “Yanmaz kefen” pazarlayarak Sülün Osmanlara bile rahmet okutan cübbeli sarıklı dolandırıcılar ortada cirit atarken,

Bütün bunlara ve benzerlerine inanarak asıl dinden uzaklaşan başörtülü ya da başı açık bacılarımız da evlerdeki “okuma günleri”nde mesela;

*Evde terlikle dolaşılırsa “Meleklerin ezileceğini”,

*Namaz kılarken yan tarafa bir seccade daha serilip üzerine de gül konursa “Peygamber Efendimizle birlikte namaz kılınmış olacağını” söylüyorlarsa,

Ve… Diyanet İşleri Başkanlığı’nın resmi görevlisi olarak bulundukları camilerde o şarlatanların ağzıyla, “Demokrasi küfürdür”, “Kız çocuklarınızı okula göndermeyin”, “Hepimiz nefis taşıyoruz; çocukları taciz ve tecavüz edenler kabahatli ama asıl suçlu o çocukları sokağa salan ailelerdir”, “Parfüm sürerek sokağa çıkan bir kadın kaç erkeğin önünden geçmişse hepsi ile zina etmiş sayılır” diye vaaz eden “imamlar” varsa…

Bu durumda Diyanet İşleri Başkanlığı ve tabii ki Din İşleri Yüksek Kurulu, başlıca “Görev ve sorumlulukları” arasında olan; “Dini konularda karar verme, ihtiyaç duyulan konularda inceleme ve araştırma grupları oluşturma, farklı dini yorum çevrelerini, dini-sosyal teşekkülleri ve geleneksel dini-kültürel oluşumları inceleme, değerlendirme” konularında ne yapmıştır, ne yapmaktadır, bunları gerçekten yapıyorsa yukarıda sıraladığımız din görüntüsü verilen ama din dışı, şirk bataklığının ürünü olan hurafelerle hurafeciler nasıl türemekte ve üstelik nasıl böyle giderek çoğalmaktadırlar? Bunca cami, bunca din görevlisi insanların dini açlığını bugüne kadar doyuramayıp bundan sonra da derde derman olamayacaksa bu kadar bütçeye ne gerek var?

Bir de, Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim için sanırım yedi yerde “Kitab-ı Mübin” (Apaçık Kitap), iki yerde de “Kur’an-ı Mübin” (Apaçık Kur’an) ifadesini kullanıyor. Onun için ben de yukarıda dini konuda şarlatanlık yapanların saçmalıklarını sıralamadan önce buna vurgu yapmak için, “…insanların dinden nefret etmeleri için kurulan tuzaklar olduğu APAÇIK ortada” şeklinde bir cümle kurdum. Kur’an-ı Kerim Allah tarafından “Anlaşılmak üzere” gönderilen “Apaçık” bir kitap olduğu halde bırakın hurafecileri ve cahil, saf Müslümanları sömüren şarlatanları, İlahiyatçılar arasında bile pek çok ayrılık, pek çok anlayış, pek çok yorum farklılığı var. “İhtiyaç duyulan konularda inceleme ve araştırma grupları oluşturma” görevi olan Diyanet bunu mutlaka yapmalı, “Böyle gelmiş böyle gider” anlayışından sıyrılarak gerekirse tabuları yıkmaktan çekinmemelidir ve bu zaruridir. Çünkü cahil şeyh bozuntularının safsataları bir yana; okumuşların, Kur’an-ı Kerim’i, Arapça’yı derinlemesine inceleyip araştıranların da ayrıldıkları noktalar ve onların çevresinde oluşan gruplar var. Her konu elbette toplum önünde tartışılmaz, tartışılmamalıdır ama mutlaka ilmi toplantılar düzenlenerek müştereklerle doğrular ortaya çıkarılmalıdır.

Bu konuların düzene girmesi, şirk bataklıklarının kurutulması, hurafe ve hurafecilerle mücadele elbette yalnızca Diyanet İşleri Başkanlığı’nın başarabileceği bir iş değildir. Çünkü bunun bir de siyasi ayağı olduğu açıktır. Siyaset kurumu artık başından geçen bunca tecrübeye rağmen hâlâ o grupların oylarına göz dikerek sessiz kalıyor ve olup bitene seyirci kalıyorsa yazıklar olsun.