Cumhurbaşkanımız ve Trump, Amerika’da ortak bir basın toplantısı düzenleyerek, gazetecilerin sorularını cevapladılar. Erdoğan, Türk gazetecilerin tek soru sorma hakkını, Sabah yazarı Hilâl Kaplan’a verdi. Kaplan, Trump’a, gâyet güzel bir İnglizceyle gâyet mühim bir soru sordu. ABD’nin teröristlerle görüşmesini hatırlatarak, “Türk haklını inciten bu görüşmelere devam edecek misiniz?” dedi.

Trump, görüşmeye devam edeceğini ifâde ettiği gibi Hilâl Kaplan’la da dalga geçti.

Trump’ın yerinde kim olsa aynı şeyi yapardı. Bir gazeteci ABD başkanını dünyânın gözü önünde sıkıştırmaya kalkacak, o da altında kalacak. İmkân ve ihtimâl var mı? Emin olun Trump, toplantıdan evvel Türk gazeteciler hakkında bilgi sâhibi olmuştur veya bilgileri, kulaklığından anında alıyordur. Kaplan’ın ne soracağını biliyorsa şaşmam.

Fakat Cumhurbaşkanımızın yerinde kim olsa aynı şeyi yapar mıydı bilemem. Oradaki gazeteciler içinde PKK hakkında Trump’ı sıkıştıran soruyu soracak en son kişinin Hilâl Kaplan olduğunu, bizim gibi Amerikan yönetimi de biliyor.

Elbette Trump, dünyânın gözü önünde Kaplan’ın geçmişini hatırlatıp, “Kızım sen, Öcalan’a, Gülen’e övgüler dizip şiirler yazan gazeteci değil misin? Aşkolsun! Sen, daha dün bizim Lindsay’i ağırlayıp, mültecilere merhametimizi övmedin mi? Hattâ soykırım falan da diyordun. Bu soruyu sorma hakkın var mı?” diye tartışacak değil. Bir gazeteciyle yüz göz olmak yerine, böyle dalga geçip bırakır.

Nitekim Fehmi Koru, Trump’ın sergilediği tavır için, “Önceden çalışılmış gibiydi.” tahmiminde bulundu.

Bizim gazetecilerin cesâretine hayran oldum. Toplantı öncesinde yürek yemiş olmalılar. Trump dalgasını geçip güldü; bizim gazeteciler de güldü. Hem de yabancı gazetecilerin şaşkın bakışları karşısında. Hesâbı sorulursa, “Trump’ın mor olmasına güldük.” derler. Yalandan kim ölmüş?

İşin garip tarafı, Kaplan da hafiften güldü. Mesele hakkında fikrini sorduğum tecrübeli bir gazeteci, “Sular seller gibi İngilizce konuşmakla olmuyor. Trump bunu dediğinde basın kartını gösterip, ‘Ben gazeteceyim.’ demeliydi. Hem kendisi hem bizimkiler güldü.” cevâbını verdi.

Burada bir parantez açmak istiyorum.

Evet, sular seller gibi İngilizce konuşmakla olmuyor. Türk kültürüne hâkim bir profesör şöyle demişti: “Yeni nesil İslâmcılarda bir sorun var. İnsanı komplekse sokacak derecede yabancı dil biliyorlar. Hattâ birkaç dil biliyorlar. Ama bir eksik var.”

“Ben söyleyeyim Hocam.” dedim. Yunus Emre’den bir dörtlük okusanız arkasını getiremezler. Penbe İncili Kaftan’ın Muhsin Çelebi’sini bilmezler. ”

Evet Yunus Emre’den bir dörtlüğün arkasını getirebilecek kadar Türklüğünü bilen; Muhsin Çelebi gibi devlet şuuru olan biri, ne Amerika’nın sapık starı Lindsay Lohan’ı över ne de Trump karşısında madara olur.

Bu soru faslı, sâdece Trump’ı sıkıştırmak için değildi sanki. PKK, FETÖ hakkında ne zaman konuşsa geçmişi deşilen; Türk târihi, Türk bayrağı hakkında kanımıza dokunan fikirleri hatırlatılan Hilâl Kaplan’ı kurtarma operasyonuydu, aynı zamanda Bu sorudan sonra fetö-sever, pkk-över geçmişine kim inanır ki? Kim dersânelerde yetiştiğine, Ahmet Altan’ın prensesi olduğuna, Çanakkale şehîdlerine mesâfesine, soykırım zırvalarına inanır ki?

Hatırlatan, vatan hâini olur.

Hilâl Hanım kızımız, konuyla ilgili yazısında, “Trump'ın zorlandığı bir soru sorduysak ne mutlu bize; amaç da buydu zâten. Terör destekçilerine verdiğimiz rahatsızlıktan ötürü gurur duyarız. Aktütün'den Reşâdiye'ye, Merâsim Sokak'tan Vodafone Arena saldırısına değin tüm şehitlerimizin ruhu şad olsun. Onları unutmayacağız, unutanlara hatırlatacağız.” demiş.

Güzel soruydu ama biz, sizinle gurur duyamıyoruz Hilâl Hanım. Sizde bu geçmiş, bizde bu hâfıza varken duyamayız da. Türk milletine, Türk ordusuna, Tük bayrağına geçmişte verdiğiniz rahatsızlıktan ötürü özür dileyene kadar sizinle gurur duyamayız.

Çanakkale’deki kınalı kuzularımız, teröre kurban verdiğimiz şehîdlerimiz incinir sonra!

........

AHMET HAKAN’A BİR SORUM VAR

Ahmet Hakan Coşkun, Amerika ziyâretini yorumladığı yazısında şöyle dedi:

“Hilâl Kaplan’ın Trump’a sorduğu, ‘Mazlum Kobani’yi Beyaz Saray’da ağırlayacak mısınız?’ sorusu, dört dörtlük bir gazeteci sorusudur.

Trump’ın sorulan soruya cevap vermek yerine Hilâl Kaplan’a laf sokması ise buz gibi bir sorudan kaçıştır.”

O zaman niye buz kesmek yerine, Trump’la birlikte koro hâlinde güldünüz?