Ülkemiz, Cumhuriyet tarihinin en büyük güvenlik sorunu ile karşı karşıya. Batıda Yunanistan ve Bulgaristan, doğuda Irak ve Suriye’de Amerikan üsleri ile kuşatılmıştır. Kuzeyde Ermenistan ve bunun yanında İran bulunmaktadır. Türkiye’nin öncelikli düşmanı Amerika’dır.
İran, ABD ile Şah’ın devrilip, Humeyni’nin 1979 yılında iktidara gelişinden bu yana her ne kadar dünya kamuoyunda birbiriyle ilişkisi olmayan düşmanca tavır sergileyen iki ülke görünümü sergilese de, ülkemiz, İran ile ilişkilerimizde Amerika’nın Ortadoğu’da taşeronu İran olduğunu dikkate almalıdır.
Nükleer silaha "Atom bombası"na sahip 9 ülkeden Müslüman tek ülke olan, aynı zamanda İsrail’e karşı Filistin’in yanında yer alan nükleer silaha sahip tek ülke olmasına rağmen İran’ın Pakistan’a durduk yere füze fırlatması İsrail’in işini kolaylaştırmaktadır. Bu ve buna benzer birçok olay, İran’ın ABD’nin Ortadoğu’da taşeronu olduğunun bir göstergesi olduğunu göstermektedir ki. İran’ın bu saldırısı ABD’nin isteği doğrultusunda olduğu gün gibi aşikardır.
İran gerçekten Filistin’in yanında yer alan bir ülke olsa, burnunun dibinde, Irak’ta bulunan ABD üslerine fırlatırdı. İran, Irak’ın Erbil şehrinde bir iş adamının evini vurup, MOSSAD üssünü vurduk yalanına başvurmazdı. Bu ve buna benzer birçok olay, İran’ın Ortadoğu’da ABD’nin taşeronu olduğunu gösteriyor.
Irak’ta PKK’ya her türlü desteği vermekte olan ABD’nin devlet başkanı Joe Biden, geçen aylarda verdiği bir demeçte “Türkiye ile güvenlik sorunumuz vardır” açıklaması Türkiye’nin öncelikli düşmanı ABD olduğunun tescilidir. ABD’nin Suriye ve Irak’ta PKK, PYD, YPG’ye silah, mühimmat, lojistik destek verildiği ABD’nin resmi ağızlarından defalarca ifade edilmiştir. Bunun yanında ABD savunma bütçesinden 2024 yılı için DEAŞ’la mücadele için 398 milyon dolar ayrılmış olup, 156 milyon doları PYD, YPG için harcanacağını dünya kamuoyu ile paylaşmışlardır.
Bunlara bakıldığında ABD’yi hala müttefik görmek, ABD’den müttefik olarak bahsetmek, ne devlet aklıyla ne de aklı selim bir Türk dış politikasıyla bağdaştırmak mümkündür. Devlet aklının ABD’yi yeterince tanımadığı veya korkak ve ürkek davrandığı görülmektedir.
Türkiye, Suriye’deki Arap Baharı’na ABD’nin isteği ile müdahil olmuş, Osmanlı hayalleri kurmuş, gelinen durum ortadadır. Suriye’den ve Afganistan’dan 20 milyon göçmen ithal edilmiş, kendi insanımız işsizliğe, hayat pahalılığına mahkum edilmiştir. 20 milyon insan ortalama 5 milyon konut demektir.
Bu insanlar getirilmiş olmasaydı, ne ev kiraları fahiş fiyatlara çıkar, ne ev sahibi kiracı kavgaları baş gösterir, ne de kiracı ev sahibi mahkemelere taşınırdı. Ülkemizde her yüz davadan 50-60’ı kiracı ev sahibi davalarından oluşmaktadır. Bu durum ise ülkemizde adaletin gecikmesine neden olmaktadır.
Bunun yanı sıra Suriye’den milyonlarca insan ülkemize “Muhacir, Ensar” göçmen yerli kelimelerine kutsiyet yüklenerek ABD ile yapılan anlaşma gizlenmiş olup, Suriye’de PKK, PYD, YPG’ye alan açılmış, Suriye’den gelen göçmenlerin boşalttığı yerler ABD tarafından PKK, PYD, YPG’lilerle doldurulmuş olup, Suriye’de İsrail’in Büyük İsrail projesine hizmet edecek PKK devletinin temelleri atılmıştır.
Kurulmak istenen devletin temellerinin atılmasıyla kalmayıp, ABD’nin eğitip donattığı sayısı 70 ila 80 bin kişiden oluşan düzenli bir ordu oluşturulduğundan bahsedilmektedir. Güneyimizde yarım asırdır devam eden Kıbrıs sorunu, Ege’de adalar sorunu ve Batı Trakya’da azınlık meselesi “Türkler” her an baş ağrıtmaya hazır vaziyette beklemektedir.
Bu ve buna benzer birçok sorun gösteriyor ki, dört yanı düşmanla çevrili bir ülkedir Türkiye. Dış politikamızda sevindirici bir gelişme ise, Dış İşleri Bakanının TBMM’de yaptığı konuşmada "DEAŞ’la mücadele kisvesinde Kuzey Irak’ta PKK ve Suriye’de bir terör devletinin oluşumuna destek veren Amerika"yı ismen zikretmesidir. Bu konuşma, düşmanlarımıza karşı bir kararlılık göstergesidir.
Umarım bu konuşmadaki kararlılık sürdürülür, ülkemizin güvenliği için netice alınır. Rahmetli Atatürk, yedi düvelden korksaydı, TC olmazdı.
Amerika ne der endişesi ve korkusuyla hareket edilseydi, Rahmetli Süleyman Demirel’in Başbakanlığında 3 Temmuz 1969’da Amerika ile yapılan askeri ve güvenlik işbirliğine son verilmezdi. 12 Mart 71 haşhaş ekim yasağının kaldırılması ve 975 Kıbrıs Barış Harekatı sonrası, Amerika’nın koyduğu ambargo karşısında Türkiye’de bulunan bütün Amerikan üsleri “İncirlik hariç” bir gecede kapatılamazdı.
O zamanın Başkanı rahmetli Bülent Ecevit ve ortağı Necmettin Erbakan, Kıbrıs Barış Harekatı’nı yapamaz, ülkemiz açısından stratejik ve jeopolitik öneme haiz Kıbrıs’ta Türk varlığı son bulabilirdi.
Bu verdiğim örnek, Türkiye’nin kararlılığı neticesinde gerçekleşmiştir. Dileriz bu konuşmadaki kararlılık sürdürülür ve hayata geçirilir.