“Dumlupınar Önlerinde / Mehmetçikden Sor Meydanı!”

Abone Ol

Zafer ayının son günlerindeyiz.

Bir tarafta Malazgirt, diğer tarafta Çaldıran. Bir tarafta Mercidabık, diğer tarafta Mohaç. Bir tarafta Anafartalar, diğer tarafta Dumlupınar… Mürüvvet üstüne mürüvvet...

19 Mayıs 1919’dan başlatanlarla buna karşı çıkanların yanlışları yüzünden 30 Ağustos’u adam gibi idrâk edemiyoruz.

Eskiden solcular için Çanakkale ve Malazgirt faşistlerin; yâni Türk milliyetçilerinin kutladığı zaferlerdi. Millî Görüşçüler de solculardan farklı değillerdi. Kavmiyetçilik korkusuyla Osmanlı’dan evveline gidemezlerdi. Çok şükür, faşist (!) Türk milliyetçileri, Malazgirt’i de Çanakkale’yi de herkese öğrettiler.

Bir kısım yazarlar, okullarda öğretilen resmî tarihi suçluyorlar. Bu yüzden Malazgirt’i yeni öğreniyorlarmış. Anam babam biz de aynı resmî târihi okuduk ama Malazgirt’i öğrendik.

Malazgirt anlaşılmadan Çanakkale ve Dumlupınar anlaşılamaz. Haçlılara Anadolu’yu dar ettiğimiz zaferleri, “Türkiye laiktir laik kalacak!” diye kutlamak yanlıştır. İstiklâl Harbi, laiklik savaşı mıydı? İzmir’i, Urfa’yı, Anteb’i, Maraş’ı, Haçlılar mı istilâ ettiler dindarlar mı?

Anadolu’ya, tekbir sesleriyle girdik. Çanakkale’yi, tekbir sesleriyle savunduk. Dumlupınar’da, düşmanı tekbir sesleriyle cehenneme gönderdik

Nihad Sâmi Banarlı, 1958 senesinde kaleme aldığı bir makâlesinde şöyle diyor:

“Şehîd kelimesinin hafifçe uzayan “i” harfi ve sonunun “d” ile biten yumuşaklığı, vatan ve îman yolunda ölüme koşanların, ölüme bir güzellik, bir yücelik ve bir yumuşaklık verenlerin mâcerasına uygundu. Biz, yeni yazıda bu kelimeyi kısa ve sert bir hit hecesiyle bitirerek bir yanlış daha yaptık; bu derin ve mânâlı yumuşaklığı katılaştırdık. Bu yüzden t ile biten şehîdliğin ne olduğunu, nasıl olduğunu eski şehîdlerimiz pek bilemezler.“

Banarlı’nın bu fikrine, cihad kelimesini de eklemek istiyorum. Evet cihad kelimesini “at” ile bitirerek ondaki derin ve mânâlı yumuşaklığı katılaştırdık. Bizim katılaştırdığımız yetmezmiş gibi elin oğlu daha da ileri giderek cihad ile terörü bir göstermeyi başardı. İslâm adına terör estiren ne idüğü belirsiz oluşumların katliamlarını cihad olarak görmek ve göstermek, İslâm’ın cihad rûhuna vurulan en büyük darbedir.

Zaferler ayı demek, aynı zamanda şehîdler ayı demektir. Kara toprağa bir gül bahçesine girer gibi giren, cihad etmeyi zevk hâline getiren ecdâdımız olmasaydı, Ağustos, zafer ayı olabilir miydi? Malazgirt Meydan Muhârebesi’nden Başkomutanlık Meydan Muhârebesi’ne kadar bütün savaşlar, “cihad ve şehîd” kelimesine yüklenen ulvî mânâlar sâyesinde kazanıldı.

Rüzgârları dâhî, “zafer zafer” diye esen o çağlarda, tuğlar kalkar; atlar dizginlenir; meydan, küffâra dar edilirdi. Malazgirt’den itibaren meydanlarda kazanılan zaferlerle bu toprakları yurt edindik.

Rahmetli Niyâzi Yıldırım Gençoşmanoğlu’nun,

Başbuğlar tuğ kaldıranda,

Atlar dizgin dolduranda,

Malazgirt'te, Çaldıran'da

Sakarya'da gör meydanı.

dediği gibi, görülecek meydanlardı. Sultanlar ordusuyla birlikde cihâd eder; şehâdet şerbeti içmeyi arzulardı.

TÜRK BİRLİĞİ DE İSLÂM BİRLİĞİ DE AĞUSTOS AYINDA KURULDU

Ecdâdımız, sâdece küffara karşı savaşmadı. Yeri geldiğinde, fitne çıkararak küffârın ekmeğine yağ süren devletlerle de cihad etti. Hem Anadolu’da birliği sağlamak hem de İslâm’a yönelen fitnelere son vermek isteyen Yavuz Sultan Selim Han, sekiz yıllık saltanatında yönünü doğuya ve güneye çevirdi. Dedesi Fatih Sultan Mehmed Han’ın, 11 Ağustos 1473’de Otlukbeli’nde, Akkoyunlu Sultanı Uzun Hasan’a verdiği derse devâm etti. Önce 23 Ağustos 1514’de, Çaldıran Meydan Savaşı’nda Safevî Devleti’ni mağlûb ederek Anadolu’daki şia fitnesine sonverdi; sonra 24 Ağustos 1516’da Mercidabık’da Memlük Devleti’ni yenerek İslâm birliğini sağladı. Ridâniye savaşından sonra (1517) hilâfeti devraldı. Osmanlı topraklarını üç katına çıkardı.

ÇOCUKLAR GİBİ ŞEN ATLILAR

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik

Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik

Yahyâ Kemâl, 29 Ağustos 1526’da yapılan Mohaç Meydan Savaşı’nı böyle anlatıyor. Çocuklar gibi şen olmayı, şâir abartması zannetmeyin. Eskiden akıncılar, sefer zamanı gelince, “Kızıl Elma’ya hey Kızıl Elma’ya!“ nârâları atarak at sürerlermiş. Düğüne gider gibi giderlermiş. Kırk altı yıllık ömrünün büyük bir kısmı at üstünde ve savaş meydanlarında geçen Kânûnî Sultan Süleyman Han, zaferden zafere koştu. Bunlardan birisi de 29 Ağustos 1526 günü birkaç saat içinde kazanılan Mohaç Meydan Savaşı’ydı. Haçlı ordusu darmadağın oldu. Macaristan, Osmanlı topraklarına katıldı. Târihin gördüğü en kısa süren meydan savaşıdır.

l. ANAFARTALAR ZAFERİ

Dön ardına bir bak hele

Hatırına neler gele...

Dar boğazda Çanakkale,

Târihin en zor meydanı!

Birinci Cihan Harbi’nden yenik çıktığı kabûl edilen Osmanlı ordusu, özellikle Çanakkale cephesinde büyük bir zafer kazandı. 18 Mart 1915’de Çanakkale Boğazı’nı geçemeyen Haçlı orduları, bütün güçleriyle kara savaşlarına yüklendi. Burada da hiç ummadığı bir direnişle karşılaştı. 9 Ağustos 1915’de Anafartalar savaşını kaybeden İngiliz Komutan Sır Hamilton, İngiliz Savaş Bakanı Kitchener’e çektiği telgrafta şöyle diyordu:

“Dün sabah Ece Limanı’ndan Büyük Anafarta’ya kadar olan bölgeyi zapt edemeyişimize yeterli bir neden bulamamaktayım.” Onların bulamadığı nedeni, Mehmet Âkif iyi biliyordu:

Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler

Ne çelik tabyalar ister ne siner hasmından

Alınır kal’a mı göğsündeki kat kat îman?

VE DUMLUPINAR MEYDANI...

Bak neler var dünlerinde

Acı, tatlı günlerinde

Dumlupınar önlerinde

Mehmetçikten sor meydanı.

Haçlı devletleri, Osmanlı Devleti’ni Avrupa’dan silmek için asırlarca mücâdele ettiler. Viyana’da durdurulduk. Sonra geri çekilmeye başladık. Üzerimizde büyük oyunlar oynandı. Hem içeriden hem dışarıdan. Balkanları kaybettik. Birinci Cihan Harbi sonrası topraklarımız istilâ edildi. Mustafa Kemâl ve silah arkadaşlarının liderliğinde Anadolu’da bir fırtına koptu.

Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi

Senin uğrunda ölen ordu, budur yâ Rabbi

Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın

Gâlib et; çünkü bu son ordusudur İslâm’ın (Yahyâ Kemâl)

26 Ağustos 1071’de Anadolu kapılarından girenlerin torunları, yaklaşık bin yıl sonra, 30 Ağustos 1922’de dedeleri gibi cihad edip şehâdet şerbeti içerek, “Anadolu bizim!” dediler. Aziz ruhları, bizimle berâberdir. Hepsini rahmetle anıyoruz.

Dökülecek kanımız, verecek şehidimiz oldukça Anadolu bizimdir! Biz izin vermedikçe kimse alamaz!

Git danış büyük ceddine,

Sor doğuda Çin seddine,

Girmek kimlerin haddine

Sen açmazsan bir meydanı!