Tıbbın nihai hedefi hastalıksız bir dünya yaratmaktır. Kulağa hoş geliyor değil mi? Ama dikkat. Üzerinde biraz düşününce bu ideal hedeften vazgeçme noktasına da gelebilirsiniz.

Peki tıp dünyası bu nihai hedefinde hangi noktada? Enfeksiyona yol açan virüs ve bakterilerle mücadelede hayli ilerleme sağlandığı söyleyebilir miyiz örneğin? Şüphesiz bu alanda büyük yol alındı anca sürekli olarak yenileri de ortaya çıkıyor: SARS, HIV, Ebola, Zika...Bir an tıbbın hepsinin üstesinden geldiğini varsayalım.

Buna gen araştırmaları sayesinde genetik hastalıkların da kökünün kazındığını ekleyelim.

İnsanoğlunun yaşam süresi sürekli olarak uzuyor. Ama nihayetinde herkes ölüyor. 100 yaşını devirmiş yaşlılar öldüğünde yapılan otopsilerin sonuçları, bu ölümlerin yüzde 70’inde ölüm nedeni olarak kalp gibi organların işlevlerini yapamaz hale gelmelerini gösteriyor.

‘Her ne kadar kayıtlara ‘yaşlılığa bağlı normal ölüm’ olarak geçse de bu da bir hastalık sayılıyor’ diyor Kaliforniya’da yaşlılık üzerine araştırmalar yapan SENS Merkezi’nin direktörü Aubrey de Grey.

Aslında önümüzdeki yıllar içinde kök hücre tedavileri ve doku mühendisliği ile organ yetmezliği gibi sorunların da üstesinden gelinecek.

Ancak bu kez de yepyeni sorunlarla boğuşmaya başlayacak dünya. Örneğin ölüme meydan okuyan yaşlı nüfusta yaşanacak patlama zaten sınırlarını zorlayan yaşlı gezegenimizin üzerindeki yükü daha da arttıracak.

Devlet yönetimi tarafına bakıldığında emekli maaşları da ödeme zorluğu başlıyor. Çünkü yaşlı nüfusun emeklilik ücret, genç ve yetişkin nüfustan alınan primlerle ödeniyor. Haliyle yaşlı nüfusu artan devletler ya iflas eder yada emekli maaşlarını ödeyemezler.

Yaşlı nüfusun artması ilerledi ve  bu yüzden yapay zeka ve robotlara duyulan ihtiyacı daha da tetiklemektedir.

İlginizi çekebilir: Gelecek zamanda Yapay zeka insanlık için ne kadar tehlikeli olabilir?

Örnek olarak nüfusu yaşlanan İsveç’de neler olur?

Şikago Üniversitesi’nden Yaşlanma Ekonomisi ve Demografisi Merkezi’nden Leonid Gavrilov İsveç’de yaşlılığa bağlı hastalıkların tamamen ortadan kalktığı varsayımından yola çıkarak bir modelleme yapmış.

Buna göre İsveç’te ortalama yaşam süresi erkeklerde 134, kadınlarda ise 180 yaşına kadar uzuyor.

Gavrilov o yüzyılda İsveç nüfusunun da 9.1 milyondan 11 milyona çıkacağını öngörüyor. Yani yüzde 22 oranında bir artış söz konusu. Gavrilov’un hesabı iki varsayıma dayanıyor. İlki çiftlerin çocuk sayısının 2’nın altında olması. Diğeri ise kadınların 50 yaşından sonra çocuk doğurmamaları.

Sonuç olarak hastalığa bağlı ölümlerin olmayacağı bir dünyada nüfusun dizginlememeyeceği gerçeği ile karşı karşıyayız.

Tabii radikal çözümler gündeme gelebilir. Nüfus planlaması adına kaçık çözümler de görülebilir. Örneğin intihar ve ötenazi daha kabul edilebilir bir ‘yaşamı sona erdirme yöntemine’ dönüşebilir.

Ya da insanlar kendi ‘yaşam sürelerini uzatma teknolojilerine erişim’ karşılığında çocuk sahibi olma haklarından vazgeçebilirler.

1976’ların meşhur filmi Logan’in Kaçışı, insanların en fazla 30 yaşlarına kadar yaşamalarına izin verilen, 23. yüzyılda geçen bir ütopyayı anlatır. Filmdeki benzeri bir nesil temizliği ihtimalinden söz etmiyoruz tabii ki.

Ancak olabilecek en kötü senaryoyu İngiltere’de Manschester Üniversitesi’nde Bilim Etik ve İnovasyon Enstitüsü’nden John Harris şöyle açıklıyor: Yaşlılar gücü ve iktidarı mümkün olabildiğince uzun tutmaya meyilli oldukları için gençlere yaşam şansı vermeyebilir.

Bu kadar karamsarlıktan sonra şimdi size iyi bir haber: Hastalığa bağlı ölümlerin kökünün kazınması öyle birden olacak bir şey değil. Beraberinde bir adaptasyon sürecini de getiriyor. Etkili bir aşının geliştirilmesine kadar geçen sürede her yıl o hastalıktan milyonlarca insan yaşamını kaybediyor.

Tüberküloz, sıtma, AIDS ve kanser hâlâ milyonları öldürmeyi sürdürüyor. İşin bir de ekonomik boyutu var. Harris “Eğer özellikle en yoksul ülkelerde insanlar sağlıklı olarak uzun yaşamaya başlarlarsa yoksulluk çok daha artar” diye de ekliyor.

Editör: TE Bilişim