Bugün, uluslararası toplumda meydana gelen karmaşık süreçlerin arka planında kültürel kimlik konusuna ilgi giderek artıyor.

Halkların, etnik ve dini grupların kültürel kimliğine ve kültürel çeşitliliğe saygı duyma, diğer kültürlerin taşıyıcılarına karşı hoşgörüyü, azınlık haklarına saygıyı benimseme, kültürel miras alanlarını muhafaza etme ve koruma, kültürlerarası diyalogu ve geleneksel halk sanatları ve kültürlerini destekleme gerekliliği kavramı bir büyüme ve gelişme kaydediyor.

Farklı ülke ve halkların kültürleri arasındaki yakınlaşma ve kültürel alışveriş artıyor.

İletişimdeki devrim sayesinde insanlar birbirlerini daha çok tanıyorlar. Uluslararası kuruluşlar -BM, UNESCO, Arap Birliği, İslam İşbirliği Teşkilatı, ISESCO, Amerikan Devletleri Örgütü ve diğerleri- bunun için çok şey yapıyor.

Bu yönde çalışan çok sayıda önemli girişim ve uluslararası proje var. Ortadoğu ülkelerinin katıldığı ve desteklediği BM çerçevesinde yürütülen Medeniyetler İttifakı bunlara örnek olarak verilebilir.

Uluslararası Valdai Diyalog Kulübü'nün bilimsel direktörü Fyodor Lukyanov ile röportajında tanınmış Arap politikacı, diplomat ve kültürel figür Gassan Selame, ortak Arap kültürü ve sanatı pazarından bahsetti ve bu pazar sayesinde örneğin bugün Lübnan'da ünlenen yeni bir şarkıcının iki hafta içinde Fas'ta da ünlü olabileceğini söyledi.

Kitap ve yayıncılık alanında da aynı şekilde iyi bilinen ve bütünleşik bir pazarın olduğunu anlattı.

Bu arada yeni kitabımın kısa bir süre önce Arapçaya çevrilip Suudi Arabistan'da yayımlanması -özellikle de çok okunduğu için- beni mutlu etti.

Abu Dabi, Şarika ve Riyad kitap fuarları, kültürel alışveriş için en güçlü araçlar arasında bulunuyor. Kasım ayı başlarında Şarika kitap fuarını ziyaret edebilmeyi umuyorum.

Bize gelince, Rusya'da, özellikle toplumumuzda artan bir ilginin arka planında, şimdi Arap dili ve edebiyatı çalışmalarını geliştirmek için çok şey yapıyoruz.

Arap ülkelerinden ve özellikle de BAE'den meslektaşlarımız, bu çalışmaları yaymamıza aktif olarak yardımcı oluyorlar.

Öte yandan dünyada hoşgörüsüzlük ve ayrımcılık (haklarından yoksun bırakılan Filistinlilerin durumunu hatırlatmak yeterli), kültürel değerlere saygısızlık, etnik ve dini azınlıkların haklarının ihlali, bazı devlet veya kuruluşların evrensel olduğu gerekçesiyle değerlerini başkalarına aşırı kitlesel şiddet kullanmak dahil çeşitli yollarla dayattığı halen gözlemleniyor.

Bazı ülkeler için insan hakları, evlat edinmek ve reşit olmayanları cinsiyet değiştirmeye ikna etmek dahil olmak üzere LGBT topluluklarına sınırsız özgürlük sunmakla sınırlı, gelgelim bu, başka kültürel değerleri benimseyen bazı ülkeler tarafından kabul edilemez.

Batılı oyuncuların neoliberal değerler dahil olmak üzere kendi değerlerini aşılamaya yönelik tüm girişimleri ve IŞİD, el-Kaide vb. bölgesel aktörlerin sahte İslami değerleri aşılamaya ve İslam'ın derin insani özünü tahrif etmeye yönelik tüm girişimleri başarısız oldu.

Aynı zamanda, her eğilimden şiddet yanlıları, insanların etine kemiğine işlemiş kültür ve medeniyet kurallarını çiğnemek için ne kadar çabalarlarsa çabalasınlar sonuç hep aynı kalacaktır; başarısızlık.

Çünkü bu durumda, insan güvenliğinin bir aracı, halkların ve ulusların hayatta kalmasının bir garantisi olan kimliğin korunmasından bahsediyoruz.

Bu kimliği ihlal etmeye yönelik herhangi bir girişim, halkın güçlü bir karşı çıkışı ile karşılaşacaktır.

Kimlikten bahsederken, kültürel mirasın korunması konusu önemli bir rol oynamaktadır.

Ortadoğu'nun kadim medeniyetlerinin paha biçilmez mimari ve sanat eserlerinin, IŞİD'li barbarlar tarafından gerçekleştirilen kıyımlar döneminde maruz kaldığı onarılamaz kayıpları hatırlayalım.

Irak'ta Hatra Antik Kenti ya da Suriye'de Palmira Antik Kenti'nin maruz kaldığı yıkımdan bahsetmek yeterli. Bu barbarların planları arasında Mısır piramitlerini yıkmak da vardı.

Ayrıca yıkılan camiler dahil İslam mimarisinin ve sanatının görkemli anıtları bile onların barbarlıklarından kurtulamadı.

Bugün Arap ülkelerindeki hükümetler, sanat koruyucuları ve aydınlar, kökleri tarih öncesi çağlara dayanan Ortadoğu'nun kültürel mirasını korumak için büyük çaba sarf ediyor.

Arap kültürünün tarihi başarılarına hayran olan Arap dünyasının dostları, Arap ulusal kimliğinin Arapların yüzyıllardır birlikte yaşadıkları bölge medeniyetlerinin en iyi unsurlarını özümsediğini düşünüyorlar.

Arap edebiyatına aşina olanlar ve Arap ülkelerini ziyaret edenler, sakinlerinin tarihi hafızasının gücünü ve zenginliğini, tarihlerinden duydukları gururun boyutunu hissedebilirler.

Bu nedenle günümüzde örneğin Arap Körfezi ülkeleri, Mısır, Suriye ve Irak'tan arkeologların çalışmaları önem kazanıyor, dünyadaki tüm uzmanların dikkatini çekiyor.

Aynı durum artık dünyanın en iyileri arasında yer alan Arap müzeleri hatta tiyatroları için de geçerli.

IŞİD militanlarının taşıdıkları terör umarız onlarla birlikte tarihe karışır. Ancak, 6'ıncı yüzyılda Afganistan'ın Bamyan Vadisi'ndeki Budist mabetler kompleksi içerisinde inşa edilen, geç Helenizm'in etkisi altında şekillenen eski Gandhara Krallığı'nın Hint sanatıyla ilişkilendirilen iki ünlü dev Buda heykelinin (55 ve 37 metre) hikayesini de hatırlatalım.

Bilindiği gibi 28 Şubat 2001'de Molla Muhammed Ömer'in emriyle Taliban liderleri bu iki heykeli, pagan ibadeti için bir destinasyon oluşturdukları bahanesiyle imha ettiler.

Bu, Müslüman dünyası ülkeleri (örneğin Pakistan) dahil olmak üzere tüm uluslararası toplum tarafından eleştirildi.

Hindistan Dışişleri Bakanlığı, bu eylemi "sadece Afgan halkının değil, tüm insanlığın kültürel mirasına yönelik bir saldırı" olarak nitelendirdi.

Bugün yeni Taliban hükümetini yakından takip ederken, onunla iletişim kurarken ve hareketin liderlerinin açıklamalarını karşılaştırarak son 20 yılda değişip değişmediklerini, değiştilerse ne ölçüde değiştiklerini tartışırken çok az insan bu hikayeyi hatırlıyor.  

Ama heykeller hala yerlerinde olsaydılar, Taliban onları bugün de yok eder miydi?

Bu, herkes için rahatsız edici bir soru.

Editör: TE Bilişim