Yeni Akit yazarı Hüseyin Öztürk, geçtiğimiz günlerde bir teklifte bulundu. Gelibolu Yarımadası’nda, Kilitbahir ile Eceabat arasındaki Çanakkale Boğazı’na bakan tepenin üzerinde, Mehmedçiğimizin resminin yanındaki, “Dur yolcu! Bilmeden gelip bastığın bu toprak, bir devrin battığı yerdir” dizeleri kaldırılsınmış.

Pek çoğumuz, bu şiirin Mehmed Âkif’e âit olduğunu ve Çanakkale Savaşı üzerine yazıldığını sanıyormuşuz. Sanmakla da kalmayıp konferanslarda, derslerde anlatıyormuşuz. Şiir, Necmeddin Halil Onan’a âitmiş ve İstiklâl Savaşımız üzerine yazılmış. Ayrıca Çanakkale’de bir devir batmamış; yedi düvele karşı zafer kazanılmış. O şiir, oraya, 27 Mayıs darbecileri tarafından nakşedilmiş ve “Bir devrin battığı yer” derken İstiklâl Savaşımızın kazanılması değil, Devlet-i Aliyye’nin batışı kastediliyormuş.

Pes vallâhi! Bugüne kadar, okudukça tüylerimi diken diken eden bu şiirin Devlet-i Aliyye düşmanı olduğunu nasıl da anlayamadım? Hele şiirin Mehmed Âkif’in zannedilmesine ne demeli?

Demek ki her önüne gelen, beğenmediği veya ideolojisine uygun bulmadığı kitâbelerin kaldırılmasını teklif edecek.

Çanakkale sırtlarında yazılı olan dizelerin şâiri Necmeddin Halil Onan, Edebiyat Fakültesi’nde Fuat Köprülü’den, Yahyâ Kemal’den ders alan milliyetçi vatansever bir Türktür.

Şiirin tamâmında batanın ne olduğu anlaşıldığı hâlde bunu Osmanlı düşmanlığı olarak görmek nasıl bir cehâlettir? Hele de şu kıt’ayı okuyunca:

Bu tümsek, koparken büyük zelzele,

Son vatan parçası geçerken ele,

Mehmed’in düşmanı boğduğu sele,

Mübârek kanını kattığı yerdir.

Tesâdüf mü tevâfuk mu bilmem, “Dur yolcu..” ile başlayan dizelerin Çanakkale sırtlarına nakşedilmesi, çok isâbetli bir karardır. Belki de 1960 yılında Üsteğmen Turan Şekip Pınar, bölgedeki haçlı mezarlarının ihtişamı, bizim şehidliklerimizin garibanlığı karşısında bu karârı aldı.

Mondros Mütârekesi’nden sonra İngiliz ve Fransızlar, Gelibolu Yarımadası’ndaki mezarlarını ihyâ ederek âbideler dikmeye başladılar. Bu durum, maalesef Cumhuriyet’in ilânından sonra da devam etti. Âdeta Çanakkale’yi ölüleriyle sâhipleniyorlardı.

1932’de Türkiye’de gösterime giren ilk Çanakkale filmi Tell England’ın son sahnesinde bir mezarın üzerindeki haçta şöyle yazıyor:

"Tell England ye who pass this monument, that we died for her and here we rest content."

Tıpkı Termofil’deki kitâbede Sparta askerinin oradan geçen yolcuya seslenip, “Sparta için öldüklerini” anlatmasını istediği gibi, Çanakkale’de ölen İngiliz askeri de oradan geçen yolcuya seslenerek, “İngiltere için öldüklerini ve beklediklerini” İngiltere’ye anlatmasını istiyor.

İlginç değil mi? Geçemedikleri, battıkları yerde mezarlarının olmasıyla övünüyorlar. Bir ideâl için savaştıklarının bilinmesini istiyorlar.

Bunların en büyük ideâli, antik Yunan medeniyetini ihyâ etmekti. Bu ideal, 1915’de Boğaz’ın sularına battı.

Yahyâ Kemal, eski Yunan medeniyetine ve edebiyatına vâkıftı. Muhtemelen Necmeddin H. Onan da öyleydi ve Helenizm aşkına Anadolu’yu işgâle gelip batanlara kuvvetli bir cevap için “Dur Yolcu!” diye seslenmeyi tercih etti.

Dolayısıyla bu şiirin Çanakkale sırtlarına nakşedilmesi, çok isâbetli olmuştur.

Ayrıca bu memleketin bütün askerleri, darbeci değil. Eğer Türk ordusu, bağrında has evlatlarını barındırmasa hâlimiz nice olurdu?

“Dur yolcu” şiirini Mehmet Âkif’in yazdığını zanneden Hüseyin Öztürk gibilerin, ilk yerli Çanakkale filmini 1960 darbesinden sonra Nusret Eraslan adında bir subayın çektiğini bildiklerini sanmıyorum. Film, Mehmed Âkif’in Çanakkale şiiriyle başlıyor ve son sahnede Tell England filminin son sahnesine cevap veriyor. Çanakkale sırtlarına dizilen askerlerimiz, defolup giden düşmana bakarken bayrağımız dalgalanıyor. Fonda ise şu dizeler okunuyor.

"Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır

Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır”

Bilmem yeterli mi?

……..

Çanakkale’ye ilk defa bir okul gezisi sebebiyle 1987’de gittim. Şafak Âyini’nin kutsandığı; 25 Nisan çıkarmasının yapıldığı koya, “Anzak Koyu” adının verildiği yıllardı.

Bir üsteğmenin eşliğinde Yarımada’yı dolaştık. Nihâyet bir şehidimizin bakımsız kabri başında durduk. Hepimize bir garibanlık çökmüştü.

Üsteğmen, târih öğrencilerinin Çanakkale’den bilinçli dönmelerini istemiş olmalı ki şöyle bir soru sordu:

“Yabancıların mezarlarını da bizim şehidliklerimizi de gördünüz. Ne düşünüyorsunuz?”

Bir arkadaşımız, aklımızdan geçenlere tercüman oldu. Üsteğmen, orada, ayak üzeri bir târih dersi verdi. Sanki Çanakkale sırtlarındaki dizeleri, kafamıza ve kalbimize nakşetti.

Teşekkürler Osman Gâzi Kandemir Paşam! O târih dersini, hiç unutmadım.