Korkusuz yazarı Can Ataklı'nın "Üniversite değil sanki Nazi Kamp" Başlıklı yazısından ilgili kısım şu şekilde:

İstanbul Teknik Üniversitesi Türkiye’nin en eski, en köklü üniversitelerinden biri.

Kuruluşu 1773 yılında.

Şu an 36 bin 442 öğrencinin eğitim aldığı İTÜ’den bugüne kadar 250 binden fazla kişi mezun olmuş.

5 ayrı kampüste faaliyet gösteren İTÜ’nün en yeni ve modern tesisleri Maslak’ta.

Ancak Maslak kampüsü bir haftadır garip bir kargaşa yaşıyor.

Çünkü rektörlük, kampüs içinde yer alan İTÜ vakıflarına ait okulların ve Arı Teknokent çalışanları ile buralardan hizmet alanların giriş çıkışlarını sadece tek kapıdan yapabileceklerine karar verdi.

İTÜ Maslak kampüsü çok büyük bir alana yayılıyor ve 5 ayrı giriş kapısı var.

İTÜ vakıf okullarında okuyan 1500’ün üzerinde öğrenci var.

Korona nedeniyle çok sayıda veli çocuklarını okula servisle değil kendi özel araçlarıyla getiriyor.

Ayrıca Arı Teknokent’te pek çok firma hizmet alıyor ve her gün binlerce kişi buraya girip çıkıyor.

Böyle bir kalabalığın sadece bir kapıdan girmesine izin edilmesi bir kaosa neden olmuş.

Üstelik bu kaos kampüs içiyle sınırla da değil.

Yüzlerce kişi araçlarıyla sadece bir kapıya yığılınca çevre trafiği de olumsuz etkilenmiş.

Peki nedir sorun?

Konuyu değişik görüşteki kişilere sordum.

İzlenimlerimi aktarayım;

İTÜ vakıf okulları ve Arı Teknokent 20 yıldır bu kampüsün içinde ve bugüne kadar kampus içinde dolaşım konusunda bir sorun yaşanmamış.

Ancak yeni rektör bu kurumları kampüsten çıkarmak istiyormuş.

Benim anladığım kadarıyla İTÜ’nün rektörü “yeni tip” rektörlerden biri.

Yani bu makamı kendi akademik niteliği ve gücü ile değil, iktidarın gücüyle elde etmiş rektörlerden.

Bu tip rektörlerin “üniversite özerkliği, bilimsel bağımsızlık, bilim ve araştırma merkezi olma” gibi kaygıları yok.

Bu tür rektörler üniversiteleri, bilimsel merkezler olarak değil, disiplin altında tutulan “yüksek liseler” gibi görüyorlar.

Bu nedenle “güvenlikçi” anlayışları ön plana çıkıyor.

Önemli olan üniversitede gençlerin iktidara yönelik hiçbir eylem yapmamaları, üniversite içinden aykırı ses çıkmaması, iktidarın arzuladığı bir gençlik yaratılması.

Bu nedenle şimdi İTÜ’nün de olduğu gibi artık neredeyse bütün üniversiteler özgür alanlar olmaktan çıkarıldı ve birer Nazi Kampı’na dönüştürüldü.

İTÜ Maslak kampüsünde kapılarda çok sıkı güvenlik uygulandığı gibi kampüs içinde de çeşitli yerlerde bariyerler ve turnikeler var.

Bu bariyer ve turnikelerden sadece “rektör izinli kişiler” yararlanabiliyor.

Vakıf okullarındaki öğrenci, öğretmen,  çalışan ve velilerle Arı Teknokent’ten hizmet alanlar kampüse tek kapıdan girebildikleri gibi kampüs içindeki bariyerleri de aşamıyorlar.

Örneğin vakıf yönetim binası ile okul binaları kampüsün farklı yerlerinde.

Bu nedenle yöneticiler vakıf binasından okullara gidebilmek için önce kampüsten dışarı çıkıp sonra bir başka kapıdan girmek zorunda bırakılıyor.

İTÜ mezunlarının kurduğu vakıflar, bunların açtığı ilk, orta, lise düzeyindeki okullar, Teknokent gibi firmalara teknolojik destek veren kurumlar bu tür rektörlerin zihniyetine pek uymuyorlar.

İTÜ vakıfları laik, Atatürkçü çizgide bilim, kültür ve eğitimi ana unsur kabul etmiş nitelikte kurumlar.

İTÜ’nün rektörünün de içinde olduğu yeni tip rektörlerin kabullenemeyeceği bir durum bu.

Tabi rektör ve iktidarın atadığı yöneticiler bunu açıkça dile getiremiyor, o kadar cesaretleri yok henüz, bunun yerine vakıf okullarının ve Teknokent’in ticari kuruluş olduğunu, oysa İTÜ’nün parasız eğitim verdiğini ileri sürerek hep kamuoyunu yanıltmaya çalışıyor.

Sonuç şu; Bu iktidar üniversite kavramını yerle bir etti. 1773’de kurulan İTÜ de başına konan siyasal İslamcı bir rektör eliyle bundan payını fazlasıyla alıyor.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

Vah zavallı sadece 62 bin liracık alıyormuş meğer

Tarım Kredi Kooperatifleri hep vardı da AKP genel başkanı “Buranın fiyatları gayet makul, bunlardan 1000 tane daha açacağım” deyince birden projektörler üzerine tutuldu.

Erdoğan”ın “makul” dediği fiyatların aslında hiç de “makul olmadığı”, fahiş fiyat uyguladıkları söylenen diğer marketlerde fiyatların Tarım Kredi kooperatifi marketlerinden daha uygun olduğu ortaya çıktı öncelikle.

Hesapta tamamen çiftçilerin ortaklığı ile kurulan bu kooperatifte genel müdürlük yapan Fahrettin Poyraz’ın da “makul bir maaş” almadığı anlaşıldı.

Bir “kendini bilmez! gazeteci” Fahrettin Poyraz’ın 180 bin lira maaş aldığını ileri sürdü.

Neyse saray yazarlarından Fuat Uğur, meseleye el attı ve gerçeği ortaya çıkardı.

Meğerse Fahrettin Poyraz, sadece 62 bin lira maaş alıyormuş, gerisi yalanmış, iftiraymış.

Saray yazarı Fuat Uğur da kızmış yalan habere “doğrusu bu” diyor.

Efendiler; kendinize gelin.

Ne oluyorsunuz yahu?

180 bin lira değilmiş de 62 bin liraymış.

Yahu dalga mı geçiyorsunuz.

Bu ülkede asgari ücret 2 bin 800 ortalama ücret 6-7 bin lira.

Hiç kimsede utanma arlanma kalmadı mı da sanki iyi bir şeymiş gibi “Yok canım alınan maaş 180 bin değil, sadece 62 bin liracık” diyebiliyorsunuz?

KOMİK

Önce Vatan ama nohut Meksika’dan

Ben markaya taktım.

Nohut satıyor her kimse.

Markasının adını “Önce Vatan” koymuş.

Biri bu ismi kendine marka yapıyorsa çok milliyetçidir değil mi?

Ben de öyle düşündüm.

Ama satılan nohutun nereden geldiğine bakınca içim bir tuhaf oldu.

Marka Önce Vatan ama nohut Meksika’dan.

Oldu mu şimdi?

Editör: TE Bilişim