Bu ülkede her siyasi mahallenin muhayyel bir dava mottosu vardır.  Eni boyu, arkası önü bilinmeyen ve esasen akılla izah edilmesi de gerekmeyen bir dava. Kürsülerde, meydanlarda, nutuklarda sözün efendisi ama gerçekte ne olduğu açık edilmeyen bir dava. Kaf Dağı ardına uzanan, okyanus ötesine meydan okuyan, ecdadı cilalayan, menkıbeye meftun ama insan ve toplum olarak günlük yaşama ilgisiz bir ulvi dava. Palavrası bol hakikati kıt avcı hikayesi gibi. Hatıralara yaslanmışların hiç bitmeyen sermayesi.

Oysa bu topraklarda halkın zihnine kök salmış en hakiki dava ekmek davasıdır. Anneler daha çocukken “ekmekle ye” diye uyarır. Çünkü yoksul sofralar için yemeğin hiçbir zaman yetmediğini bilir. Yoksullar ekmek parası için çalışır, bu yüzdendir ki hayat mücadelesinin adı ekmek kavgasıdır. Şimdilerde üniversite okuduğu halde işsiz olan çocuğun büyümesine eli ekmek tuttu der. Ona göre adam olmak eve ekmek götürmektir. Ekmeğe hürmeti öğütler ve kimsenin ekmeğine el uzatma der. Hasılı ekmek, işçilerin, emekçilerin, yoksulların hayatının hem hakikati hem de davasıdır.


Kutsal dava nutuklarıyla gelinen iktidar bunun farkında. İsraf ve yolsuzluk ekonomisinin dayadığı duvarda, doğalgazdan elektriğe, benzinden kâğıda, yani iğneden ipliğe kadar zam yaparken düşünmez. Lakin ekmek söz konusu olduğunda anında devreye girip, müdahale ediyor, ekmek zamlarını durdurmaya çalışıyor. Kiraya, yakıta, ete, süte gelen zammı bir tür tevekkülle karşılayan ahalinin ekmeğine zammın sonucunun siyaseten ağır olacağını hesap ediyor. Fırıncıları baskılayıp ekmeğin fiyatına el sürdürmemeye uğraşıyor.


AKP kendisini en başından beri “milletin öz, hakiki temsilcisi” olarak sunuyor. Karşı tarafta ise elitler, vesayetçiler, kalantorlar var. O hep millet adına konuşuyor, millet adına çalışıyor. Hatta milletin değerlerine yabancı olanlarla, elitlerle, kalantorlarla kavga eden ‘’milletin adamı’’ oluyor.  Peki gerçek öyle mi? Değil tabi ki. Dün belki bu iddialarında kısmen de olsa haklı olabilirdi. Ama bugün söylediklerinin tersine, iddialarının yamacına düştü.  Son yıllarda zenginleşen ve fukaralaşan kesimlerin siyasi tercihlerine bakılınca kalantorlar, müteahhitler, zenginler yandaş oldu. Oy veren kesimler ise fakirler.

Derinleşecek devam edeceği ve kısa vadede çıkılamayacağı açıkça anlaşılan ekonomik krizin sebep ve sonuçlarını, geçim derdi, yolsuzluklar ve israf üzerinden anlatmak varken, soyut değere dayalı muhayyel dava söyleminden vazgeçmeyen bir muhalefetin varlığı yoksullar için olduğu için ülkenin geleceği olan gençlik için büyük şanssızlık. Emekçilerin, yoksulların, işçilerin sınıfsal öfkelerini manipüle etme, onların çıkarları adına hareket ediyormuş, onlar adına konuşuyormuş gibi yapma, sınıfsal öfkeyi kültürel alana manipüle edip gerçek çelişkinin üzerini örtmeye yarayan dine ve milliyetçiliğe atıflı bu dava söyleminin yoksulların aleyhine sonuç doğurduğunu anlamak ve anlatmak gerek.

Ham hamasete ve dava eksenli söylemlerinin taşıdığını sandığımız iktidar partisi, son 30 yılda uygulanan halkı yoksullaştırıcı neoliberal politikaların ve ikibinlerin başındaki iki büyük krizin üzerine, dünyadaki ucuz ve bol paranın yardımıyla, yoksul kitleleri kendilerine bağlayacak mekanizmalar kurdu. Borçlanmayla da olsa tüketim kabiliyetlerini artırdı, tüketici kredileri, konut, araç kredileri verdi. Halk nispeten zenginleştiğini sandı, lakin deniz bitti. Artık yurtdışından gelen parayı betona gömerek pastayı büyütmenin ve onun çok küçük bir diliminden yoksullara vererek onları idarenin eşiğinde. Yüklü borç ödemelerine para bulamayan AKP ile tabanını oluşturan yoksullar arasındaki bağlar zayıflıyor, daha da zayıflayacak. Çünkü en alttakilerin krizi iliklerine kadar hissettikleri bir döneme girdik. Artık kolay yoldan borçlanma, tüketme, ev sahibi olma, sosyal yardımlardan yararlanma devri bitiyor. Hayat düne göre çok daha pahalı ve ekmek aslanın ağzında, işsizlik çok yüksek ve daha da yükselecek. Hülasa “ekmek kavgası” artık herkes için çok daha zorlu olacak.


Sosyolojik gerçeklik şu ki, ekonomi alanında yaşanan gelişmeler, insanların siyasal bilinçleri ve tercihleri üzerinde doğrudan etki yapmıyor, kendiliğinden hakikati, gerçekliği gösteremiyor. Çünkü devreye dava dedikleri hayali ideoloji ve bunu besleyen aygıtlar, televizyon, gazete, din, milliyetçilik, hamaset giriyor. Bu noktada soyut davanın etkisizleştirilmesi, somut olan ekmek davasının kitleye ulaşmasında gerçekçi bir siyasi politik fikirle müdahaleye ihtiyaç doğuyor. Bunun da halkın tümünün huzur ve refahını amaçlayan siyasette ahlak, yönetimde adalet ilkeli ve mutlak muteber ağızlarla ifadeli olması zorunluluktur. Aksi halde halk ekmek davasını, siyaset de muhayyel davasını kaybeder.