Uzun süredir yazmıyordum, daha doğrusu yazamıyordum. Bir bıkkınlık, nikbinlik, umutsuzluk sarmıştı benliğimi.
Toplumu değiştirmek ancak radikal devrimlerle gerçekleşir, bizim gibi birkaç yüz entelektüel aydın Türk milliyetçisinin kişisel çabaları sanal medyada yazıp çizerek dertlerini anlatmaları veya uzun yıllardır yalnız muhalif olmanın beyin loblarımıza yüklediği psikoloji ile yılların ancak yükleyebileceği sosyo kültürel değerler manzumesi , milli hars , sosyoloji, felsefi, edebi birikiminden yoksun bir kadın kahraman yaratarak iktidarı yakalama romantizminin acı sonuçlarını benliğinde hissetmenin verdiği ağır bir bezginlik ve yorgunluk.
Zaman zaman bu duygularımı telefon sohbetlerimizde İsmail ile paylaşmıştım.

Her halin bir sonlanması olduğu gibi kendimi sorgulayarak bu bezginlik halinden kurtulabilmek için tekrar yazmaya ama günlük siyasi dedikodu çöplüklerine dalmadan temel sorunlar üzerinde yazmaya karar verdim.

Whatshap ta Habererk yazarlar köşesinde son günlerdeki istişare , meşveret düşüncesi miğferindeki tartışmaları takip ederken
yazar kadrosundan Rubil Gökdemir beyin düşünceleri ve önerileri tam da benim önermek istediğim hususlarla birebir uyuştu.
Ve Osmanlıdan bu güne devlet çarkının dönüşü ve bu dönüşte yapılan hataların nelere sebep olduğunu inceleyen ve bu uygulamaları günümüz uygulamalarıyla kıyaslarken hepinizin “ tarih gerçekten tekerrürmüş günümüzle ne kadar uyuşuyor” deyip şaşıracağınız tespitlerimiz olacak ve çözüm önerilerimizi yazacağız.

Şimdi gelelim esasa ve konumuza girelim yazımıza başlayalım.


Bu başlık devletlerarası hukukun hayata geçirilişindeki asli unsurun özet ifadesidir.
Bağımsızlık nutukları, rest çekmeler , atıp tutmalar,yüksek perdeden konuşmalar hepsi lâgara lugara mavradan başka bir şey değildir

Bu dün de böyle olmuştur bu günde . Bunun ötesinde başka bir şey olması asla mümkün değildir ve olamazda !
Tarihi determinizmin kuralları ve değişmeyen değişmeyecek seyri böyledir.

Gelin dünden bu güne tarihi süreçte hızlı bir beyin fırtınası yolculuğuna çıkarak olayların günümüzle özdeşleşip özdeşleşmediğini kontrol edelim.

Yunanlı tarihçi Svonorostan bir tespitle başlayalım; Osmanlılar,işgal ettikleri ülkelerin ticaretini,zanaatını ve ekonomisini yerli halka bıraktılar.Bu ayrıcalığın bir burjuva sınıfı yaratacağını göremediler. Helenler ticaretle zenginleşerek Batı ile ittifak kurdular, kültürlerini geliştirdiler, bağımsızlığa hazırlandılar.Osmanlılar içinse haraç toplamak güçlü olmak için yeterliydi.

Fatih ve Kanuninin ölümü arasındaki dünyanın en güçlü imparatorluğu döneminde bilim fen ve teknolojiyi en iyi kullanmaları ile ortaya çıkmış Fatih İstanbul'u fethinden bir gün sonra İstanbul Üniversitesini kurmuş -30 Mayıs 1453- Ayasofya bile ondan sonra Camiye çevrilmişti-1 Haziran Cuma 1453-Osmanlının bu altın döneminde medreselerde okullarda fıkıh ve İslâmi eğitim kadar geometri cebir fen astronomi öğretiliyordu

Daha sonraki dönemlerde yazıcı zadelerin hakimiyeti ile tüm bilim ve fen dersleri tedrisattan kalkmış yerine yalnız İslâmi bilgiler ikame edilmiş içtihat kapısı kapatılmış yanlış koyu bir taassup ile İslâm dahi Kurân esaslı değil yozlaştırılıp ilâveler yapılarak öğretilmeye başlanmıştı.
Köprülü Mehmet Paşa gibi bazı akıllı ve bilgiye önem veren devlet adamları bu karanlık taassuba zaman zaman son verseler bile süreç içinde bu karanlık akım devam ede gelmiştir.

Dikkatinizi çekerim, biz bu taassup sürecini yaşarken batı Rönesansı yaşamış Leanorda De Vinci-Mikelanj-Rafael-Donetelli gibi dahilerle bilimde teknikte sanatta müthiş bir gelişme göstermiş daha önemlisi Reform hareketi ve öncüleri Luther ve Calvin’le Vatikan papalık taassubunu kırmış batı insanını kaderci teslimiyetçi bir yapıdan dünyevi arayışlar içine sokan protest bir akım geliştirerek zenginliğin kapitalist ve sömürgeci kolonyalist bir çağın kapısını aralamıştı.

Papalık Vatikan'da cennet arsalarını para ile satarken Vatikan'a yüklü bir para ile gelip arsa talebinde bulunan Luther’e “Bu para ile cennetten kaç arsa istiyorsun diye soran papalık temsilcisine Lutherin dönerek; ben Cehennemi istiyorum demesi üzerine papalık yetkilisinin, sana cehennemin tamamını verdim" demesi üzerine; tamam kabul bende aldım deyip kapı dışında bekleyen halka dönüp; “ Eyy Hıristiyanlar!
Bundan böyle korkmanıza gerek yok , çünkü cehennemi ben satın aldım ve bundan sonra oraya kimseyi sokmayacağım. Şimdi gidin basit ve rahatça ibadetinizi yapın ama dünyevi işlerinize daha fazla vakit ayırın, çalışın ve üretin”

demesi çok meşhur bir hayat dersidir ki bu gün hristiyan dünyasının bu protest hareketinden doğan Protestan ülkeler dünya ekonomisinin en güçlü devletleridir. “ ABD İngiltere,Almanya” gibi

Katolik ve Ortodoks Hıristiyan ülkelerin durumu her ne kadar İslâm ülkelerinden iyiyse de Protestan ülkelerle kıyas dahi edilemezler
Ayrıca Katolik ve Ortodoks Hıristiyan ülkelerin İslâm ülkelerinden iyi olmalarının sebebini yine Protestan ülkelerin ayak izlerini bir nebze takip edip etkileşimlerinden kaynaklanmışlar diye açıklayabiliriz
Kanuni dönemi sonrası 1566 ve yaşanan duraklama dönemi ve gerileme devrinin başlangıç tarihi olan 1699 Karlofça anlaşması
arasındaki 130 yıl ve 1699 sonrası Osmanlı için sosyo ekonomik siyasi idari yapı gelişmecilik anlayışı ve çağın hızlı gelişim ve dönüşümlerine ayak uydurma açısından tam bir sukut u hayal dönemleri olmuş batı ile olan mesafe önce batı lehine kapanmış sonra bizim aleyhimize batı lehine olağanüstü açılmıştır.

16.yüzyıl sonu ve 17.yüzyıl başlarında tüm ıslahat lâyihalarında eskiye dönme Fatih ve Kanuni dönemlerine atıfta bulunulurken 3.Selimden itibaren sunulan ıslahat layihalarında Avrupa’yı örnek alma isteği görülmektedir.

Bu değişim isteğinde öne çıkan husus imparatorluğun Hıristiyan batı karşısında gerilemesinin "Müslüman Türklerin" , Müslüman olmayan Osmanlılar karşısında güçsüz duruma düşmesidir.

Halbuki “ bir zamanlar mazide ne kadar şendik”
Gerek Selçuklu gerek Osmanlı devletleri çağına göre hayli ileriydi. Fransa kralı François Osmanlıdan 2 milyon düka altın , savaş gemisi, at, cephaneyi borç istiyor, İsveç Osmanlıdan borç para istiyor, İngiltere Kraliçesi Elizabeth Osmanlının yün boyama tekniğini öğrenmek için ajanlar gönderiyor Türk işçileri kaçırmak istiyor Kral 8. Henry Kanuni dönemi hukuk sistemini incelemek için İstanbul’a heyetler gönderiyor, Akdeniz adaları ve İtalya açlıktan ölmemek için Türk buğdayına muhtaç oluyorlardı.

Ama gerçek şuydu ki o güçlü yıllar artık geride kalmış, genişleyen imparatorluk toprakları iyi yönetilemez hale gelmişti.
Mülk hükümdardan, emek reayadan,ulema ve asker yönetimde,%10 u kentli %90 ı köylü bir imparatorluk çağın ilerleme hızının çok gerilerinde kalmıştı

Reform ve Rönesans kapitalizm merkantilizm ve sömürgeciliği doğurmuş yeni kıtaları keşfi denizciliğin gelişmesi yepyeni sonuçlar getirmiş
16. yüz yılsonlarında İspanyolların Amerikalı yerlilere kusturduğu altın ve gümüşlerin Osmanlı ülkelerinde yarattığı enflâsyon sadece Sevillâ kentine 181 ton altın ve 17bin ton Amerikan gümüşü yığılmasına sebep olmuştu.
Atlantik'i aşan gemiler dolusu altın ve gümüşler Avrupa da dengeleri değiştiriyor ve Osmanlıyı enflâsyon canavarıyla tanıştırıyor Osmanlı parası ilk kez büyük değer kaybı yaşıyordu.
1584 devalüasyonu ile Osmanlı Akçesi %70 değer kaybedip pul oluyordu.
Artık Osmanlı eski bir Doğulu kervancı Avrupa ise yeni Batılı yelkenci rolünde idiler.

Artık Doğu “Levanten” ticaretinin yeni sahipleri İngilizler ve Hollandalılardı. Osmanlı ise Batıda Alman ve Avusturya Doğuda İran duvarları arasında Akdeniz de sıkışmıştı.
1535 te gücün doruğundayken diplomatik bir hata ile Fransa’ya verilen ilk kapitülasyonları 1580 İngiltere 1598 Hollanda kapitülasyonlarını 1604-1673 kapitülâsyonları izledi. 1740 kapitülâsyonları saray erkanına verilen 47775 altın karşılığı verilmiş bu altınların 1/3 ü nü İstanbul Fransız kolonisi 2/3 ü nü Marsilya Ticaret Odası sağlamıştı
Bundan sonra iç ve dış ticaret Osmanlı vatandaşı gayrı Müslimlere teslim edilmişti.
Öyle ki Osmanlı vatandaşı Rumlar denizlerde 1000 ticaret gemisine sahiptiler.

Buhranın başlamasıyla hazine yönetimi ile devlet memurları arasındaki yozlaşma süreci had safhaya geliyordu.

Artık tren raydan çıkmıştı . Durumu düzeltmek için başlayan devlet müdahaleciliği işleri daha da zorlaştırıyor küçük işletmeler ve ticaret sektöründe sıkıntılar artıyordu.
Merkezi idare para darlığı nedeniyle tımarlı sipahilerin el koyma girişimleri yapınca tepkiler geliyordu.
Neticede vergi ve el koymadan kaçırmak için vakıflaşma yoluna gidiliyor
Tımarların zenginlere devredilmesi sonucu işsiz kalan köylü Celâli oluyor
Haksız ve ağır vergiler karşısında mükellefler tefecilerin eline düşüyor ve vurguncu bir aristokrat sınıf doğuyordu
Sonuçta yargı ve yürütmenin çatışması gerçekleşiyor devlet hizmetlerinde bürokrat -çete dayanışması yaşanıyordu.
İmparatorluk zayıflayınca devlet üretim ve gelir kaynaklarının denetimini kaybediyordu.

Artık fren tutmuyordu, bu başıbozuklukta 17. yüzyılın Müslüman bankerleri-tefeci ve faizcileri- mesleklerini icra ederken devlete de borç vermeye başladılar. Prof. Mustafa Akdağ’a göre faiz hadleri %10-15 ile sınırlandırılmış iken bu tefeciler %30-60'lara bazı fevkalâde durumlarda %360'lara kadar faiz uyguluyorlardı.

Ve sonuçta bir daha kapanamayacak bütçe açıkları oluşuyor çare olarak” DEVLET ELİYLE SOYGUNA DÖNÜŞECEK FON GELİRLERİ İCAT EDİLİYOR”

Olağanüstü hallerde alınan geçici vergi ve fonlar kalıcı oluyor
Hazineye kaynak yaratmak için sistemin ana kaynağı tımar işletmelerine el konuyor. Avarız ve imdadiye fonları icat ediliyor
Formül basitçe bulunuyor(!).Yoksullaştırdığın halka yeni vergi koyamıyorsan çeşit çeşit fonlar icat edip paraya sıkıştıkça bu fonların miktarını arttırırsın.

Fakat bu palyatif tedbirler yarayı iyileştireceğine derinleştiriyor merkezi hükümet yerel yönetimler üzerinde denetim gücünü kaybediyor ayanlar derebeyleri sorun oluyor yerel yönetimlerde büyük yolsuzluklar rüşvet hırsızlık had safhaya çıkıyordu.

Bu makalemiz 4-6 bölüm devam edecek, burada süreci noktalayıp bir sonraki yazıda ikinci bölümde kaldığımız yerden başlayıp devam edeceğiz
Günümüz insanının çok açık olarak anladığı gibi ekonomik yapısı sağlam güçlü üretken olmayan ürettiğinden fazla tüketen sürekli borçlanan bütçe açıkları sürekli artan bilgiye akla teknolojiye kapalı devletler ve milletler muhtaç kalmaya yönetilmeye mahkumdurlar.

Geçmişten alınacak dersleri ortaya koymak ve sonlara doğru günümüzle karşılaştırarak bir reçete sunmak için bir çaba içerisine girdik

Devam edecek.....