Değerli arkadaşlar son günlerde AKP’nin dış politikada değerli yalnızlık siyasetini benimsemesi elbette tesadüf değil. Nitekim yaşanan gelişmeleri incelediğimizde tarihi de iyi bilmemiz gerekir. Öyle ki Erdoğan'ın iktidara yürüyüşünü, emperyalizmin ılımlı İslam politikasından bağımsız düşünmek mümkün değil. Bilindiği gibi Amerika önderliğindeki emperyalizm Sovyetler birliğini kuşatabilmek için, önce Yeşil Hilal projesi ile Pakistan'a Zülfikar Ali Butto'ya darbe yaptırarak Ziyaül Hak'ın yönetimi ele almasını sağlamıştır. Beraberinde Afganistan'da El Kaide'yi silahlandırarak, siyasal İslamcıları Sovyetlere karşı savaştırmış, İran'da Humeyni önderliğinde İslam devrimi yaptırarak en sadık müttefiki olan Şah Rıza'yı tahttan indirtmiştir. Emperyalizm bu arada Türkiye'de de boş durmayarak, finansal desteklerle komünizme karşı mücadele dernekleri kurdurtmuştur. Milli Görüş isimli siyasal İslamcı hareketi siyaset sahnesine sürmüştür. Amerika'nın bizim çocuklar dediği 12 Eylül 1980 faşist askeri rejimi, Suudi Rabıta paraları ile siyasal İslam’ı beslemiş, her yerde Kur'an kurslarının açılmasını sağlamış, Tarikatların serbestçe faaliyetlerine izin verilerek, bu Tarikatların devasa mali olanaklara kavuşmalarının zemini oluşturulmuştur. Fethullah Gülen cemaatinin güçlenmesi de bu dönemdedir.

Erdoğan tesadüfen siyasete atılmış, iktidar olmuş değildir. Emperyalistler tarafından 1970'li yılların ikinci yarısında, Milli görüş hareketi içinden seçilerek yetiştirilmiş, bugünlere hazırlanmıştır. Daha belediye başkanı bile olmadan sık sık Amerikan elçiliğine davet edilmiş, yine sık sık Amerika'ya gitmiştir. Daha partisini kurmadan Beyaz Sarayda konuk edilmiştir.

Emperyalizm 80'lerin sonu, 90'ların başında ılımlı İslam projesini önce Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) olarak genişletilmiştir. Siyasal İslam’ın önünde engel olabilecek Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Necip Hablemitoğlu gibi aydınların katledilmeleri de bu dönemdedir.

Emperyalizm hiçbir zaman bir kişiye güvenip, tek başına onunla hareket etmediği bilinen bir tablo.

Hal böyle olunca kullandığı kişinin kullanım süreci bittiğinde, onun yerine kullanabileceği yedek figüranlarını da hazırlar. Yakın bir zamanda siyaset sahnesine sunulan ve parlatılan Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan, emperyalizmin yedek figüranlarıdır. Arap baharı denilen emperyalist senaryonun hüsrana uğramasının, özellikle Mısır'da Mursi liderliğindeki siyasal İslamcı hareketin başarısızlığının ardından, emperyalizm artık ılımlı İslam projesi ile yol alamayacağına karar vermiş, ılımlı İslam projesini demokrasi kavramlarıyla süslemeye başlamıştır.(Bu arada, 2000'in başından 2016'ya kadar Fethullah Gülen, PKK, Yetmez ama evetçi liboşların emperyalizm tarafından nasıl kullanıldıkları, bunların AKP ile ilişkileri ayrı bir yazı konusudur, ancak konumuzdan bağımsız değildir). Kısaca Erdoğan'ın kullanım süresi dolmuştur. Yerine yedekleri hazırlanmaktadır. Bunlardan Ahmet Davutoğlu, değerli yalnızlık ve derin strateji, yeni Osmanlıcılık politikalarının kuramcısı ve aynı zamanda uygulayıcılarındandır. Esad ile görüşmeyi değil, savaşmayı isteyenlerdendir. İŞİD mensupları için, haksızlığa isyan etmiş bir avuç Sünni genç diyerek, İŞİD'e olan desteğini gizlememiştir. Erdoğan için terör olayları ile ilgili olarak, bir konuşursam insan içine çıkamazlar diyor. Kendisini sorumluluktan sıyırıyor. Oysa 7 Haziran seçimi ile patlayan terör ortamında başbakandır. Terörü kimlerin patlattığını, kimlerin kimleri taşeron olarak kullandığını çok iyi bilmektedir. Bu halka karşı en ufak bir saygısı varsa, gerçekten samimi ve dürüstse, çıkıp bu halktan özür dilemeli, şantajvari söylemleri bırakıp, ne olup bittiyse, hangi kirli oyunlar oynandıysa gerçekleri açıklamalıdır. Ama niyet üzüm yemek değil, bağcı dövmek. Demokrasi yutturmacası ile Erdoğan'ın yerine ben varım diye emperyalistlere mesaj vermektedir. Unutmayalım ki, Erdoğan da demokrasi nutukları ile gelmiş, AB'ye gireceğiz, yolsuzlukları, yoksullukları, yasakları, %10 barajını kaldıracağız diyerek gelmiş ama geldiğimiz nokta ortada.

Ali Babacan ise figüranın figüranıdır. Emperyalizmin İngiliz kolunun, kraliyet nişanı taşıyan Abdullah Gül'ün figüranıdır. Kurduğu partinin gerçek Genel başkanı Abdullah Gül'dür. Ali Babacan AKP iktidarında 15 yıl ekonomiyi yönetmiş, Abdullah Gül başbakanlık, Dışişleri bakanlığı yapmıştır. Cumhurbaşkanı olarak ta, AKEPE iktidarı önüne hangi yasayı getirdiyse onaylamıştır. Yani Noter katipliği yapmıştır. FETÖ’cü olduğu su götürmez olan bir gerçek olan Bülent Arınç'ın Müslüman cumhurbaşkanımız diyerek övgüler dizdiği biridir. Bunlar mı Türkiye' yi esenliğe kavuşturacak?!.

PKK'lıların yerinde olsam, ben de dağa çıkardım diyen Bülent Arınç değil mi? Dedesi teğmen Kubilay'ın başını kesip, sopanın ucunda dolaştıran birinden, bu ülkeye, bu cumhuriyete sadakat beklenebilir mi?! Bunlar kadro olarak, emperyalizmin yeminli görevlileri, cumhuriyetin yeminli düşmanlarıdırlar.

Türk milletinin biran önce kurgulanan bu oyunları görüp ona göre gardını alması kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Ülke üzerinde oynanan oyunlara meclisteki muhalefet kanadının da tepkisiz seyirci kalması işin bir başka dramatik yönüdür.

26 Ağustos’ta Türk siyasi arenasına bir parti katıldı bilmeyeniniz vardır belki adı DOĞRU PARTİ.

Genel başkanlığını sağlık eski bakanı Rıfat Serdaroğlu’nun yaptığı bir oluşum. Serdaroğlu merkez sağdaki oyların tekrar DOĞRU PARTİ’ye geleceğini ve iktidarın en güçlü alternatifi olduğunu belirtiyor. Parti Merkezde bütün yurttaşları birleştirmeyi hedefleyen, Mustafa Kemal fikirlerini benimseyen, kuvayı milliye ruhuyla hareket eden, Parti programını ve tüzüğünü bütün herkesin okuması lazım diye düşünüyorum.

Türk milletinin uzun yıllardan beri özlem duyduğu bir siyasi oluşum. Bu çizgide siyasi hayatına devam ettiği takdirde yeni bir iktidarın doğuşu kaçınılmaz diye düşünüyorum.

Kurucular kurulunda pırıl pırıl insanların yer aldığı siyasi vitrine değil Türk milletine hizmet için yola çökmüş bir kadro. Türk milleti olarak hepimizin sahip çakması ve destek vermesi gereken bir yapı.