Türkiye'nin Afrika kıtası genelindeki yatırımlarının değeri 7 milyar doları geçerken, Türk müteahhitler tarafından Afrika’da yürütülen projelerin değeri 65 milyar doları aştı.

Bölgeyle toplam ticaret 2003 yılında 5,4 milyar dolar seviyesindeyken, 2020 sonunda 25,3 milyar dolara ulaştı.

Hedef ise bu hacmin önce 50 milyar, daha sonraki senelerde 75 milyar dolara taşınması olarak açıklandı.

Geçen günlerde Türkiye-Afrika 3. Ekonomi ve İş Forumu'nda konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın gerçekleştirdiği Angola, Togo ve Nijerya ziyaretlerinin yankıları ise sürüyor.

Bu ziyaretleri destekleyenler kadar, zamanlamasına karşı çıkanlar ya da gerekli olmadığını savunanlar da bulunuyor.

"Yükselen değer" Afrika ile adımların atılmasında geç mi kalındı?

Kimileri tarafından "yükselen değer" ve "cazibe merkezi" olarak nitelendirilen Afrika ile ilişkilerin önemini ve Erdoğan'ın ziyaretlerini, bu kıta üzerine yoğun çalışmalar yapan isimlerden Yusuf Kenan Küçük ve Huriye Yıldırım Çınar, Independent Türkçe'ye değerlendirdi.

Küçük ve Çınar'a göre Afrika "yadsınamayacak bir coğrafya" olduğundan Erdoğan'ın ziyaretleri stratejik önem taşıyor ve bu ilişkilerin sürdürülmesi şart görülüyor.

Hatta iki isim de adımların atılmasında geç bile kalındığı görüşünde.

Afrika'yı kucaklamak…

Türkiye'nin Afrika politikası: Bir tebrik, bir eleştiri

Küçük: Afrika ülkeleriyle ilişkilerin geliştirilmesi, Türkiye'nin küresel bir güç olma vizyonunun vazgeçilmez bir parçası

Türkiye'nin Afrika angajmanına bakıldığında ciddi anlamdaki ilk politikanın 1998'de formüle edilse de o dönemde yaşanan ekonomik krizler nedeniyle ilerleme sağlanamadığını belirten uzmanlar, 2002 yılında Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AK Parti) iktidara gelmesinin ardından uygulamaya konulduğuna değindi.

1990'ların başının -Soğuk Savaşı bitmesinin hemen sonrası- bu politika için daha uygun olabileceği görüşünü savunan Küçük, "İki kutuplu dünya düzeninin son bulması, Türkiye gibi ülkeler için küresel çapta geniş bir hareket alanı açmıştı. Ancak, Afrika hakkında bilgi eksikliği, o dönemde bağımsızlığını yeni kazanan Orta Asya ülkelerine öncelik verilmesi ve yine o dönemde ülkemizin güneydoğusunda tavan yapan terörle mücadele, olası bir Afrika açılımını geciktirdi. Açılımın 2000'li yılların başında hayata geçirilmesini kolaylaştıran faktörleri ise bölgesel ve küresel bir güç olma vizyonuna sahip AKP'nin tek başına iktidara gelmesi, rekabetçi ve dinamik Türkiye özel sektörünün yeni pazarlar ve iş ortakları bulma arzusu, son olarak da Türk sivil toplum kuruluşlarının kıtaya ilgi göstermesi şeklinde sıralayabiliriz" yorumunu yaptı.

Afrika ülkeleriyle ilişkilerin derinleştirilmesinin Türkiye açısından stratejik önem taşıdığını savunan Yusuf Kenan Küçük, kıtadaki 54 ülkenin her biriyle başta diplomatik, ekonomik, siyasi ve kültürel olmak üzere ilişkilerin her alanda geliştirilmesinin Türkiye'nin küresel bir güç olma vizyonunun vazgeçilmez bir parçası olarak değerlendirdi.

"Savunma sanayi araçlarının satılması gayreti, Türkiye'nin kıtadaki otoriter yönetimlerle birlikte anılmasına, dahası kıtadaki insan hakları ihlalleriyle ilişkilendirilmesine yol açabilir"

Savunma alanındaki işbirliğine dikkati çeken Küçük, Türkiye'nin orta ve uzun vadede birtakım risklerle karşı karşıya kalma tehlikesi bulunduğunu da öne sürdü.

"Erdoğan'ın son ziyareti, özellikle Angola ve Togo'ya cumhurbaşkanı düzeyinde ilk ziyaretler olması hasebiyle önemli ve gerekliydi. Ziyaret çerçevesinde önemli anlaşmalar imzalandı, işbirliği alanları ve ilişkileri geliştirme ortak iradesi karşılıklı teyit edildi. Ancak, her üç ülkede de heyetler arası görüşmelerin önemli konu başlıklarından biri olduğu anlaşılan Türkiye yapımı insansız hava araçlarının satışı konusu dikkat çekti. Türk yapımı 'drone'ların tanıtım ve satılması gayreti ziyaret edilen üç ülkeyle sınırlı değil. Fas'ın 13 adet ‘Bayraktar TB2' aldığı biliniyor. Etiyopya aldığına dair iddialar var ama resmen teyit edilmedi. Ayrıca, Ruanda, Nijer ve Sudan gibi diğer Afrika ülkelerinin ilgilendiğine dair haberler mevcut. Her ne kadar arz-talep meselesi ve karlı bir ticaret gibi görünse de 'drone' konusu bana göre Türkiye'nin Afrika ortaklık politikasını orta ve uzun vadede olumsuz etkileme riski barındırıyor. Çünkü birkaç yıl öncesine kadar Türkiye, Afrika ülkeleriyle ilişkilerinde insani yardımlar ve kalkınma yardımlarını ön plana çıkarıyordu. Bu alanlar Türkiye'nin yumuşak gücünü temsil ediyor ve kıtayla ilişkilerin geliştirilmesinde motor görevi görüyordu. Ancak, Afrika politikasının “dronizasyonu” olarak tabir edebileceğimiz ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın son ziyaretinde belirgin bir şekilde ortaya çıkan yüksek teknolojili savunma sanayi araçlarının satılması gayreti, Türkiye'nin kıtadaki otoriter yönetimlerle birlikte anılmasına, dahası kıtadaki insan hakları ihlalleriyle ilişkilendirilmesine yol açabilir."

Türkiye'nin Afrika politikasının siyasi görünürlüğünün bilinçli olarak göz önünde tutulduğunu düşündüğünü dile getiren Küçük, yalnızca ulusal basının değil, uluslararası basının da bu ziyaretleri haberleştirdiğini ve birden fazla ülkeyi kapsayan temasların haber ve yorum çeşitliliğini artırdığını belirtti.

"Türkiye'nin Sahraaltı Afrika'nın 49 ülkesiyle 2020 yılındaki ticaret hacmi, Hollanda'yla olan ticaretimizden daha az"

Küçük'e göre ilişkiler, henüz siyasi görünürlüğüne denk bir ekonomik karşılık bulmuş değil:

"Örneğin Türkiye'nin Sahraaltı Afrika'nın 49 ülkesiyle 2020 yılındaki ticaret hacmi, Hollanda'yla olan ticaretimizden daha az! Bu bağlamda geçtiğimiz yıl Sahraaltı Afrika ile ticaret hacmimiz yaklaşık 8,5 milyar dolar olarak gerçekleşmiş. Hollanda'yla ise 8,7 milyar dolar. Dahası, 2000-2020 yılları arasında Sahraaltı Afrika ile ticaret hacmimiz nominal olarak 12'ye katlanırken ticaret hacimlerindeki oransal artış daha mütevazı. Yani Sahraaltı Afrika'nın toplam ticaretinde Türkiye'nin payı halen yüzde 2'nin altında. Afrika ortaklık politikamızın uygulama sahası olan anılan bölgenin ülkemizin toplam ticaretindeki payı ise henüz yüzde 4 bile değil. Buna mukabil kıtanın yükselen/yeni ortakları önemli mesafeler kaydediyor. Örneğin Hindistan'ın Afrika'nın toplam ticaretindeki payını 2004 yılınki yüzde 4'ten yüzde 15'e çıkardığını görüyoruz. Dolayısıyla bir taraftan açtığımız 43 Büyükelçilik ve 60'ın üzerindeki THY destinasyonlarıyla haklı olarak övünürken, diğer taraftan ayaklarımızın yere basabilmesi için büyük resmi kaçırmamak icap ediyor."

Kıtayla ortaklık stratejisi uygulanırken kısa vadeli kazanımlardan ziyade uzun vadeli ve sağlam temeller üzerine kurulu ilişkilerin inşa edilmesi ve tutarlılıktan uzaklaşılmaması vurgusu yapan Küçük, Türkiye'nin bir taraftan Afrika ülkelerinin kalkınmasına önem atfedip, bunu her fırsatta dile getirirken, diğer taraftan insani ve sosyal kalkınmaya katkısı sıfıra yakın olan savunma sanayi ürünlerinin ihracatına odaklanmanın birbiriyle çeliştiği görüşünde:

"Afrika'da var olan kronik güvenlik sorunlarının kıta ülkelerinin kalkınma hedeflerine ket vurduğu ve çözüme kavuşturulması gerektiği tabi ki izahtan vareste. Ancak bu sorunların güvenlikçi politikalarla çözülemediği de herkesin malumu. Bu açıdan kıtadaki güvenlik sorunlarının çözümüne katkı vermek istediği anlaşılan Türkiye'nin, savunma sanayi alanındaki işbirliklerinden ziyade diplomasi alanındaki tecrübesini, şimdiye kadar büyük emeklerle inşa ettiği dostane ilişkilerini ve hepsinden önemlisi yerel halka ulaşabilme kapasitesini sahaya sürmesi daha makul bir tercih gibi duruyor."

Kafkasam Afrika Uzmanı Huriye Yıldırım Çınar da benzer görüşleri paylaştı.

İlk olarak "Türkiye neden Afrika kıtasında olmalı?" sorumuzu yönelttiğimiz Çınar, sözlerine "Bilindiği üzere 2002 sonrası dönemde Türkiye birçok Sahraaltı Afrika ülkesiyle siyasi, askeri, ekonomik ve sosyo-kültürel alanda imzaladığı anlaşmalarla ilişkilerini geliştirmiştir. 2002'de iktidara geldiğinde Afrika'da 12 büyükelçilik varken AK Parti Hükümeti yakın zamanda açmayı planladığı Togo ve Gine Bissau Büyükelçilikleriyle bu sayıyı 2021 yılında 44 yapmayı hedeflemektedir. Diğer yandan Türkiye'nin kıta ülkeleriyle 26 milyar dolar civarında ticaret hacmi bulunmaktadır. Doğrudan yatırımları artırmaya çalışan Türkiye, yakın dönemde Somali'de 50 milyon dolar harcayarak inşa ettiği askeri üs ile kıtadaki askeri varlığının uluslararası barış gibi operasyonlarla sınırlı kalmayacağının sinyalini vermişti" diyerek başladı. 

Türkiye'nin Afrika politikasının önemli siyasi, ekonomik ve sosyokültürel amaçları bulunduğuna dikkati çeken Çınar, sözlerini şu ifadelerle sürdürdü: 

"Öncelikle gelişmekte olan Türk ekonomisi için Afrika kıtası hem hammadde hem de pazar açısından muazzam olanaklara sahip. Bilhassa son yıllarda hızla gelişen Türk Savunma Sanayi açısından sürekli siyasi ve askeri krizlerle, iç savaş ve terörizm tehditleriyle mücadele içerisinde olan Afrika ülkeleri büyük önem taşımaktadır. Öyle ki 2021 yılının ilk beş ayında Türk Savunma ve havacılık sanayii 1 milyar 120 milyon dolar değerinde ihracat yaptı. Yine aynı sektördeki istatistiklere baktığımız zaman Afrika kıtasına yönelik satışlarda yıllık bazda 11 kat artış olduğunu görebiliyoruz."

Afrika ülkeleriyle geliştirilecek ilişkilerin siyasi açıdan uluslararası alanda Türkiye'nin hareket kabiliyetini güçlendireceğine vurgu yapan Huriye Yıldırım Çınar, yakın geçmişteki Libya ve Doğu Akdeniz meselelerindeki gelişmelere de atıfta bulundu. Bu dönemde Fransa ve Mısır'ın Libya ve Doğu Akdeniz'deki petrol meselelerinde Afrika'daki bazı kabile reislerini kendi tezlerini desteklemeye ikna etmeye çalıştığını hatırlatan Çınar, Türkiye'nin de buna karşın Tuareg liderleri gibi bölgede etkinlik sahibi kimi aktörlerle Fransa ve Mısır bloğunu dengelemeye yöneldiğini söyledi. Çınar sözlerini, "Ayrıca FETÖ terör örgütüyle mücadelede de birçok Afrika ülkesi Ankara hükümetine önemli destekler vermiştir ve vermektedir" diyerek sürdürdü.

Son yıllarda Türkiye'nin Afrika kıtasında artan varlığını, hem Türkiye'yi hem de kıta ülkelerini güçlendirebilecek bir gelişme olarak niteleyen Çınar, "Bağımsızlığını yarım yüzyıl önce kazanmış, birçok siyasi ve ekonomik kriz, iç savaş ve terörizmle mücadele eden, diğer yandan da eski sömürgeci güçlerin neo-kolonyal politikalarına direnen Afrika ülkelerinin büyük bir çoğunluğu da Türkiye ile etkileşime geçmekten oldukça memnun. Cezayir ve Togo örneklerinde bunun böyle olduğunu da gördük" şeklinde konuştu.

"Afrika ülkelerinin siyasi/ekonomik kriz, iç savaş, darbeler ve terörizm gibi sorunlarının arka planı, niteliği iyi analiz edilmeli"

Türkiye'nin Afrika'daki nüfuzunu artırırken dikkat etmesi gereken hususlar da ayrı önem taşıyor.

Bu konuda neler yapılması, hangi hamlelerde bulunulması ya da bulunulmaması gerektiğini sorduğumuz Çınar, "Türkiye, Afrika ilişkilerini kazan-kazan prensibi üzerine inşa etmiş, kolonyal geçmişi olmayan, yatırım ve kalkınma projelerinde de genellikle siyasi şartlar koşmayan bir aktördür. Bu özellikleriyle Türkiye, uzun dönem Batılı sömürgecilerin, son dönemde de Çin'in geliştirdiği neo-kolonyal politikaların altında ezilen Afrika ülkeleri nezdinde diyalogu arttırılmak istenen bir aktör olarak görülmekte. Türkiye kısa vadeli kazanımlardan daha çok orta ve uzun vadede kıtada daha istikrarlı bir nüfuza sahip olabilmek için Afrika ülkeleriyle ilişkilerini sağlam zeminler üzerine oturtmalı. Bu noktada bu bölgedeki ülkelerin siyasi/ekonomik kriz, iç savaş, darbeler ve terörizm gibi sorunlarının arka planı, niteliği iyi analiz edilmeli. Kazan-kazan prensibinin de etkinliğinin sağlanması için Türkiye bu sorunların çözümüne katkıda bulunmalı. Örneğin büyük bir çoğunluğu radikal terör gruplarıyla mücadele eden Afrika ülkeleri için hızla gelişen Türk savunma sanayi, güçlü Türk ordusu ve terörle mücadele tecrübesi ile Türkiye önemli bir partner olabilir" yorumunu yaptı.

Türkiye'nin bu durumda birçok açıdan kazançları olacağını öne süren Huriye Yıldırım Çınar, öncelikle güçlenen Türkiye'nin varlığından rahatsız olan bazı Batılı aktörler tarafından öne sürülen “Türkiye'nin radikal/selefi terör örgütlerini desteklediği” yaftasının Sahraltı Afrika'da Türk unsurlarca desteklenen terörle mücadele girişimleriyle bertaraf edilebileceğini savundu. Bu terörle mücadele çabasının bir yandan hükümete yapılan bu ithamı ortadan kaldırırken diğer yandan kıtadaki Türk varlığının korunması ve geliştirilmesine de hizmet edebileceğini vurgulayan Çınar, Türkiye bu mücadeleyi direkt olarak bölge devletlerinin kolluk/güvenlik güçlerine yapacağı desteklerle sağlayabileceği gibi yerel halkın sosyo-ekonomik şartlarını iyileştirerek terör örgütlerinin yaşam alanlarını kısıtlayarak da gerçekleştirebilir. Yakın zamanda iç politikada tartışılan Türkiye'den Somali'ye verilen 30 milyon dolarlık hibe gibi adımlar bu bahsedilen amaca ulaşılmasında önemli araçlardır. Türkiye'nin Afrika ülkelerine yaptığı/yapacağı bu desteklerin gelecekte kıtada ülkemizin daha etkin bir aktör olarak konumlanmasına hizmet edeceği su götürmez bir gerçektir" dedi.

"Türkiye'nin Afrika'da her geçen gün artırdığı nüfuzu; Boko Haram, El Şebab ve JNIM gibi terör örgütlerini rahatsız edebilir"

"Türkiye'yi Afrika kıtasında bekleyen riskler var mı?" sorusunu da yönelttiğimiz Huriye Yıldırım Çınar'a göre "Evet, riskler de bulunuyor".

Türkiye'nin 2000'li yılların başından itibaren büyük bir ivmeyle gelişen Afrika politikasının başta "Batılı eski sömürgeci güçler" olmak üzere kıtada "çıkar gözeten" birçok aktör tarafından "endişeyle" takip edildiğini ifade eden Çınar, Türkiye'nin bölgede attığı her adımın Batı medyasında etraflıca yer aldığını söyledi. 

Çınar, "Örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Afrika'ya her seyahatinde Le Figaro ve Le Monde gibi önde gelen Fransız gazetelerinde “Türkiye, Afrika kıtasında nüfuzunu arttırıyor!” gibi başlıklar yer almaktadır. Haberlerin bir kısmında da Türkiye'ye karşı bir propaganda yapıldığı görülmekte. Bu aktörlerin bahsettiğim endişeli takibi yanında kıtada etkili olan bazı terör grupları da Türkiye'nin bölgedeki varlığından rahatsız. Örneğin Somali'de 2015 yılında gündeme gelen bir liman ihalesi haberi vardı. Liman ihalesi haberi El Şebab terör örgütünü oldukça rahatsız etmişti. Bahsedilen dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Somali'ye bir ziyaret gerçekleştirilecekti. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Somali ziyaretinden bir gün önce Mogadişu'da Türk heyetinin kaldığı otele El Şebab tarafından yapılan bombalı saldırı birçok uzman olarak terör örgütünün Türkiye'ye uyarısı olarak değerlendirilmişti" şeklinde konuştu.

Sonuç olarak Türkiye'nin Afrika'da her geçen gün artırdığı nüfuzunun yakın dönemde burada etkin olan Boko Haram, El Şebab ve JNIM gibi birçok terör örgütünü rahatsız edebileceğini belirten Çınar, Türk unsurlarının bu noktada bir hedef haline gelebileceği uyarısında bulundu. Çınar, sözlerini son dönemde Ortadoğu gücü azalan DAEŞ ve El Kaide'nin Sahraaltındaki varlığını artırmaya çalışmasının, bu olasılığı daha da güçlendirebileceğini belirterek noktaladı.

Kaynak: Independen Türkçe

Editör: TE Bilişim