Meral Akşener’in, 15 Mayıs 2016’da Esenboğa Anadolu Otel’de gerçekleşemeyen “Olağanüstü Kongre’sini izlemeye gittiğimde şöyle yazmıştım:

“Pazar sabahı Esenboğa Havaalanı yolunda bir demokrasi duruşuna şâhit oldum. Bu, muazzam bir duygu. Otuz bin değil de isterse otuz kişi olsun. Meydana gider gitmez tuhaf bir git gel yaşadım. Dejavü hâli. Evet, ben buraya, yıllar önce yine gelmiştim. Yine, demokrasi adına gelmiştim. Hiç tereddüt etmeden hem de. Türkiye’nin seçilmiş Başbakanını sokak darbesiyle indirmeye kalkanlara “Dur!” demek için. Şimdi o Başbakan, Cumhurreisi oldu. Fakat ben, yine demokrasi için buradayım.

Birinci gidişimden pişman mıyım? Asla! Gene olsa gene giderim. Yeter ki bu ülkenin hayrına olduğuna inanayım.

Eve dönünce bir takım internet sitelerinde verilen haberlere inanamadım. Her kalabalıkta gerginlik olur. Siniri bozulanlar olur. Taşkınlık yapmak isteyen olur. Böyle ufak tefek hâdiseleri öne çıkarıp Esenboğa Havalimanı’nı eşkıyâ basmış gibi haber vermek, nasıl bir entelektüel eşkıyâlık acaba? Nasıl bir felâket tellallığı?

Size bir fotoğraf sunuyorum. Bu fotoğrafa iyi bakın. Bir tarafta, Meral Akşener ve MHP delegeleri; diğer tarafta polisler. Arada barikat var. Ne yapıyorlar peki? Anlayamadıysanız daha yakından bakın. Birbirlerine gülümsüyorlar. İki taraf da Anadolu çocuğu. Onları karşı karşıya getirenler utansın.

Hadi karşı karşıya getirenlerin bir hesâbı var. Peki, Devlet Bahçeli, ülkücülüğün sokağa, tarlaya sürüklendiğini nasıl söyler? Kongre salonuna giremesinler diye delegelerin yolu barikatla kesilsin; tuvalet ihtiyacına bile çözüm bulunmasın; bunu kınayacağına, dâvânın tarlaya indiğini söyle.

Tamam, Bahçeli, okumuş adam. Yaylaları da terk etti. Salon efendisi maşallah. Mozart filan da dinliyor. Ama şu manzaraya bakıp bu yorumu nasıl yapar? 7 Haziran’da ülkenin iyiliği adına koalisyona yaklaşmayan Bahçeli, kendi iyiliği söz konusu olunca Devlet yanlısı oldu. Bahçeli’ye demediğini bırakmayan Ak Partililer ve bir takım gazeteciler ise Bahçeli’nin ne büyük bir devlet adamı olduğunu fark ettiler. Al sana, bir “haşılı pisletenler” hikâyesi daha!

Bir zamanlar şiir okuduğu için hapse giren Cumhurreisimize ve Adâlet Bakanı’na sormak istiyorum: MHP’nin olağanüstü genel kurul sürecinde yaşananalar, size Hz. Ömer’i mi hatırlatıyor yoksa Karakuş’u mu? Sizce istikbâlde devr-i iktidarınızdan bahsederken Karakuşvâri hükümler mi anlatılacak yoksa tersi mi olacak?

Bahçeli’ye bir şey sormak istemiyorum. O, Mozart dinlemeye devam etsin.

Bu muhâlefeti, bu demokrasi direnişini durdurmak isteyenleri, Metin Erksan’ın diliyle uyaralım:

Bir avuç su alın, elinize. Bu suyu, ilânihâye tutabilirseniz bu direnişe de engel olabilirsiniz.

Meydanda esen Akşener rüzgârından bahsetmeden olmaz. Diğer genel başkan adayları, konu mankeni gibiydiler. Bu rüzgâr, paralel maralel yaftasıyla tersine dönmez.”

Evet, gördüklerim aynen böyleydi. O gün eline bir avuç su alanlar, ellerinde tutamayacaklarını gördüler. Meral Hanım, 15 Mayıs’ı kastettiği hâlde “Ayın 15’inden sonra Başbakan olacağım.” sözünü 15 Temmuza bağlayanlar’ın propogandası işe yaramadı. Dün Ankara Kongrezyum’daki manzara muhteşemdi. Çünkü Esenboğa’daki bir avuç insan, çığ gibi büyümüştü. Tesâdüfe bakın ki Esenboğa’yı da Kongrezyum’u da yazmaya giden gazeteciler, hemen hemen aynı. O zaman da iktidar medyası görmezden gelmiş; MHP medyası tırsmıştı. Bugün hemen, Esenboğa’daki ikinci toplantıya kan ter içinde ulaşmaya çalışan tecrübeli gazetecinin yazısına baktım. Tek kelime etmemiş. Koskoca medya Kongrezyum’dan taşan kalabalığı, Meral Hanım’ın ağırbaşlı ve güzel manifestosunu görmemeyi tercih etti. “Meral Hanım medyada niye yok?” diye sorarak gûyâ demokrasi havâriliği yapan iki yüzlü de yazmadı.

Ama...

Evet, çok ama çok ciddi “ama”larım var!

Salona giremedim. Zâten kalabalıkları, oturarak tahlil etmek mümkün olmaz. Hele de önlerde oturarak arkayı ve arkada dönen oyunları göremezsiniz. Salon dışında dolaşıp kalabalığı inceledim.

Ne kadar kalabalık olursa olsun, Kongrezyum’da Esenboğa’daki samimiyeti göremedim. Esenboğa’da, “Yeter artık!” demekten korkmayan ülkücüler vardı. Tereddüt edenler olmamış mıydı? Elbette olmuştu. En başta, şimdi Meral Hanım’ın arkasında duran kurmaylar. Hem “Başbakan Meral!” sloganlarından hem de cılız kalabalıktan hoşlanmayıp erken ayrılmışlardı. Polis barikatı da bir hayli caydırıcıydı. İnsanlık hâli, korkmuş olabilirler. Gözlerini kırpıştırarak, vaktiyle bir büyük şehrin il müdürlüğünü yaptığını efsâne gibi anlatan hanım ile, “Ben filanca şehrin belediye başkanlığını istiyorum.“ cümlesini, Türkiye’ye bir iyilikmiş gibi söyleyen hanım da peşlerinden gitmişlerdi elbette.

Velhâsıl ortada, Meral Hanım’a samimi destek olan ülkücüler kalmıştı.

Oysa orası, bir hayli er meydanıydı. Meydandan kaçanlar, daha sonra Meral Hanım’ı hedef alan, fetö îmâsı yapan laflar da etmişlerdi. Kardeşim, siz terk ettiniz; o bekledi. Siz de bekleyip konuşsaydınız ya! Tutan mı oldu? Bu ekip, baktılar bu rüzgâr esmeye devam ediyor, çâresiz, bu “eksik etek”in peşine takıldılar. Ben, bu mecbûriyetten mutlu olduklarını sanmıyorum. İlk fırsatta bu zülden (!) kurtulmaya bakacaklardır.

Dün Lütfü Şehsuvaroğlu’nun yanındayken bir sürü kişi ile merhabalaşmak zorunda kaldım. “Bu kim, bu kim?” demekten, inanın Jet Sosyete’deki Gizem’e döndüm. Genelde aynı cevâbı aldım: “Aday adayı” Vallâhi ipini koparan aday adayı olmuş. Daha doğrusu, güneşi gören herkes. Hiçbirisi Esenboğa’da yoktu. Birisi, bana,”Siz nereden adaysınız?” deyince sağolsun yazma aşkımı bilen Lütfi Bey, “Onun siyâsetle işi yok. Gazeteci.” dedi. Belki de beceremeyeceğim için girmediğimi düşünmüşlerdir. Öyle ya beklentim yoksa orada ne işim olabilir ki?

Konuşma bitince, “Acaba Meral Hanım’ı görebilir miyiz?” diye kapıya doğru ilerledik. Sormak istediklerim de vardı. Çok safça oldu ama sandım ki Esenboğa’da olduğu misâl, yanına gidebiliriz. O da ne? Meral Hanım uçmuş. Etten duvar uçurmuş.

Evet, o meşhûr “etten duvar” hikâyesi, burada da başlamış. Hattâ duyduğuma göre, özel kalemin bile özel kalemi varmış.

Size, bir etten duvar hatırlatması yapayım.

Tayyip Erdoğan hapse girmeden evvel (Hapis kararı çıkmıştı) bir Öğretmenler Günü programına gittik. Baktık, o da gelmiş. Hemen yanına gittik. O kadar kolayca masasına yaklaşıp konuştuk ki anlatamam. Tabiî şimdiki tecrübemle anlıyorum ki hapse gidecek adamın çevresinde etten duvar yokmuş. Yoksa ne demek yanına yanaşmak, fotoğraf çektirmek? Ya aleyhte delil olursa? Erdoğan’ın, hapishâne ziyâretine gidenlere vefâ göstermesini hafife almayın. Çok haklı.

Esenboğa’daki Meral Hanım da öyleydi. Yanına yanaşmanın riski vardı.

Dün Kongrezyum’da 2002’deki umut veren AK Parti’yi gördüm. Türkiye karması, hepimizi nasıl da heyecanlandırırdı? Şimdi de heyecanlandım ama acı bir tebessüm eşliğinde. O zaman gençtim. Bâzı şeyleri göremiyordum. Eh artık ihtiyarladım, tecrübe konuşuyor. Etten duvarla çevrili Akşener’de, etten duvarla çevrili Erdoğan’ı ve bu yüzden geri sayıma başlayan AK Parti’yi de gördüm.

Çıkışta ülkücülükle alâkası olmayan ülkücü bir gazeteciyle karşılaştım. Vaktiyle kendisine sorduğum kritik sorulara canı sıkılmıştı. Elbet beni tanıdı ama tanımamazlıktan geldi. Eğer Meral Hanım iktidara gelirse şimdiki yandaşların yeri boş kalmayacak.

O da ne? Gözlerime inanamadım. Ben diyeyim 200, siz deyin 300 yaşındaki eski bir bakan da orada. Daha ne ikbâl bekliyorsa? Horoz ölürmüş gözü çöplükte kalırmış. Ama durun! Zor yürüyen bu adam, niye TBMM Başkanı olmasın? Bittecrübe sâbit değil mi? Olur mu olur!

İşte böyle aziz okuyucu! Meral Hanım manifestosunu okuyup giderken bunları düşündüm. Çok mu gerçek çiyim çok mu karamsarım, bilemedim.

Ahmet Davutoğlu Başbakan olduğunda şöyle yazmıştım.

Yolunuz açık olsun! Rabbim, sizi AK Partililerin şerrinden korusun!

Maalesef haklı çıktım.

Aynısını Meral Hanım için yazacağım:

Yolunuz açık olsun! Rabbim, sizi, İYİ Partililerin şerrinden korusun!

Dilerim, haklı çıkmam.

Not: Gâliba bütün hareketler tarladan, sokaktan kongre merkezlerine taşındığında anlamını kaybediyor. Tarlada, yüzü güneş yanığı insanlar var. Kongre salonlarında ise gözleri, güneş ışığından değil, ikbâl ışığından kıpraşan salon beyefendileri ve hanımefendileri...