AK Parti Malatya Akçadağ Belediye Meclis Üyesi Cumali Doğan  sosyal medya hesabında " Sarhoşların kurduğu 94 yıllık rüya bitti "  diye yazınca disiplin kuruluna sevkedilmiş(!) 

Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Müdürü İbrahim Karagül ( Büyük Oyuncu Geri Dönüyor) başlıklı köşe yazısında  "  Cumhuriyet geçiş süreci ,yeni bir tarih başlıyor. 20. Yüzyıl bizim için dondurulmuş bir tarihti ve buzlar çözüldü. Yeni sıçramağa ramak kala bu kadar büyük saldırıların bize yönelmesi  yüzyılların hesabıdır. İşte şimdi biz bu hesabı yapanların defterini dürüyoruz. Yirminci yüzyıl parantezini kapatıyoruz. Yeni bir tarih başlıyor.  Büyük oyuncu geri döndü. Tarihi değiştirecek bu iradeye sahip çıkmak boynumuzun borcudur.   diye yazarak hiç saklanmadan , gizlenmeden hesaplarının cumhuriyetle olduğunu ve büyük oyuncunun bu hesabı mutlaka keseceğini yazıyor. 

16 Nisan referandumuna bunları yazıp konuşanlar bir varolup yokolma olayı bir kader anı olarak bakıyorlar ki bizce de  bu konuda haklıdırlar.  Yukarıda alıntıladığımız ve daha bu ve benzeri onbinlerce  örneğini sıralayabileceğimiz yazı, söz, sosyal medya paylaşımları nazarı itibara alınınca Türk milliyetçileri, Türkçüler, Ülkücüler , Atatürkçüler , DemokratikLâik Cumhuriytimizin savunucuları, Ulusalcılar, Vatanseverler ve tüm milli hassasiyeti olanlar için de 16 Nisan bir kader anı bir dönüm noktasıdır. 
Tamam mı yoksa devam mı denilebilecek bir kader anı! .

Meseleye şahıslar ve partiler açısından bakmadan objektif bir değerlendirme yapmak istediğimizde  ilk aklımıza takılan konu kuvvetler ayrılığı sisteminin , getirilmek istenen 18 maddelik( esasında  diğer maddelere gönderme yaparak  71 maddelik bir köklü radikal bir değişiklik)  anayasa değişiklik kanun tasarısında reel bir şekilde garanti edilip  edilmediği konusudur ki maalesef sayın cumhurbaşkanımızın öteden beri şikâyet konusu ettiği ( yüsek yargı vesayeti ) konusunda rahatlatıldığını görüyoruz. 

Sayın cumhurbaşkanı ötedenberi  kuvvetler ayrılığını değil  KUVVETLER BİRLİĞİ ni güçlü bir yürütmenin  kontrolüne verilen yargı ve yasamayı savunan  biridir. Bu  konu cümle alemin malûmudur . 

Bu tasarıda görüntü olarak her üç erk de var ise de  başta HSYK olmak üzere tüm yüksek yargıyı neredeyse  yarı yarıya Cumhurbaşkanı  ve   TBMM  seçecektir. Partili cumhurbaşkanı olduğu için doğal olarak kim cumhurbaşkanı seçilirse onun partisi  yasama meclisinde büyük çoğunluğu sağlayacağından  neticede yüksek yargıyı  partili cumhurbaşkanı belirlemiş olacaktır. 

TBMM de neredeyse koltukların yarısından fazlası partili cumhurbaşkanının belirleyeceği milletvekilleri olacağı için yargı ve yasama partili cumhurbaşkanının bir nevi vesayeti altında olacaktır.  
Bu mu Montesqieu'nun bize tarif ettiği kuvvetler ayrılığının olmazsa olmaz olduğu demokrasi tarifi ? 

Amerika'da Başkanlık sistemini Türk Milleti Turumph'un  renkli uygulamaları dolayısıyla yakından izliyor. Orada Başkan atadığı bakanları ve yüksek yargı  üyelerini  ikili meclis  kararıyla onaylatıyor  ve yüksek yargı  üyeleri yaş haddi dolana kadar devlet teminatı altında   görevindeler.  
 Ve bu vesayetsiz demokrasi güvencesiyle tüm dünya Turumph'un  7 müslüman ülke vatandaşlarının müktesep haklarını  (alınmış vizelerini ) hiçe sayan kararını nasıl durdurup nasıl iptal ettiğini gördü. 

İşte yargı ve meclis denetimli  Başkanlık sisteminin muz tipi Güney Amerika , Afrika, Asya tipi başkanlıkıklardan farkı! 

Tarihimizin hiç bir döneminde padişahlara , sultanlara, hakanlara verilmemiş denetimsiz bir başkanlık sistemine karşı Türk milliyetçisi bir fert olarak kırmızı alârma basıp milletimizi ikaz etme zorunluluğunu ve yükümlülüğünü üzerimde hissediyorum. 

Birde yazının başında paylaştığım görüş sahiplerinin  çılgınlar gibi sevinç naraları attıklarını görüp cumhuriyet ve Atatürk le hesabi olanların bu  referandum sonrası EVET çıkarsa neler yapabileceklerini düşündükçe ürperiyorum. Hafızamda yakın geçmişe doğru yaptığım bir yolculukta gördüğüm açılımlar, Habur rezaletleri, Oslo'daki can yakan ilişkiler, Dolmabahçe politikaları, yerlerde sürünen bir dış politika, Suriye maceramızın bedelleri, perişan bir yargı, ve en son FETÖ canavarı olmak üzere sürekli aldatılmışlıklar ve özürler gördükçe ürperiyorum. 

Ve gelinen noktada  Suriyelilerden devşirilen seçmenler görüyorum!  Bir EVET uğruna yarab ne tavizler veriliyor diyorum ve  sayın Bahçeli 'nin Tayyip Bey'in dahi aklından neredeyse çıkmışken ülkenin başına açtığı bu yarayı nasıl iyileştiririz diyerek kendimi sorguluyorum. 

Ah bu ihtiraslar ve tatminsizlikler ah!  Değermiydi bunlara sayın Bahçeli , değermiydi ? 
Ülkücülere ite köpeğe tapan fatihayı bile bilmeyenler diyen, Türk milli kimliğini kabul etmeyip yalnız dini kimliğinle kendini tanımlayan, Türk milliyetçiliğini ayaklarımın  altına aldım diyen sayın Erdoğanı Başkan yapmak için verilen bu tavizlere değermiydi ? 

En son sayın Başbakanı Bozkurt işareti yaptı diye göklere çıkardınız da ne oldu ? Ardından Güneydoğuda  Nakşi Halidi Kürt kökenli vatandaşjarımızı EVET cephesinde toparlasın diye 
Barzani'yi getirip sözde Kürt bayrağını  şanlı Türk Bayrağımızın  yanına Atatürk havaalanına astılar ! 

Çok güzel ve bizleri rahatlatan tepkiler koydunuz sayın Bahçeli ! 
Ama sonunda golü kendi kalemize attınız! 

Her şeye rağmen EVET vereceğinizi tekrarladınız! .
Yandı Ülkücü yürekler kül oldu ! 

Değermiydi sayın Bahçeli değermiydi? 
Bir koltuk uğruna   VER MERAL'İ AL BAŞKANLIĞI  uğruna değermiydi?