Bir kişi hata yaparsa zararı kendinedir. Ama devleti yönetenler hata yaparsa bunun cezasını topyekûn millet öder. Bu açıdan devleti yönetenlerin hata yapma lüksleri yoktur. Son derece dikkatli olmak zorundadırlar.

Devletleri ayakta tutan en önemli unsur şüphesiz adalettir. Hazreti Ömer (ra) “Adalet mülkün temelidir.” derken bu gerçeğe dikkat çekmiştir.

Adalet, evrenin ruhudur ve ruh olmadan da devletlerde düzen sağlamak mümkün değildir. Zaten bugün bütün dünyadaki ülkeleri incelediğimizde adaletin küçüldüğü ülkelerde, suç oranlarının çok artığını ve hakim olanın suçlular olduğunu görüyoruz. Adaletin işlemediği ülkelerde mafya ve suç örgütleri alabildiğine palazlanır ve bütün devleti kanserli hücreler gibi sarar.

Adaletin olmadığı yerde ahlaktan da bahsedilemez. Bu noktada Mahatma Gandhı’nin şu sözüne hak vermemek elde değildir:

“Adaletsiz rejimi, adaletle yıkınız.”

Adaletsizliği adaletle yıkma yoluna gidilmediği için ülkemizde sık sık darbeler ve darbe girişimleri yapılmakta ve sistem baştan aşağı suçluların cirit attığı bir vahaya dönüşmektedir.

Adaletin hakim olmadığı sistemler suçlu üretir. Bunun en büyük örneklerini 12 Eylül darbesinde ve sonrasında yaşadık. 12 Eylül’ün darbeci generalleri adaletsizliğin en büyük örneklerinden birini sergilemişlerdir. Darbecilik baştan zaten en büyük adaletsizliktir ve sonuçları itibariyle peşinden yine büyük adaletsizlik doğurmuştur.

12 Eylül darbesini yapanlar güya mevcut ortamdaki anarşiyi ortadan kaldırmak için darbe yaptıklarını iddia etmişlerdir. Adaletsizlikten doğan terörü yeni bir adaletsizlikle çözmek asla mümkün değildir.

12 darbecileri sözde adalet getiriyorum diyerek adaletsiz bir darbeye girişmiş ve sonunda PKK gibi bir örgütü besleyerek ülkenin başına musallat etmiştir.

Bilindiği üzere 1974 yılında Marksist Leninist bir örgüt olarak kurulan PKK, Kürk halkının hakkını koruma bahanesini yüzüne maske olarak geçirmiştir. 1980 yılına kadar devlete karşı hiçbir harekette bulunmayan PKK, 12 Eylül sonrasında içeri alınan sempatizanlarının eğitilmesi sonucu tam bir terör örgütüne dönüştürülmüştür.

12 Eylül 1980 sonrasında Diyarbakır Askeri Cezaevi'ne beraber atılan PKK’lı militan ve sempatizanlar burada ıslah edilip kazanma yerine kendilerine yapılan baskı ve işkenceler sonunda hepsi örgütlerine bağlı birer militan haline dönüştüğüne dair hem devletin istihbarat raporları hem de PKK kaynaklarında anlatılmaktadır.

İşin ilginç yanı 12 Eylül zihniyetinin yaptığı yanlışlar PKK sempatizanlarını bile militanlaştırırken 15 Temmuz sonrasında da devletin FETÖ ile yürüttüğü mücadeledeki bazı yanlışlarda FETÖ sempatizanlarını ve bu şeytani yapıya sırf İslami hizmet yapıyorlar zannıyla destek verenleri de militanlaştırmıştır.

17/25 Aralık FETÖ operasyonundan sonra bu şeytani yapıyı deşifre eden biri olarak o dönemde benimle temas kuran devlet yetkililerine şunları söylemiştim:

“Devletimizin FETÖ ile mücadelede yapacağı en önemli faaliyetlerden biri bu şeytani yapının yönetici kesimleri ve hangi kesiminde olursa olsun suç işleyenlerini bulup cezalandırırken, bu yapıya İslami hassasiyetlerinden dolayı herhangi bir şekilde destek veren sempatizanları kazanma yoluna gitmelidir. Devlet burada analığını veya babalığını göstermeli ve projeler gerçekleştirerek bu kesimi mutlaka FETÖ isimli şeytani yapının elinden kurtarmalıdır. Aksi halde FETÖ, kısa zamanda bu sempatizan kesimleri de maniple ederek militan kadrolara dönüştürebilir. Bu açıdan devletini, milletini, dinini seven herkesi bu hususta hassas davranmaya davet ediyorum. Aksi halde bu şeytani örgütün başımıza açacağı gaileleri uzun yıllar gidermek mümkün olmayabilir.”

Bu türden açıklamaları hem FETÖ darbesini soruşturmak için kurulan TBMM Araştırma komisyonuna, hem FETÖ Çatı ana davasındaki tanıklığım sırasında hem de yaptığım birçok TV programında ve yazdığım makalelerde sesli biçimde haykırdım. Ama sebebi nedir bilinmez sesimi duymalarına rağmen duymazdan gelenleri gördükçe FETÖ’nün devletin en kılcal damarlarına nasıl sızdığını bir kez daha derinden müşahade ettim.

Bu hususta benim gibi FETÖ ile hayatı pahasına mücadele edenlerin sesine kulak verilmediği gibi bir de üstüne bizlerde neredeyse FETÖ’yü deşifre ettiğimiz için suçlu konumuna sokulmak istendik. Bütün partilere sızmış olan ve hala yerinde duran FETÖ’nün siyasi ayağına operasyon yapılmadığı için bu kripto FETÖcüler bize karşı itibarsızlaştırma suikastlarında bile bulundular.

FETÖ isimli bu şeytani örgütle baş etmek sadece emniyet ve yargı eliyle mümkün olamayacağını yıllardır haykırıyoruz. Devletimizi yönetenler FETÖ ile mücadeleyi en başta İslami ve kültürel yönden olmak üzere siyasi, ekonomik, sosyal vs. bütün alanlarda çok planlı şekilde yapmak zorundadır.

Bu hususta Sayın Erdoğan maalesef kendi ifadesiyle en yakınları tarafından bile yalnız bırakılmaktadır. Kendisine verilen yanlış bilgilerle yapılan bazı atamalarda hala FETÖcülerin devletin en kritik makamlarına atandıklarını haberlerde sık sık okuyoruz.

FETÖ isimli CIA yapılanmasına karşı devletimizin yapacağı en isabetli karar acilen bir “FETÖ İLE MÜCADELE ÜST KURULU” kurması ve bu alanda ön cephede savaşanları bu kurula almasıdır. Çünkü çok Sofistike bir yapıya sahip bulunan FETÖ isimli şeytani örgüt ve lideri her türlü psikolojik savaş tekniklerini kullanarak hainliğine devam etmektedir.

Başta Sayın Erdoğan olmak üzere devleti yönetenler bu şeytani yapıyı “İhanet, Ticaret ve İbadet” diye üç kategoride sınıflandırdı ama sınıflandırmanın gereği yapılmadı/yapılamadı. İhanet kesiminin yurt dışına kaçmasına adeta göz yumuldu. Ticaret kesimi ile bizzat Ak Partili vekillerin ifadeleriyle “FETÖ BORSASI” oluşturularak kaz gibi yolundu ve iktidar erkini kullananların bazılarını bu yolla çok zengin oldu. Operasyonların kahır ekseriyeti ise “İbadet” kesimine yönelik yapıldı. Zaten FETÖ isimli şeytani yapı bu kesime operasyon yapılması için bütün kripto elemanlarını kullanmaktan çekinmedi. Böylelikle kamuoyunda önemli bir algı oluşturmayı başardılar.

Örgütün ibadet kesimini oluşturan ve sayıları yüz binleri bulanların kahır ekseriyeti bu örgüte “İslami hassasiyetlerinden” dolayı katıldığını herkes bilir. FETÖ yapılanmasını iyi bilen biri olarak iddia ediyorum ki, FETÖ ile yapılan mücadeledeki bazı yanlışlar olmasaydı adı zikredilen ibadet kesiminin % 90’nı devletinin ve milletinin yanında yer alırdı. Devlet ve hükümet bu hususta maalesef hassas davranmadı. Suçun şahsiliği ilkesi işleterek suç işleyenleri ayırdıktan sonra İbadet kesimi kazanılma yoluna gidilmeliydi. Nasıl ki Sayın Cumhurbaşkanı, “Bu yapıya bilmeyerek yardım ettim. Devletim ve milletim beni affetsin.” Diyorsa, bu sempatizan (ibadet) kesimine de bu tevbe etme hakkı tanınmalıydı. Bu yapılmadığı için örgüte İslami hassasiyetlerinden dolayı destek verenler örgütün elinden kurtulamamış ve hatta bu kesime yapılan bazı haksızlıklardan dolayı çoğu tıpkı 1980 darbe sonrası Diyarbakır cezaevinde olduğu gibi devletine düşman hale getirilmiştir.

Şu sıralar mahkemelerde görülen davalarda maalesef FETÖ’nün militan kesimi ile ibadet kesimini aynı kefeye koyularak yargılama yapılmakta ve bu durum CIA yapılanması olan FETÖ örgütünün ekmeğine yağ sürmektedir.

Suçun şahsiliği ilkesini çalıştırarak kim mevcut kanunlara göre suç işlemişse elbette gereği yapılmalıdır. Ama bu yapılırken yukarıda değindiğim gibi sadece İslami hassasiyetlerinden dolayı bu örgüte “örgüt olduğunu bilmeyerek” yardım eden, para toplayan, bankasına para yatıran, okuluna çocuğunu gönderenlerin (Cumhurbaşkanı’nın tasnifi ile ibadet kesiminin) suç işleyen örgüt mensupları ile aynı kategoride değerlendirmek hem davaların sulandırılmasına hem de on binlerce insanın örgütün kucağına itilmesine sebep olmuştur/olmaktadır.

Bu gerçeği 4 Şubat 2014 tarihli Sabah gazetesinin manşetinden verdiği açıklamalarımda açık biçimde ortaya koymuştum. Bana sorulan, “Cemaatteki eski arkadaşlarınız, dostlarınız, talebeleriniz ve bu yapıya İslami hassasiyetinden dolayı destek verenler hakkında bugün ne düşünüyorsunuz?” şeklindeki soruya verdiğim cevapta meseleye dikkat çekmiş ve şöyle demiştim:

“Şunu açıkça söyleyebilirim. Bu yapının % 95'i gerçekten Anadolu’nun güzel insanlarıdır. Sokaktaki insanlarla karşılaştırıldığında eli ayağı öpülecek insanlardır. İslam için bir şeyler yapmak gayretindedirler. Fakat ne yazık ki % 95'i yöneten % 5'lik kesim esas ihanet içinde olanlardır. Bu yüzde 5’lik kesim fitne yayıyor, siyasete yön vermeye, polis-yargı darbeleri yapmaya çalışıyor. % 95’lik Anadolu insanının samimiyetini uluslararası istihbarat örgütlerine pazarlayacak derecede oyunlar oynuyorlar. Bu yapının yüzde 95’i temizdir. İhanet şebekesi yüzde 5’tir.”

O dönemde bugün içine düşülen yanlışa dikkat çektim ve bunu yüzlerce kez yüksek sesle hemen her yerde haykırdım. Maalesef FETÖ ile mücadelede devlet, hükümet ve medya buna dikkat etmediği için bu Sofistike örgüte bilmeyerek sadece İslami hassasiyetinden dolayı yardım eden on binlerce bu ülkenin insanı örgütün bilinçli militanı haline dönüştürülmüştür. Bu bilerek yapılmışsa ihanet, bilmeyerek yapılmışsa gaflettir. İster ihanet ister gaflet olsun sonuç devletimiz, milletimiz için büyük zararlar doğurmuştur.

BU ZARARLARA BİLEREK KAPI AÇANLAR BU DÜNYADA OLMASA DA ÖBÜR DÜNYADA MAHKEME-İ KÜBRADA YAKASINI BİZDEN KURTARAMAYACAKTIR.

VESSELAM.