Türk milleti için anlamı olan bozkurt motifi, Hitler selâmına benzemesi, faşizmin sembolü olması gerekçesiyle Almanya ve Avusturya’da yasaklanmak isteniyor.

Avrupa kamuoyu, 13 yıl evvel bir filmle bu operasyona hazırlandı. Bozkurt işaretinin kötülüğün, terörün, insan kaçakçılığının sembolü olduğu algısı oluşturuldu.

Orijinal adı L’empire des Loups olan Kurtlar İmparatorluğu, 2005 Fransız yapımı. Jean-Christophe Grangé’ın romanından uyarlanan filmin konusu şöyle:

Hâfızasını kaybettiği için tedâvi gören Anna Heymes, geçmişinin peşine düşünce Sema Gökalp adında bir Türk olduğunu ve “Bozkurtlar” denilen Türk terör örgütüne mensup olduğunu öğrenir.

Türk göçmen kadınları öldüren bir câninin peşine düşen dedektif Paul Nerteaux, Türk mahallesini iyi tanıyan eski polis Jean-Louis Schiffer’den destek ister. Birlikte cinâyeti çözmeye çalışırken Fransa’nın “Terörle Mücâdele” birimiyle yolları kesişir. Teröristlerin arasına sızmak için zihin kontrolü üzerine çalışan ve bir göçmen kadından bir Fransız ev kadını çıkarmayı deneyen birim, seçtikleri göçmen kadının Sema Gökalp olduğunu bilmeden denek olarak kullanmışlardır. Çünkü Sema, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı yapan “Bozkurtlar”a ihânet etmiş ve yüzünü değiştirmiştir.

İki olay birleşince ucu Kapadokya’ya uzanan br kovalamaca başlar.

TERÖR BAHÂNESİYLE HİLÂL VE TÜRK DÜŞMANLIĞI

Filmde terör örgütü olarak gösterilen Bozkurtlar, ülkücüler. Açık olarak ülkücüler denmiyor ama bozkurt işâretinden anlaşılıyor. Filmdeki liderleri İsmâil Kutsi, küçük çocukları dağa kaçırıp terörist yapmak dâhil, her türlü pis işi yapıyor. Hattâ sübyancı olduğu çağrışımı da var.

Ülkemizde çocukları küçük yaşta dağa hangi örgütün kaçırdığı gerçeği ortadayken Grange’ın, böyle bir kurguyu direk PKK üzerine yazılabilecekken ülkücüleri seçmesi, ilginç bir durum.

Ülkücülerin poşulu, şalvarlı teröristler olarak gösterilmesi, hattâ “Zamanın Kumları” filmindeki haşhâşîlere benzetilmesi bir yana, Fransa’ya göçen Türklerin hâli de içler acısı. Türk mahallesi, çok korkunç. Kaçak Türkler, fârelerle içiçe çalışıyorlar. Bütün bu mekânlarda gözümüze Türk bayrağı ve hilâl şeklindeki kolyeler sokuluyor. Yâni Türk bayrağı ve hilâl, kötülüğün sembolleri.

Fransa’da durum böyleyken Türkiye’deki manzara da -Kapadokya ve Boğaz manzarası hâriç- pek içaçıcı değil. Karaköy’deki meyve hali görüntüleri, Peri bacalarındaki köylülerin ilkel ve çâresiz hâlleri, akılda kalıyor sâdece. Çocukları dağa kaçırıp terörist yapan Kutsi’nin elindeki tesbhi de unutmayalım.

Ülkücüleri terörist yapan filmin, Türkiye’de kadın olmak üzerine de bir mesajı var. Filmde iki Türk kadını var. Birisi Sema; diğeri, atölyede çalışan kaçak Türk kadını. Fransız kadınlar ise gâyet gelişmiş ve hayatlarından memnûnlar. Bir psikiyatrist kadın, Sema’ya yardım ediyor. Diğeri ise dükkânda çalışan bir kadın ve karakolda görevli. Yâni Fransız kadınların hayat şartları, çok iyi ve bireysel.

Psikiyatrist, hâfızasıını geriye kazanan ve Anna Heymes olmadığını öğrenen Sema’ya ne düşündüğünü sorunca şöyle diyor:

“Anna Heymes olmayı tercih ederim.”

Açıkçası filmi seyreden her kadın, Anna Heymes olmayı tercih eder. Yâni bir Türk kadını değil, Fransız kadını olmayı ister. Çünkü filme göre Türkiye’de kadınlar, sâdece köle. Okumuyorlar, çalışmıyorlar, yaşamıyorlar. Bozkurtlar denilen terör örgütüne hizmet ediyorlar.

Netice olarak bozkurt işâreti, Avrupalıların zihninde terörün sembolü olarak kaldı.

Bu film 2005’de gösterime girdiğinde yer yerinden oynamalıydı ama olmadı.

Nasıl olsun?

Elin oğlu bunu yaparken içerideki uzantıları ise dönem dizilerinde ülkücüleri, kâtil, terörist, şapşal kabadayı olarak gösteriyordu.