Kılıçdaroğlu’na yapılan saldırının arkasından geçmiş yıllarda İnönü’ye ve Ecevit’e yapılan saldırılar hatırlatıldı. Günlerdir, “Acaba Erdoğan başbakanken yapılan saldırıları hatırlatan olacak mı?” diye bekliyorum. Sâdece Erdoğan’a mı? Ne zaman bir şehid haberi gelse AK Parti’ye oy verenlere, “Mutlu musunuz?” bakışları atılırdı.

Nihâyet Sabah yazarı Hilâl Kaplan, 31 Mayıs 2011’de Başbakan Erdoğan’ın otobüsüne yapılan saldırıyı hatırlattı.

“Yıl 2011. Başbakan olan Erdoğan, halkla buluşmak amacıyla Hopa'ya gidiyor. Başbakan'ın bulunduğu otobüs, ‘Tek yol sokak, Tek yol devrim’ yazılı pankartların asıldığı, Halkevleri'nin bulunduğu yerden taşlı sopalı güruhun saldırısına uğruyor. Bir polisimiz, başından aldığı darbeyle yoğun bakıma kaldırılıyor.” (23 Nisan 2019-Sabah)

Çok yerinde bir hatırlatma doğrusu ama eksik! Ben tamamlayayım.

“Bir zamanlar barıştan bahseden Erdoğan da ‘kanlarında boğulacaklar’ demişti, o kanda ilk boğulmak istenenin kendisi olduğunu bile bile... Başka türlüsünü söylemeye hâlâ cesâret edemiyor anlaşılan." (23 Haziran 2010-Taraf)

“Hemen her Müslüman’ın bildiği bu anlatıyı paylaştıktan sonra dinleyicilere şunu sordum: ‘Eğer merhametlilerin en merhametlisi Hz. Peygamber bile sevgili amcasını öldürüp ciğerini söken birini pişman olmasına rağmen affetmekte zorlanıyorsa, Kürtler evlâdının ölü bedenine işkence edilmesini bile meşrûlaştıran bir başbakanı nasıl affedebilir? O başbakanın yönettiği devlete nasıl âidiyet hissedebilir? Diğer yandan Başbakan’ın bu âşikâr zulmü meşrûlaştırıcı tavrının da aynen devam ettiğini Dolmabahçe’deki toplantıda yine utanarak müşâhede ettim. Üstelik zulme sâhip çıkmasını siyaset yapmasından ötürü halkın çoğunluğunu kaybedemeyeceğine bağlayarak anlamamızı talep ediyordu. Ben değil ama Akçakoca halkının Başbakan’a bir mesajı var aslında: Biz ilkel bir kabile değiliz Sayın Başbakan.” (21 Temmuz 2010-Taraf)

“Trafik canavarlarının sadece alkol alanlardan ibaret gösterilmesini geçtim, ‘aksırana, tıksırana kadar içiyorlar’ diye tabir edilmek içki içmeyen birisi olarak beni bile rahatsız etti. Burada içki içenleri ötekileştirerek içki içmeyen çoğunluğun kalbini kazanmak gibi bir motivasyon söz konusu herhâlde. Böylelikle “yaşam tarzı siyaseti” üzerinden kutuplaşma sağlanarak ne Kürt meselesinde ne asker-sivil ilişkilerinde ne de AB sürecindeki çuvallamalar gündeme gelmeden kolay yoldan oy kazanılmış olacak. Anlayacağınız AKP sâhil şeridini ya da yüzde 42’yi çoktan gözden çıkarmış durumda.” (19 Ocak 2011-Taraf)

Yaptığım alıntılar, Hilâl Kaplan’a âit. Kaplan, 16 Şubat 2011’de inanılmayacak bir şey yaptı. Firavunları deviren Mısır devrimini kıskandığını yazdı. “Bizde niye olmuyor?” diye hayıflandı.

Şimdi sorum şu:

Başbakan Erdoğan’a yapılan saldırıda Hilâl Kaplan’ın yazdıkları tesirli olmuş mudur olmamış mıdır?

Garip değil mi?

Dün PKK güzellemesi yapanlar, bugün şehidlere sâhip çıkıyorlar. Dün iktidara saldırtanlar, bugün muhâlefete saldırtıyorlar. Dün şehid cenâzesi geldiğinde Erdoğan suçluydu, bugün İmamoğlu suçlu!

Oyun, çok peli-kancıkça!

Bir başka Sabah yazarı Haşmet Babaoğlu, bugün şöyle yazdı:

“Tedirgin değil, âgâh olalım yeter!”

Âgâhız Haşmet Bey, âgâhız!

O kadar âgâhız ki midemiz bulanıyor.

KEMTER KULLARIN Mİ’RACI

“Tufeylîler misâli dâmeninden el bırakmam âh

Nasîb olsun bu kemter kullara mi’râc n’olur Allah”

Bu beyit, Hayreddin Karaman’a âit. Mi’rac Kandili olmadığı hâlde seçim günü köşesinde yayınladığı şiirinin son beyiti. “Bugün Müslümanların mi’racı olsun. Sandıkları patlatalım.” demek istedi besbelli.

Kemter; âciz, fakir, noksan, eksik demek. Buram buram tasavvuf kokan bir şiir.

Hoca’nın duâsı kabul oldu. Kemter dâmâdı Prof. Dr. Ahmet Saim Kılavuz, Bursa Uludağ Üniversitesi’ne rektör atandı.

Üstelik yeni rektörün oğlu ve ağabeyi, FETÖ soruşturması kapsamında önce açığa alınmış; sonra görevlerine iâde edilmişler.

Karaman’ın kemter oğlu Prof. Dr. İhsan Karaman Medeniyet Üniversitesi rektörü olmuştu. Geçtiğimiz aralık ayında bu görevi bitti.

Önce oğul, sonra dâmât. İkisi aynı anda olursa dikkat çeker.

Sırasıyla...

Usûletle ve suhûletle...