İşte o açıklamalar:

Son günlerde yaşanan eş zamanlı gelişmeler, Türk tarihindeki buhranlı dönemlerin bir benzeri olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’nin topyekûn bir saldırı ve kuşatma altında olduğu çok açıktır.

Böylesi zamanlarda yaşanan kısır çekişmeler ile devlet ve siyaset hayatında hakim olan kişisel ikbal hesaplarının Türk milletine ağır bir fatura çıkardığını yine Türk tarihi bize söylemektedir.

Öte yandan sorumluluk makamında bulunanların şahsi beklentilerinin karşılanmasının, yangın yerine dönmüş olan ülkemizin sorunlarının çözümüne bir çare olamayacağı ve hatta daha da ağırlaştıracağı aşikârdır.

Son dönemde ülke gündemine yeniden giren sistem tartışmaları, tam da böyle bir tablonun sonucudur. Yeri ve gereği yokken böyle bir tartışmanın fitilini ateşlemek ve ülke gündeminin ilk maddesi haline getirmek, Bizanslı din adamlarının İstanbul kuşatması sırasında, meleklerin cinsiyetini tartışmasından farksızdır.

Yapılan tartışmaların amacının hukuk devletine uyum sağlamak olmadığı açıktır. Tam tersine, fiili durumu hukuka uydurmaya çalışmak ve bu çerçevede, Makyavel’e rahmet okutacak yöntemler kullanmak tam bir akıl tutulmasıdır.

Ülkenin gündemi ve önceliği FETÖ, PKK, PYD, IŞİD gibi darbeci, bölücü, yıkıcı ve ayrılıkçı terör örgütleriyle mücadele etmek olduğu halde, olağanüstü hal şartlarının getirdiği iklimden yararlanmak suretiyle Türkiye’nin rejimi değiştirilmek istenmektedir. Partili Cumhurbaşkanlığı formülünden, tam başkanlık sistemine kadar uzanan bu rejim değişikliği formülleri, adeta bir oldu-bitti mantığıyla dayatılmaktadır.

Anayasamızda yazılı görevlerinin ve yetkilerinin virgülüne dahi dokunulmadığı halde, sırf seçilme yöntemini bahane ederek, anayasayı çiğnemek ve ortaya çıkan fiili durumdan bir rejim değişimi devşirmek, demokratik bir hukuk devletinde asla kabul edilemez.

Yapılması gereken, hukuku kişilere uydurmak değil kişilerin ve kurumların hukuka uymasını temin etmek, uymayanlardan da demokratik nizam içinde hesap sormaktır.

Daha önceki açıklamalarımızda defalarca ifade ettiğimiz gibi, her önüne gelenin kandırdığı AKP iktidarının kurgulayacağı sistemin nasıl bir gelecek inşa edeceğini merak edenler Ergenekon’a, Balyoz’a, 2010 referandumu sonrası gelişmelere ve ülkeyi getirdiği yere, yani 15 Temmuz’a bakmalıdır.

MHP’yi ve Ülkücü Hareket’i bu ülkenin, milletin ve devletin teminatı olarak gören milyonlarca vatandaş, MHP’nin başkanlık sistemine parlamentoda ve referandumda “Hayır!” demesini beklemektedir.

Milyonlarca ülkücü, Sayın Başbakan’ın Trabzon meydanında açıkladığı “Anayasayı MHP ile birlikte değiştireceğiz ve başkanlık sistemini hayata geçireceğiz” sözünü, MHP yönetiminin acilen açıkça ve resmen yalanlamasını talep etmektedir.

Ülkücüler, MHP yönetiminden, ülkenin rejimini değiştirecek önemli bir teklif karşısında, gerekirse büyük kurultayı toplayıp ortak akılla karar almasını arzulamaktadır.

“Önce ülkem ve milletim, sonra partim, sonra ben” anlayışı, başkanlık sistemine onay vermenin gerekçesi olamaz, olmamalıdır.

MHP ve Ülkücü Hareket, şimdiye kadar ödemesi gereken bütün sosyal ve siyasal bedelleri ödemiş; Türk siyaset hayatında, “Önce ülkem ve milletim” anlayışını kendi adına tescil ettirmiştir. Artık yeni bir tescile ve ispata ihtiyaç bulunmamaktadır.

Ülke ve millet menfaatlerinden ziyade, kendi iktidarının ve yandaşlarının menfaatini önceleyen AKP’nin projeleri ve hayalleri için kendi geleceğini tehlikeye atmak, MHP’nin ve Ülkücü Hareket’in görevi değildir.

“Önce ülkem ve milletim” diyen bir kurumu ve hareketi zayıflatarak ve nihayetinde yok ederek ülkeye hizmet ettiğini öne sürmenin hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Her ne gerekçeyle olursa olsun “Önce ülkem ve milletim” diyen MHP’yi kurban etmek, eşi bulunmayan bir hazineden vazgeçmek demektir.

Darbelerden, darağaçlarından ve işkencelerden yılmayan ülkücüler, kendi hakkını ve hukukunu koruyacak, “oldu-bitti”lere ve dayatmalara, asla boyun eğmeyecektir.

Bunca yıldır parlamenter sistemi savunan ülkücüler, başını çekmedikleri bir projenin parçası olmayacak, kurucu liderimiz Başbuğ Alparslan Türkeş’in “En büyük eserim” dediği MHP’nin göz göre göre yok olmasına izin vermeyecektir.

MHP’nin ve Ülkücü Hareket’in ihtiyacı; ortak gönül, ortak akıl, ortak fikir ve ortak başarı ilkeleriyle kendi ülküsüne ve hedeflerine kenetlenmektir.

Bu çerçevede, 40 yılı aşkın bir süredir, Ülkü Ocaklarından ve Gençlik Kolları’ndan başlayıp MHP’nin birçok kademesinde görev yapmış kıdemli bir ülkücü olarak, parti yönetimimizi uyarmayı ve bütün ülküdaşlarımızın dikkatini çekmeyi tarihi bir görev sayıyorum.

Tarih bize, Kara Kağan olmayı değil Kürşad gibi başkaldırmayı, İlteriş Kağan gibi Türk devletini aslına uygun bir şekilde derlemeyi ve toparlamayı emretmektedir.

MHP ve Ülkücü Hareket, bu görevini unutmamalı ve görevinin gereğini yapmalıdır.(12 Kasım 2016)

KORAY AYDIN

Editör: TE Bilişim