2017 YILINDA “ MİLLÎ BİRLİK VE BERABERLİK Mİ”?  PEKİ NASIL ?


•    Bir ülkede işler sarpa sarar ve “gelecek kaygısı ve korku iklimi” herkesi teslim alırsa, sükûnet döneminin “kerameti kendinden menkul dervişleri” misali, muktedirler çok hızlı bir şekilde “millî birlik ve beraberliğin” öneminin farkına varır ve bu duygularımızı köpürtmek üzere derhal harekete geçerler.

•    Millî birlik ve beraberlik; bir milletin var oluşunun sebebi ve gerekçesi olarak kabul ettiğimiz, “vatanının, milletinin ve devletinin açık ve yakın tehdit altında bulunduğu” tarihi dönemlerde, ortaya konulması gereken toplu direniş ve mukavemet duygusudur.  Bir milletin kendi geleceği ve kaderine sahip çıkması, varlığının sebebi saydığı değerleri canı ve malı pahasına korumak üzere ortaya koyduğu savunma psikolojisine “millî birlik ve beraberlik” diyoruz. 
 
•    Bir milletin hayatında adını “millî birlik ve beraberlik” olarak koyduğumuz bu toplu direniş ve fedakârlık psikolojisinin var olabilmesi veya bu yöndeki çağrıların karşılık bulabilmesi için karşılaşılan tehlikenin “sahihliği” kadar, çağrı sahiplerinin “samimiyeti” de hayati  önemdedir.


•    Samimiyet derken kastımız şudur: Bu çağrının sahipleri, içinde yaşadıkları toplumda karşılaştığımız tehlikenin niteliğini kavrayabilmişler mi,  verilecek mücadelede “nimet külfet dengesini” kurabilmişler mi?


•     Milleti bir bütün olarak kucaklayabilmiş, siyasi “kabileleşme” yerine, gerçek anlamıyla millîliğin ne olduğunu anlayabilmiş ve “milliliği” savunabilmişler mi? Milletin doğuştan sahip olduğu hâk ve hürriyetlere saygı duymuş ve bu hâkların teminatı olabilmişler mi? Millet iradesinin demokratik meşruiyetine gerçekten samimiyetle inanmışlar mıdır?


Bu soruları sonuna kadar uzatabiliriz tabiî ki…


•    Öncelikli olarak ifade etmeliyiz ki, bu satırların sahibi ve okuyucuları, tehlikenin “sahihliği” karşısında, yapılan çağrıların “sahipleri” ve “samimiyetine” bakmaksızın, her daim “millî birlik ve beraberlik” ruhunun sorgusuz sualsiz yanında olacak kadar vatansever ve milletine bağlı bir camiadan gelmektedirler.


•    Bizler; millî tehdit algısını herkesten önce hisseden, herkesten önce direniş refleksimizi ortaya koyan, kimsenin çağrısını beklemeden harekete geçen, bu milletin direniş katsayısını temsil eden Türk Milliyetçileriyiz.


•    Hayatları ve ömürleri boyunca defalarca vatanseverlik sınavından “canları, kanları ve istikballeriyle” defalarca geçmiş olan bir neslin aciz bir temsilcisi olarak, “millî birlik ve beraberlik” çağrılarında bulunanlara samimî hatırlatmalarda bulunmak istiyorum.
 
Millî birlik ve beraberlik çağrılarının yerine gelmesi, 


karşılıksız kalmaması veya içinin boşaltılmaması için;


•     Farklı sebep ve haklı gerekçelerle siyasi muktedirlerin irade ve tercihlerine kayıtsız şartsız “itaat” ve “biat” etmeyenleri kolayca ve kahredici bir biçimde “hain” sıfatına muhatap etmemek gibi bir akl-ı selimi gösterebilir miyiz acaba ?
 
•     Hayatları boyunca Türk Milliyetçiliği fikriyatından ayrılmayan, ‘’millet’’ mefhumunu lafzen değil, özüyle siyasetlerinin merkezine koyan,  “tarikat ve cemaat” gibi yapıları biat unsuru yapmayan, milletin bütününü kucaklamaya çalışan memleket evlatlarını, bütün devlet kademelerinden kazıyıp atmaktan vazgeçilmelidir.  


•    Bu evlatlarımıza yalnızca “şehit” adaylığı ve güvenlik bürokrasisinde yer alabilmek münasip görülüp, bunun dışındaki devlet kademelerinde bizlere “parya” muamelesi yapmaktan derhal vazgeçilmelidir. Haklarını yiyor değiliz. Etrafınıza bir bakın isterseniz; partiliniz olmayan bir şube müdürü ve tek bir okul müdürü bulabilir misiniz?


•     İktidar partisinin yandaşı olarak bilinen kesimler; iktidar elitleri tarafından “iş takibi, ihale, imar rantı, gizli veya açık ortaklıklar” vasıtasıyla kamu kaynaklarını kullanarak zenginleşen bir sınıfa dönüşmüşken, kamu alanından itilmiş ve kakılmış  kesimlerin “millî birlik ve beraberlik” ruhunun tahrip edildiği akıllarına geliyor mudur?


•    Millî birlik çağrıları yapan iktidarın sosyal ve siyasi hayatı etkileyen bütün kararlarına bakıldığında, bu kararların hiçbir kesimi dikkate almadan “tek parti yönetimi” tarzıyla yürürlüğe konulduğunu gören insanları, hamasi  nutuklarla bir arada tutabileceklerini nasıl düşünüyorlar acaba?


•     Milletin meclisi olan TBMM’nin çalıştırılmadığı, kanunların dar bir oligarşik kadro tarafından hazırlanan “yasa tasarıları” yoluyla meclisin otomatik onay mekanizmasına dönüştürüldüğü bir siyasal anlayıştan, nasıl milli birlik ve beraberlik duygusu devşirilir?


•     Servet ve zenginliğin kimlerde olması gerektiğine, kimlerin sosyal ve siyasal statüye sahip olmasına karar verildiği, bu amaçla kamu gücü ve kaynaklarının acımasızca kullanıldığı bir vasatta, milli birlik ve tek millet nutuklarına nasıl karşılık bulunur?


•     Basın-yayın kuruluşlarında kimin “yazıp-çizeceğinin”, TV’lerde kimin “yorumculuk” yapacağının bile kapalı kapılar arkasında iktidar gücüyle belirlendiği ve millet olarak tek taraflı bir “toplu hipnoz” seanslarına muhatap olduğumuz bir siyasal iklimde “gönüllü birlikteliğimizi” nasıl tesis edeceğiz, hiç düşündünüz mü acaba?


•    Milletin birliği ve devletin bekâsı yönündeki kaygıların hamasi nutuklarla dile getirilmesi, milli birlik ve beraberlik duygusunun tesisi için yeterli bir psikolojik sebep midir acaba?


•     Milli birlik ve beraberliği tesis için; demokratik esaslarla yönetilen toplumlarda, vatandaşın aidiyetini artıracak şekilde siyasi yetkiler çoğulcu bir şekilde ve değişik organlarca kullanılır. Otoriter rejimlerde ise siyasi güç tek odakta ve tek lider veya onun oluşturduğu iktidar oligarşisinde toplanır. Hakkaniyetle cevap verelim şimdi: Vaziyetimiz hangisine yakındır? Mevcut vaziyetimizin ‘’milli birlik ve beraberlik’’ duygularımızı artırmaya uygun şartları taşıdığını söyleyebilir miyiz?


•     Hele hele millî birlik ve beraberlik duyguları ön plana çıkarılırken, bütün devlet yetkilerinin “tek adam”da toplanmasını öngören anayasa değişikliğinin, geniş kesimlerle tartışılmaksızın kapalı kapılar ardında karara bağlanmaya çalışıldığı bir atmosferde “millî birlik ve beraberlik” çağrısı biraz sakil durmaz mı?


•    Milli birlik ve beraberlik çağrısı yapanlar, geçekten “milliliğe” inanıyorlarsa, öncelikle “hakimiyetin kayıtsız şartsız millete ait olduğunu”, bu yetkinin bir kişi veya zümreye devredilmemesi gerektiğini biliyorlar mı acaba? “Tek adam” yönetimine heveslenerek, millî birlik ve beraberlik tesis edebileceklerine acaba kendileri inanıyorlar mı?


•    Toplumu kutuplaştırarak, bazı kesimleri ötekileştirerek, farklılıklarımızı zenginlik saymak yerine,  hukuktan ayrılarak muhalif kesimlerden yeni hain(!) ve mağdurlar oluşturarak millî birlik ve beraberliği sağlamak mümkün müdür acaba?


•     İçinde yaşadığımız zor şartları epeyce abartarak ve “yeni bir istiklâl savaşı” verilmekte olduğu, bu sebeple daha çok milli birlik ve beraberliğe ihtiyacımız bulunduğu vurgulanarak, bu duygusal atmosferden “yeni bir sistem, yeni bir devlet” devşirmeye çalışarak, millî birlik ve beraberliği inşa edebileceklerinden yana ümitleri var mı acaba? 
 
•    Türk milletinin “tek adam” yönetimi ve “otoriteye” eğilimli olduğu yalanını arsızca savunanlar, bu varsayımdan “millî birlik” mi üretmeye çalışıyorlar acaba? Böyle düşünenler ya bu milleti tanımıyorlar ya da yeterli bir tarih bilgisi ve şuuruna sahip değiller. Her şeye rağmen kendi tezlerine gerçekten inanıyorlar ise, “otoriteye” eğilimli bir millet adına, gönüllü bir beraberlik anlamına gelen “millî birlik ve beraberlik” ruhunun peşinde niye koşuyorlar acaba? Bunca çelişkili hali ruhlarında nasıl barındırıyor, nasıl izah buluyorlar acaba? 


Ortak bir geçmişe sahip, ortak dil ve kültür dairesinde yaşayan, ortak bir medeniyet ve gelecek tasavvuru bulunan vatan evlatlarının,  karşılaştığımız küresel terör saldırılarına karşı her şart altında, devletin ve milletin yanında yer alacağına kuşku bulunmamakla birlikte;
 
BİZ ÇELİŞKİLİ HALLERİ BIRAKIP, HAKİKİ MANDA ‘MİLLİ BİRLİK VE BERABERLİK’ NASIL SAĞLANIR; ÖZETLE ONU CEVAPLAYALIM:


•            Vatandaşı olmaktan onur duyduğumuz, bu kapsamda devletimize verdiğimiz verginin nerelere harcandığının denetlenmesini sağlayacak Sayıştay ve meclis denetiminin devre dışı bırakılmadığı,


•            Hukukun çiğnenmediği, hukuk devleti ilkesinin rafa kaldırılmadığı, bürokrasinin iktidarın hizmetkârı ve militanı haline gelmediği,


•           Demokratik meşruiyete dayalı siyaset yapma tarzı, çoğulculuk yerine; “tek adam” yönetimi arayışının olmadığı, farklı fikirlerin siyasi yandaşlık ve kabilecilik anlayışına dönüştürülmediği, kamunun cemaat ve tarikatlar arasında paylaşılmadığı, ehliyet ve temsil kabiliyetinin esas alındığı,


•            Düşünce ve ifade hürriyetinin kısıtlanmadığı, can ve mal güvenliğinin hukuken teminat altına alındığı, sivil toplumun sindirilmediği, korku iklimi ve şüphenin bütün kesimleri teslim almadığı,


•            Milletin birliği, vatanın bütünlüğü ve devletin bekâsına yönelmiş terör örgütlerine karşı vatan evlatları şehit olurken, muktedirlerin çocuklarının da ara sıra hiç değilse fotoğraf karesine girecek kadar o civarlardan geçtiği, bir tabloyu milletin önüne koyarak milli birlik ve beraberlik çağrılarında bulunabiliriz ancak.


•            Saydığımız hususların hulâsası olarak; nimeti de, külfeti de belli ölçüde de olsa paylaşabildiğimiz, sosyal ve siyasi yapımızın demokratik esaslar, hukuk ve adalet ölçülerine göre tanzim etmenin MİLLÎ BİRLİK VE BERABERLİĞİ sağlamanın yegâne yolu olduğunu vurgulamalıyız.
  
Bu vesileyle, milletçe zor zamanlar geçirdiğimiz 2016 yılının tersine;  2017 yılının ilk saatlerinde uğradığımız alçakça terör saldırılara karşın, yine de;  huzur, barış, demokrasi ve adalet içinde yaşayacağımız bir yıl olması temennisiyle, selam ve sevgilerimi iletirim…

Editör: TE Bilişim