İşte o yazı;

Hükümet sözcüsü, “Bu katliamdan İsrail hükümeti kadar ABD yönetimi de sorumludur” diyor.

Erdoğan da İngiltere’den sesleniyor, oldukça sert bir tonla, “İsrail soykırım devletidir” diyor…

Bahçeli de, “Trump alnına kara leke sürdü…” diyor..

Herkes bir şeyler “diyor”… 

Sonuç ne?

Üç günlük milli yas ilan ediliyor.

Adeta “seçim sonuna kadar ortada görünme” dercesine İsrail büyükelçisine “bir süreliğine git” deniyor.

***

Tabii ki bu katliamdan İsrail kadar ABD yönetimi de sorumludur.

Tabii ki Trump alnına kara leke sürmüştür.

Elbette İsrail soykırım devletidir.

Bunların hepsi doğru. Fakat bunlar bilmediğimiz, yeni öğrendiğimiz şeyler değil ki.

Sorun şu ki; asla şaşırmamız gerekenler karşısında her defasında şaşkınlık rolü kesiyoruz. Bilinenleri bilmiyormuş gibi yapmak, yeni öğreniyormuş gibi afallamak, daha önce defalarca tecrübe edilmişlerle sanki ilk kez karşılaşıyormuş gibi davranmak… Bilinenleri tekrar tekrar tekrarlamak… Yıllardır yöneticilerimizin hepimize ezberlettiği “geleneksel” kınama söylem ve teknikleri bunların hepsi. İsrail kurulduğu günden bugüne neredeyse papağan gibi hep aynı şeyler tekrarlanıp duruyor, coğrafyamızda.

Şu bir hakikat ki; bilinen şeyleri bilmiyormuş gibi davranmak, bu kalıbı tepkileri dindirmek, eleştirilerin önünü almak için can simidi gibi kullanmak, çaresizliğimizin üzerine böylece yorgan çekmek, bildiğimiz kötü şeylere hizmet etmekten başka bir şey değildir. Dünyada İsrail’i sadece Amerika korumuyor… Israrla gözünü açmamakta direnen Müslümanlar da en az Amerika kadar, Trump kadar İsrail’e hamilik yapıyor.

Bu gerçeklerle yüzleşmek istemeyiz genellikle. Birileri “İsrail ve ABD, Kudüs’ümüzü işgal ederken şimdi bunları yazmanın, konuşmanın sırası mı” diyebilir… Evet, aslında tam da sırası. Şimdi bunları düşünmeyeceğiz, konuşmayacağız ve söylemeyeceğiz de ne zaman söyleyeceğiz? Filistin tamamen haritadan silinince, Kudüs’ümüzün her metrekaresi işgal edildiğinde mi konuşacağız, yazacağız!?.

“Size de hiçbir şey beğendiremiyoruz” diyenler de olacaksa eğer… Beğendiklerinizle, bize beğendirmeye çalıştıklarınızla bugünlere geldiğimizi, bu hallere düşürüldüğümüzü hatırlatırım. Mesele eleştirmek, muhalefet meselesi değildir; mesele Kudüs’tür…

***

Düşünmek için sormak, sorabilmek gerekir… Öyleyse soralım:

14 Mayıs, taa 6 ay öncesinden bilinmiyor muydu?

İsrail ve ABD gizli saklı mı yaptı bütün bu işleri?

Gazze’de şehitlerimiz olmasaydı, binlerimiz yaralanmasaydı biz ne kadar tepki gösterecektik Amerika’nın büyükelçiliğini Kudüs’e taşımasına!?.

Sürpriz hiçbir şey yok…

Her şey adım adım yaklaştı bugüne.

Hatırlayalım…

* Trump ilk açıklamasını 6 Aralık 2017 tarihinde yaptı ve Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınması konusunda Amerikan Dışişleri’ne talimat verdiğini açıkladı.

* Sonrasında da Amerika’nın Tel Aviv’deki büyükelçiliğini 14 Mayıs’ta Kudüs’e taşıyacağını duyurdu.

* 13 Aralık 2017’de İslam İşbirliği Teşkilatı zirvesini topladık. Büyük bir adım olarak takdim edilen zirvede Doğu Kudüs, Filistin’in başkenti olarak tanındı. Bu kararla bizzat İslam âlemi Kudüs’ün yüzde 85’ini gözden çıkarıyor, sadece yüzde 15’ini sahipleniyordu… Hem de zafer manşetlerinin eşliğinde!

* Kudüs meselesi 22 Aralık 2017 tarihinde bu kez BM’de oylandı. Amerika’nın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığı karar 128 oyla reddedildi. Sadece 9 ülke İsrail ve Amerika’dan yana tavır koydu.

* Oylama nedeniyle Avrupa’ya minnettar kaldık.

* 5 Şubat 2018’de, 59 yıl sonra bu kez Vatikan’ın kapısını çaldık. Birçok yönüyle tartışılan ziyarette Cumhurbaşkanı Erdoğan, Papa’dan Kudüs için destek istedi.

***

Peki ne oldu?

Güya bütün dünya ayağa kalkmış gibi yaptı… Sert tepkiler, sert demeçler verildi…

Halklar sussun diye İslam ülkelerinin yöneticileri kızdı…

Kudüs’ü kurtarmış gibi yapınca insanlar sustu...

Sonra mı?.. 

Yeniden uyku dönemi…

Kudüs ve Filistin sevdalarımızı yeni bir İsrail adımına kadar yastıklarımızın altına koyduk, kalbimize gömdük.

Güya dünya bizimleydi ve dostlarımıza güveniyorduk…

Ne de olsa Avrupa bizimle birlikteydi… Papa bize tam destek veriyordu… Ne de olsa yöneticilerimiz gerekli açıklamaları yapmıştı. Duymamız gereken o güzel cümleleri bir kez daha duyduktan sonra artık biz de yeniden günlük alışkanlıklarımıza, dünya gailesine hicret edebilirdik. Kudüs bizimdi ne de olsa!..

***

1’inci evre tamamlanmıştı.

Sıra uykunun en derin yerinde II. evreye gelmişti…

Biz uykudayken Trump ve İsrail için ilan edilmiş tarih gelmişti.

Unutturulan 14 Mayıs’la birlikte yeniden uyandık.

Kerahet vaktinde yatmış gibi öyle sersemletici bir uykudan başımızı kaldırıyoruz ki…

Boş bir hafızayla baş başa kalmıştık yine. 

Sanki Trump’ın seçim vaatleri arasında Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımak yokmuş;

Sanki Trump, ABD elçiliğini Kudüs’e taşıyacağını söyleyeli sadece bir iki saat, bir iki gün olmuştu.

***

Farkında mısınız; etrafımızda olup biten hemen her olayda iş işten geçtikten sonra etrafı süpürmekle, temizlemekle meşgulüz…

Erbakan Hocamızın ifadesiyle “Lider ülke Türkiye”nin görevi sizce bu mudur?

“ İsrail güçten anlar” hakikatini bilip de hiçbir şey yokmuş gibi tek bir adım atılmaması garip değil midir!? Ben size bu garipliği izah edebilecek onlarca madde sayabilirim bir çırpıda. Ama OECD üyeliğinin onaylanmasından Mavi Marmara davlarının düşürülmesine, normalleşme anlaşmalarından bu anlaşmanın altına İsrail’in Kudüs ibaresiyle imza koymasına kadar sayılabilecek çok şey var. Ama tek tek saymayacağım bunları.

 “İsrail ne istedi de Ankara’mız vermedi?” dersek son onaltı yılın özetini çıkarmış oluruz.

Düşünmek, uyanmaktır!

Editör: TE Bilişim