Türk toplumunun çok büyük kısmı için Atatürk milli mücadelenin lideri ve cumhuriyetin kurucusu olarak saygı ve sevgi duyulan bir tarihî kişiliktir. Farklı politik ve ideolojik gerekçelere dayanan farklı görüşlerdeki (sosyalist, liberal, İslamcı, milliyetçi…) aydınların bu konudaki eleştirel bakışlarının pek bir toplumsal zemini yoktur.

Dindar/muhafazakâr kesimlerin genelinde Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki devlet düzenini laikleştirme politikalarına karşı duyulan hoşnutsuzluk sürüyor olsa da aslında “anti-Atatürk” damar sanıldığı kadar güçlü değildir. (Hatta çoğu zaman bu türden olumsuzlukları milli mücadelenin önderine konduramadığı için faturayı İnönü’ye kesmeyi tercih eder muhafazakâr kesim.) Bu damarın sonraki devirlerde nispeten güç kazanması ise özellikle şehirleşmenin ve eğitimin -yani modernleşmenin- artışına paralellik gösterir ki bu da Atatürkçülüğün paradokslarından biri sayılabilir. Çünkü Atatürkçüler veya genel olarak seküler/pozitivist aydınlar toplumsal modernleşmeyle birlikte muhafazakarlığın zayıflayacağını, inkılapçılık karşıtlığının gücünü kaybedeceğini düşünüyorlardı. Bunun tersi oldu. Bu çelişkinin izahı sosyolojik zeminde.

***

Bugün “Atatürkçülüğün kalesi” olan İzmir, Atatürk devrinde Ankara’ya karşı muhalefetin merkeziydi. Bunun sebebini dinî muhafazakarlıktan ziyade herhalde şehrin sosyoekonomik gelişmişlik seviyesiyle Ankara’daki politik düzenin uyuşmazlığında aramak daha doğru olmalı. Keza İzmir toplumu özelinde yıllar içinde gerçekleşen büyük dönüşümün de sebebi ancak sosyolojik çerçevede anlaşılabilir.

Bu noktada İzmir’in cumhuriyetin kuruluş yıllarında ekonominin en canlı olduğu vilayet olduğu unutulmamalı. İktisat Kongresinin bu şehirde toplanması da tesadüf değildir. Türkiye’nin bir diğer ekonomi istasyonu olan eski payitaht İstanbul başta olmak üzere Aydın, Balıkesir, Mersin, Trabzon, Samsun gibi sahil/liman şehirlerinde de muhalif damar hakimdi. Bunu daha net görebilmek için önce “izinli muhalefet” olarak yola çıkıp sonra rejime tehdit olarak algılanıp kapatılan Serbest Fırka’nın en fazla adı geçen sahil şehirlerinde etkili olduğunu hatırlamakta fayda var. (Bu partinin Türkiye’de en az ilgi gördüğü iki bölge ise İç Anadolu ve Doğu Anadolu bölgeleriydi.) Daha önce Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın ve daha sonra Demokrat Parti’nin yüksek oranda destek aldığı bölgeler de aşağı yukarı aynıdır.

***

Ege şehirlerinin geçirdiği büyük dönüşüm gibi bugünkü iktidar partisi de 17 yıl içinde büyük bir dönüşüm yaşadı. Belki de “haddini aşan zıddına dönüşür” hükmü gereğince Atatürk karşıtı muhalefetin başkentliğinden Atatürkçülüğün kalesi olmaya giden İzmir’in durumu AK Parti’nin durumuna benzemiyor değil. Çünkü AK Parti de kuruluş yıllarında Atatürk karşıtı olmakla itham ediliyordu, bugünse Atatürkçülük yapmakla suçlanıyor. Peki, bu nasıl oluyor? İktidar partisinin oportünist yaklaşımı mı, mevcut muhalefetin saptırması mı bu görüntüyü oluşturuyor?

Burada anahtar Atatürk’ün tarihî rolü ile “Atatürk adının” bugünkü siyasi ve sosyal çelişkiler içindeki rolünün ayrılığı meselesi. Atatürk artık bir kişi değil, toplumsal bir değer. Kimileri için olumlu, kimileri için olumsuz karşılıkları olan bir sembol. (Ama çoğunlukla olumlu.)

Geçmişte AK Parti’ye Atatürk üzerinden yöneltilen eleştiriler haksızdı. İktidarı yıpratmak için Atatürk ikonunu silah gibi kullananlar tarihî bir şahsiyeti kendi tutarsız politik görüşlerinin simgesine dönüştürerek Atatürk’e de haksızlık ediyorlardı. Atatürk’ü sopa yapıp hasımlarına onunla vurmak Atatürk’ün toplumun tamamına ait bir değer olduğu veya olması gerektiği iddiasıyla çelişen bir tutumdu ama “Atatürk’e sahip olmak” başkalarıyla paylaşmak istemeyecekleri anormal bir güç verdiği için bu çelişkiyi görmezden geldiler belki. Doğuştan “Atatürk’e sahip olanlar” sonradan Atatürk’e sahip çıkmaya kalkışanlara bunun için prim vermedi. Ne var ki tam da bu yüzden sonuç itibarıyla “Atatürklü muhalefet” işe yaramadı. Toplumun geniş kesimlerinden destek bulamadı. Cumhuriyet mitingleri, 27 Nisan bildirileri vs. ters tepti. Ardından Atatürk yeniden normalleşti, tarih kitaplarındaki veya insanların gönlündeki/zihnindeki yerine geri döndü.

Ama orada da çok fazla kalamayacaktı. AK Parti’nin son yıllarda yaşadığı malum savrulmalar ve kutuplaşmayı artırıcı eylemler ve söylemler neticesinde -biraz da siyasi muhalefetin yetersizliği yüzünden- “Atatürk bayrağı” yeniden siyasetin gönderine çekildi. Kimileri için tercih ettikleri hayat tarzının güvencesi, kimileri için ise milli birliğin simgesi olarak… 12 Eylül sonrasında Kenan Evren’in halkı Atatürk’ten soğutmasına benzer bir gelişmeydi yaşanan aslında. Ama bu sefer aksi yönde…

Özetle, son dönemde izlediği politikalarla önce “politik Atatürkçülüğü” yeniden toplumsal cazibeye kavuşturup muhalefetin şemsiyesine dönüştüren AK Parti şimdi kendi elleriyle hamurunu karıp şekerini katıp pişirerek sofraya getirdiği bu pastadan pay almak istiyor. İşte bunun için iktidar partisi “Atatürkçülük yapıyor” diye suçlanıyor!

Editör: TE Bilişim