Ayasofya için Danıştay'ın kararı bekleniyor. Müze kararı iptal olursa tarihi camininin ibadete açılması gündeme gelecek.

Bir kaç gündür ülke gündemini meşgul eden Ayasofya müzesinin camiye çevrilmesi konusuna Aytunç Altındal çok önemli açıklamalarda bulunmuştu.

18 Kasım 2013 yışında vefat eden Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal Milli Gazete İnternet Haber Servisi Genel Müdürü Gökçen Göksal‘a konuşmuştu.

Ayasofya‘nın durumunu yakından ilgilendiren iki önemli olay olduğunu belirten Altındal, "Bunlardan birincisi; Diyanet İşleri Başkanlığı‘nın kurulmasına giden süreç, yani Halifenin ünvanının alınmasından sonra Ayasofya‘nın statüsünün belirsiz bırakılması, İkincisi de o kararnamelerin altında bulunan K. Atatürk imzasıdır." değerlendirmesinde bulunmuştu. 

RÖPORTAJ

-Aytunç Bey, Ayasofya‘nın durumu hakkında alışa gelmiş bilgilerin dışında siz neler düşünüyorsunuz?

Bu soruyu cevaplarken önce o döneme gitmek, o dönemin kendine özgü uluslararası şartlarını ortaya koymak gerekiyor. Biz günlük hayatta genellikle Bizans diyoruz ama; Bizans‘ın gerçek adı Doğu Roma İmparatorluğu‘dur.  1453‘te Ayasofya‘nın durumunu bilmeden Ayasofya ile ilgili süreci anlayamayız. 1453 senesinde dünya hukuk sistemine göre "bir ülkenin diğer bir ülkeyle savaşa girip de savaştan zaferle çıkması sonucunda ne olur" sorusunun cevabı çok önemli. O dönemdeki dünya hukuk sistemine göre; bir ülkenin kralına ait olanlar kralına geçer, askerine ait olanlar askerine geçer, dinine ait olanlar dinine geçer. Bu, eski Roma hukukudur. Bu hukuk yapısı içinde Ayasofya doğrudan doğruya bizzat imparatorun kendisine ait olan bir kiliseydi. Ayasofya, Doğu Roma‘da Krala aittir ve Ayasofya Fatih Sultan Mehmet‘e geçmiştir.

Dolayısıyla Bizans kralına ait olan Ayasofya Osmanlı padişahına geçmiştir. XI. Constantine ait olan Ayasofya doğrudan Fatih‘e geçmiş onun şahsi malı olmuştur. Neden şahsi malı olmuştur. Osmanlı Padişahına geçmesi sivil hukuka göre yapılmış bir şeydir. Fakat Fatih Sultan Mehmet de bunu şeriata uygun bir şeklide, bedelini ödeyerek vakıf haline getirmiştir. Dünyada bile hayvan hakları yokken o vakıftan sokak hayvanlarına bakım parası ayrılmıştır. Ayasofya‘nın Patrikhane‘ye ait bir gayrimenkul olmadığı doğrudan doğruya F.Sultan Mehmet Han‘a ait olduğu bilinmelidir. Bu sebeple Patrikhane, Ayasofya üzerinde hak iddia edemez. Ayasofya Patrikhane‘nin mülkü değildir. Doğrudan doğruya Fatih‘e bağlıdır. Bu açıdan Patrikhane‘nin Ayasofya üzerinde hak iddia etme hakkı yoktur. Ayasofya‘nın Patrikhane‘ye ait bir gayrimenkul olmadığına özellikle dikkat çekmek istiyorum. Patrikhane‘nin Ayasofya üzerinde hak iddia etmesi kabul edilecek bir durum değildir.

-Ayasofya‘nın Cami olmaktan çıkarılması ve müze yapılması sürecindeki gizemler son zamanlarda Milli Gazete tarafından da gündeme taşındı. Önemli ölçüde de yankı buldu. Fatih Sultan Mehmet Han‘ın vakfiyesine rağmen Ayasofya bugün hala müze. 1934‘ten sonraki gelişmeleri siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ayasofya‘nın durumunu yakından ilgilendiren iki önemli olay anlatacağım. Birincisi; Diyanet İşleri Başkanlığı‘nın kurulması. Diyanet İşleri Başkanlığı neyin yerine kuruluyor? Şeriye ve Evkaf Bakanlığı ilga ediliyor, Hilafet kaldırılıyor 1924‘te. Peki gerçekte Hilafet kaldırılıyor mu? Soru bu. Türkiye‘de hilafet kalkmamıştır Türkiye‘de 1924 yılında Hilafet kaldırılmıştır. Ama aslında Hilafet kaldırılmamıştır. Kaldırılan, ilga edilen Şeriye ve Evkaf Bakanlığı‘dır. Meclis kararıyla Halife Abdülmecit‘in ünvanı geri alınmıştır. Yani Abdülmecit‘in Halifelik ünvanı kaldırılmıştır ama halifelik makamı kaldırılmamıştır.

Hilafetin kaldırılması için ilga edildikten sonra mülga edilmesi gerekiyor. Mülga olabilmesi için gömülmesi gerekmektedir, ama gömülmedi. Örneğin bir şahıs vefat etti ilga oldu, mülga olabilmesi için gömülmesi gerekiyor. Mülgası yapılmadı. Bir şahsa verilmiş olan halifelik unvanı kaldırılmış, onun yerine makamı kalmış fakat makamda bakanlık ilga edildiği için diyanet işleri reisliği yerine getirilmiştir. Şöyle örnekleyelim. Bir adam Başbakan oldu Meclis onu Başbakan olarak kabul etti. Türkiye Cumhuriyetini yönetiyor. Sonrasında o kişinin Başbakanlığı bitti. Ama Başbakanlık makam olarak hala duruyor. Yani Bir şahsa verilmiş olan Halifelik ünvanı kaldırılmıştı onun yerine makam kalmış, fakat makamda Şeriye ve Evkaf Bakanlığı ilga edildiği için yerine kurulan Diyanet İşleri Reisliği diye bir kurum çıkmış ortaya.

O sırada Ayasofya Şeriye ve Evkaf Bakanlığı‘na bağlı iken ondan ayrılmış Kültür Bakanlığı veya Müzeler Saraylar adıyla başka kurum gözetimine bırakılmış. Burada iki husus önemli Birincisi böyle bir olay hukuki midir? Bu tartışılır. İkincisi Hilafet kurumu. Hilafet ancak biat yoluyla mülga edilebilir, yasal olarak siz Hilafet‘i ilga edilebilirsiniz, ama mülgasının yapılabilmesi için biat gerekiyor biat edilecek halife yok ortada kişide yok ortada.Şeriat yasalarına göre biat yoluyla alınmış bir kurum ancak biat yoluyla devredilebilir. Böyle bir iş yapılmış mı yapılmaz neden yapılamaz. Çünkü Halife yok ortada. Biat edilecek kimse olmadığı için ortadan kaldırılamamıştır. Dolayısıyla iki husus çok önemli.

Halifeye bağlı iken Ayasofya sivil kurumlara, sivil yasalara devredilmiş fakat biat edilmediği için Ayasofya‘nın durumu muallak bırakılmıştır.Fakat 1934‘e gelindiğinde durum çok farklı bir hal alıyor. 1934 yılında bu defa Meclis‘te bir tasarı hazırlanıyor. Buna göre deniyor ki; "Ayasofya bina olarak kötü durumda restorasyona alınması" gerekiyor. Bunun için bir kararname çıkarılıyor. Restorasyona alınma kararı 22 Kasım 1934‘te çıkarılıyor. Restorasyon kararının sıra numarası da  1589. İki gün sonra aynı başlık altında yine aynı sıra numarasıyla (halbuki 1589‘dan sonra başka bir numara alması gerekiyor, mesela 1590 gibi) 24 Kasım 1934‘te restorasyon ve müzeye çevrilmesi yönünde (müzeye çevrilmesi ibaresi birincisinde yok ikincisinde var) kararname çıkarılıyor. Birinci sayfası farklı, ikinci üçüncü, sayfası farklı muamelat dairesinin kağıtlarına basılıyor.

-Peki, bu kararın arkasında kim ya da kimler var? Kararnamelerin altında Mustafa Kemal‘in imzası olduğu görülüyor. Fakat bu imza da oldukça tartışmalı...

Türkiye‘de soyadı kanunu 02.07.1934 tarihinde çıkıyor. Meclis kabulü 21.06.1934. Yani temmuz ayında çıkan bu soyadı kanunu Kasım ayına geliyor; bu tarihte Mustafa Kemal‘in soyadı yok o sırada, hatta Mustafa Kemal değil "Mustafa Kamal Öz" diye geçiyor. Mustafa Kemal‘e Atatürk soyadı 27.11.1934 de kanunla veriliyor. Dikkat edelim buraya yani kararnameden 5 gün sonra veriliyor.

Ama kararnamenin altında  K.Atatürk diye imza var. Bu nasıl oluyor? Üstelik Mustafa Kemal, ‘Ata‘ isminden nefret ediyor; "bana Ata mata demeyin" diyor, bu bütün belgelerde var. O dönemde bazı yağcı, yalakalar Mustafa Kemal‘i bile kızdıracak tekliflerde bulunuyor. Muhittin Üstündağ, Mustafa Kemal‘e: "Efendim dünyada  Lenin adına kurulmuş şehir var Leningrad, Washington adına kurulmuş bir şehir var. Biz de Ankara‘nın adını  değiştirelim Atatürkland yapalım" diyor, Atatürk onları yanından kovuyor.

-O zaman, Mustafa Kemal‘in adını ve gücünü kullanan birileri var...

Buraya kadar geçen sürede iki önemli husus var. Halifenin unvanının alınmasından sonra Ayasofya‘nın statüsünün belirsiz bırakılması, çünkü devletin içinde kime ait olduğu belli değil. İkincisi o kararnamelerin altında K. Atatürk imzası nasıl oluyor? Çünkü O sıralara da Mustafa Kemal, Öz soy ismini kullanıyor. Emniyet Genel Müdürlüğü bir soruşturma yapar ve süreci incelerse şunu görecekler: Kararnamenin altında İnönü ve Şükrü Kaya‘nın imzaları ıslak imza. Mustafa Kemal‘in imzası ise kaligrafi, o kaligrafi oraya konulmuş.

Diğerleri gibi değil. 22 Kasım tarihinde Mustafa Kemal‘in soyadı Atatürk değil. 27 Kasım‘dan itibaren Atatürk soy ismini alıyor.  Çünkü o kararnamenin hazırlandığı tarihte Mustafa Kemal‘e Atatürk soyadı verilmemiş, Buna rağmen belgelere Atatürk olarak imza atılmış. Bu teklifi veren, bu değişikliğin yapılmasını sağlayan ve o imzayı atan Agop Martayan Dilaçar diye bilinen bir Mason ve Necmettin Arıkan diye diğer bir masondur. Bu değişikliğin amacı Ayasofya‘yı müze haline getirmek daha sonrada tüm dinlerin buluştuğu merkez haline getirmektir. Bugünkü diyalogçuların yürüttüğü yöntemle aynı.

-Mustafa Kemal‘in bu yaşananlardan haberi yok mu?

Mustafa Kemal‘in bu kaligrafiden hiç haberi yok. Bunu kesin olarak söyleyebilirim. Çünkü ortada iki kararname var; biri 22 Kasım diğeri 24 Kasım tarihli. Birinde restorasyon kararı var diğerinde restorasyon ve müze kararı var. Tabi o restorasyon hala bitmedi. Bitmeyen bir restorasyondur o. Dolayısıyla Ayasofya‘nın şimdiki durumunda bir belirsizlik var. Vakıf olmaktan da çıkarmaya çalışıyorlar.

Vakıf evraklarını da yok etmeye çalışıyorlar. Bunun vakıf olduğunu Fatih Sultan Mehmet Han‘ın bizzat kendi buyruğunu ortandan kaldırıp burasının hoş görü adı altında diğer dinlerin de ibadet yapabileceği bir duruma kavuşturmak istiyorlar. AB Parlamentosu‘nda Ayasofya‘nın bir an önce Ortodoks ibadetine iadesiyle için teklifler, konuşmalar da oldu. Bu konuyu gündeme getirenlerden ikisi Romen milletvekiliydi. Bunlara 26 milletvekili destek verdi. Bunlarda zamanla gelecek önümüze. Ermeni tazminatları, toprak istekleri gelecek 15 yıldan beri bunları söylüyorum. Süreç dergisinin 1. sayısında 20 yıl sonra Sevr‘i önümüze koyacaklar demiştik. Bu da sırası ve günü gelince önümüze gelecek.

-Haberi yoksa neden karşı çıkmıyor peki?

Dış baskılar var. Bir kere Lozan‘da bize büyük bir gol atıyorlar Ayasofya ile ilgili. Bu golden sonra toparlanmak kolay değil. Lozan Anlaşmasındaki 39. - 44. maddelerinin içinde bu günkü Fener Patrikhanesi‘nin kalmasının adı bile geçmemesine rağmen şöyle bir ifade var: "Hıristiyanlar ve Hıristiyanlara ait ibadethaneler".  Daha sonra İngiliz ve Fransızlar bu ibareyi kullanıyorlar zaten. Dikkat ederseniz, "Hıristiyanlar ve Hıristiyanlara ait kiliseler" denmiyor. "ibadethaneler" deniyor. Bu ayrıntı çok mühim. Ayasofya eski kilise olduğu için ibadethane statüsüne sokulduğu zaman Lozan anlaşmasındaki bu madde gerçekleşmiş oluyor. Bize de bunu empoze ediyorlar. İbadethane statüsüne kavuşturulursa Türkiye yanar.

Türkiye olarak önümüze getirmek istedikleri bir husus var: "Ayasofya aslında Ortodoksların malıdır" diyorlar. "Orası kiliseydi tekrar açılmalı, çağımız dinlerarası diyalog çağıdır senede iki defa gelsin ibadetlerini yapsınlar" diyerek bu olup bitenleri, uygulamak istedikleri planları normalleştirmeye çalışacaklar. Bunu da halkımıza ‘turist geliyor‘ diye anlatacaklar. Türkiye böyle bir jest yapmaya zorlanacak ve bu durum insanlara yutturulacak. Saadet Partisi‘nin yaptığı "Papa buraya gelme mitingi" olmasaydı; Papa gelince Ayasofya‘da diz çöküp burayı kendilerince yeniden kutsasaydı; o zaman cümbüşü seyredecektik.

-İlginçtir Türkiye‘mizde AB uyum yasaları çerçevesinde mevzuatımızdan ‘cami‘ ifadesi çıkarılarak yerine ‘ibadethane‘ ifadesi de kondu. Şimdi siz de Ayasofya ile ilgili ‘ibadethane‘ statüsünün tehlikesine dikkat çekiyorsunuz.  Bu çok önemli bir vurgu. Ayasofya‘nın ‘ibadethane‘ statüsü sizce neden sakıncalı peki?

Evet, Ayasofya‘yı ibadethane statüsü haline getirmeye çalışıyorlar. Böyle olursa eğer Ayasofya havra da olabilir, kilise de olabilir, Budistlerin tapınağı da olabilir. Türkiye biraz önce de bahsettiğim gibi bu konuda çok sıkıştırılıyor. Ayasofya‘ya ‘ibadethane‘ statüsü verilsin isteniyor. Bunun için ibadethane statüsüne kavuşturulmamalı. Müslüman ibadeti yapılmalı. Hıristiyanların ibadet etme hakkını Doğu Roma bile vermemiştir. Müzeyken cami yapılmayıp ibadethane olursa daha kötü olur.

Ayasofya‘nın arkasında namaz kılabilirsin. Ama içinde, kubbenin altında namaz kılabilir misin? İzin vermezler! Ayasofya‘nın kilise olarak açılmasını engellemeden cami olarak kullanamazsın Dinlerarası diyalog ve İbrahim‘i dinler diyerek yaptıkları propaganda da bu konuda çok etkilidir. İnanç turizmi yapılıyor kazandığımız para şu kadar diyerek halka yutturmaya çalışacaklar. İbadethane statüsüne kavuşursa, Lozan‘ı uygulayın diyecekler. Tekrar ediyorum; ibadethane statüsü verilerse cami olarak kullanılmayacak.  Lozan anlaşmasından 1934‘e kadar Türkiye‘de siyasi olarak çok önemli ve karışık olaylar yaşanıyor. 1934-1938 yılları da öyle. Hilafeti kaldırdın bir de ‘Ayasofya‘yı Hıristiyanlara veriyorum‘ dersen, Türkiye‘de kıyamet kopardı. Zamana yayıyorlar. Burada bazı kesimlerin yapacakları propaganda çok önemli. Türkiye‘nin İnanç turizminden kazanacağı para, Türkiye bir ilki gerçekleştiriyor denilerek halka, Ayasofya‘nın ortak kullanılması gibi, bunu yutturmaya çalışacaklar. 2013‘ten itibaren bu tür girişimler başlayacak.

Editör: TE Bilişim