Ancak yazıda öyle bir kısım varki bunu İslamcıkesimden birisi yazsa laikler ayağa kalkardı.

Yaman Törüner, dedesinin “yol”unda ilerleyen dayısını, müritlerin geçindirdiğini; hatta öldükten sonra çocuklarına da baktıklarını, çok normal bir şeymiş gibi şöyle yazdı:

“Müritler arasında; doktorlar, mühendisler, siyasetçiler, işadamları vs. bulunuyordu. Dayım ise, lise mezunu idi; Devlet Su İşleri’nden emekli olmuştu. Daha sonra, bir bakkal dükkânı açmış; tutunamamıştı.

Dayımın kurduğu bu yeni oluşum, iyi birikim sağladı. Müritler, dayıma ve ailesine bakmaya başladılar. Ona Ankara Demetevler’de bir daire; ayrıca, bir de yazlık aldılar.”

Törüner’in yazısının tamamı şöyle:

“Dedem, Edirne evliya-larından Şeyh Hacı Şakir Törüner’di. İlk adım Şakir, dedem nedeniyle verilmiş. Ben doğmadan 4 ay önce(1948 yılı Ekim ayında) dedem, babama, hâlâ sakladığımız bir telgraf göndermiş.

Telgrafta; “5 Ocak’ta bir erkek çocuğunuz olacak, adını Şakir koyacaksınız” diyor. Ben, 5 Ocak 1949’da dünyaya geldim. (İlginçtir, kızım Alya da, 49 yıl sonra 5 Ocak’ta doğdu.)

Evimizden oruç ve namaz eksik olmazdı. Ama hiçbir zaman gösteriş olsun diye ibadet yapılmadı. Ben ilkokulda iken, annem “Melami Tarikatı”na girdi. Tarikatın Şeyhi Şevket Şimşek’in, zamanın “Kutbul-Akdab”ı, olduğu dile getirilirdi. Halen hayatta bulunan annem, çocukluğundan itibaren birçok defalar Şevket Dede’yi rüyasında görmüş.

Kız kardeşim doğduğunda, ona isim vermek üzere benim de katıldığım müritler arası bir toplantı yapıldı. Toplantıda “Hu Dede” olarak adlandırdığımız Şevket Dede yaklaşık 30 kişiye kız kardeşimin adının ne olabileceğini sordu. Herkes küçük kâğıtlara isim yazdı. Kâğıtlar açıldığında birde gördük ki, herkes “Zülal” adını yazmış. Hu Dede’nin 4 ayrı kitabı vardı. Zülal ismi bu kitaplardan birindeki “Gönül Kuşu” isimli şiirde geçiyordu.

Dayım el alıyor

Aradan zaman geçti. Hu Dede, 108 yaşında vefat etti. Birkaç kişi Dede’nin kendilerine el verdiğini söyledi. Bunlardan biri de öz dayımdı. Annem, Hu Dede’nin söylediklerini el yazısı ile not ederdi. Dayım, bir şekilde bu notları ele geçirmiş; Hu Dede’nin kitaplarından faydalanmış; Selahattin Meren’in “İslamiyet’in İç Yüzü” kitabındaki bilgilerle, bu bilgileri birleştirmiş ve yeni bir Melami Tarikatı yaratmıştı. Hu Dede’nin müritlerinden birçoğu bu tarikata girdiler.

Dayım bu not ve kitapları gece okur; gündüz müritlerine okuduğu bilgileri rüyasında gördüğünü söyler ve onları teybe aldırırdı. Gerçekte yapılan, iyi bir kopyacılıktı. Ama müritlerin bir şeye inanmak ve “kardeşler”le birlikte olmak ihtiyaçları vardı; zaten, bizim insanlarımızın çok azı kitap okurdu. Müritler arasında; doktorlar, mühendisler, siyasetçiler, işadamları vs. bulunuyordu. Dayım ise, lise mezunu idi; Devlet Su İşleri’nden emekli olmuştu. Daha sonra, bir bakkal dükkânı açmış; tutunamamıştı.

“Yol” güçleniyor

Dayımın kurduğu bu yeni oluşum, iyi birikim sağladı. Müritler, dayıma ve ailesine bakmaya başladılar. Ona Ankara Demetevler’de bir daire; ayrıca, bir de yazlık aldılar. Dayım vefat ettiğinde Ankara Hacı Bayram Camii’ndeki cenazesine gittim. Cenazede büyük bir kalabalık vardı. Kalabalığın çoğu müritlerinden oluştuğundan, akrabalarımız dışında pek tanıdığa rastlayamadım.

Müritler, şeyhlerinin ailesine, sanki dayım yaşıyormuşçasına hâlâ bakıyorlar. Yerine geçen oğlu da, dayımın konuşmalarını derleyip eski müritlere aktarıyor. Artık, haftalık toplantılar veya “Yol”un devamı yok.

Dayımın şeyhi olduğu tarikat, Yunus Emre ve Mevlana’nın tasavvuf görüşünü esas alıyordu. Kimseye baskı uygulanmıyordu. Kadınların kapanması gibi, bir şekilcilik veya şeriat baskısı da yoktu.

***

Mevlana, “Dün zekiydim, dünyayı değiştirmek isterdim; ama bugün akıllıyım, kendimi değiştiriyorum” demiş.”

Editör: TE Bilişim